Türkiye ile Avrupa Birliği arasında uzun zamandan beri ‘dondurulmuş’ olan ilişkiler yeniden canlanabilir mi?
Türkiye’nin üç yıl sonra ‘AB Reform Eylem Grubu’nu toplamış olması, ‘Yargı Reformu’ gibi bazı konuları telaffuz ederek, bir anlamda askıya alınan ‘demokrasi’yi yeniden söylem haline getirmiş olması, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Başkanı Taner Kılıç ve iki Yunan askerini serbest bırakması ve de Alman gazeteci Meşale Tolu’nun yurtdışına çıkış yasağını kaldırması gibi adımlar bir şeylere vesile olur mu?
Hem de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, ‘Erdoğan’ın Türkiye’si, Kemal’in Türkiye’si değil’ dediği ve Rusya gibi Türkiye’ye de üyelik vaadi yerine ‘Stratejik İlişki’ önerdiği bir dönemde…
Göç dalgası AB’yi korkutuyor
Ankara-Washington hattında yaşanan gerilim, Türkiye ile Avrupa Birliği ve birliğin Almanya, Fransa gibi önde gelen ülkeleriyle arasındaki ilişkilerin yeniden ivme kazanmasına vesile oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu ay sonu Almanya’ya bir ziyaret yapacak.
Almanya ve Fransa'nın, ABD'nin açıkladığı yaptırımlara karşı Türkiye ile dayanışma mesajı vermesi oldukça önemli…
Unutmayalım bir de kapıda İdlib’de yaklaşan fırtına duruyor. Önce Türkiye’ye, daha sonra ise AB’ye yüz binlerce Suriyeli’nin daha göç etme olasılığı gibi bir durum endişe yaratıyor. AB mecburen bu konuda Türkiye ile ‘çok yakın’ bir çalışma yapmak zorunda…
AB’nin endişesi, yalnızca sığınmacı göçü değil, aynı zamanda bu kişilerin arasında Avrupa sınırları içine sızabilecek radikal İslamcı militanların olası ‘yeni terör saldırıları’…
AB-Türkiye mesaisi başlıyor
Öyle görünüyor ki, Türkiye ile AB arasında eskiye oranla ‘işbirliği’ ya da ‘diyalog’ adı altında bir ‘mesai’ başlayacak.
Bu mesainin, sadece Türkiye’nin bozulan ekonomik yapısına destek ya da sığınmacı konusuyla sınırlı olmaması için atılması gereken adımlar var. Türkiye bozulan ‘demokrasi’ sicilini düzeltmek zorunda…
Yani; Türkiye artık, tam üyelik için siyasi kriterleri karşılamaktan uzaklaştı.
AB’nin bu konuda dikkat çektiği raporlar özetle şu şekilde:
- Olağanüstü hal döneminde insan hakları ve temel özgürlükler açısından ciddi bir gerileme yaşandı.
- Bağımsız, etkin, kaliteli ve hesap verebilen bir yargı sisteminin oluşturulması, temel hak ve özgürlüklere saygı duyulması ve kötü muamele ve işkence iddialarıyla ilgili ciddi insan hakları ihlallerinin etkin bir şekilde soruşturulması yapılmadı.
- Yürütme ve yasamanın güçler ayrılığı ilkesine tamamen saygı göstermesini sağlayacak şekilde yargısal sorumluluğun güçlendirilmesi ve yürütmenin Hakimler ve Savcılar Kurulu'ndaki gücü ve etkisinin sınırlandırılması da beklentiler arasında.
Yani AB güçler ayrılığı ilkesi konusunda ısrarlı…
9 Temmuz 2018'de fiili olarak uygulanmaya başlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, AB’nin ve her şeyden önce Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi tarafından ‘demokratik’ bulunmuyor.
Avrupa Konseyi'ne bağlı Venedik Komisyonu'nun Türkiye'deki sistem değişikliğine ilişkin eleştirel raporunu temel alan ve yeni sistemin denge ve denetleme açısından yeterli olmadığını, güçler ayrılığı ilkesini de tehlikeye attığını düşünen AB, Türk hükümetine uyum yasalarını yaparken bu eksiklikleri gidermesi çağrısında bulunuyor.
Bu durum Avrupa’da, Türkiye'nin demokratik anayasal geleneğinden geriye doğru atılmış tehlikeli bir adım olarak değerlendiriliyor ve "otoriter ve kişisel bir rejime dönüşme tehlikesi" taşıdığı kaydediliyor.
Denetim süreci
Türkiye, uzun süre ‘Denetim Süreci’nde kaldıktan sonra Avrupa Konseyi tarafından 2004’te bu süreçten çıkarılmış ve bu karar sonrası Avrupa Birliği ile ‘Tam Üyelik Müzakeresi’ başlayabilmişti. Ama Türkiye geçen yıl, bir başka ülke için yaşanmayan bir durumla Avrupa Konseyi tarihinde ilk defa, ‘ikinci kez’ denetim sürecine alındı.
Bütün bu durum AB'nin gözünde Türkiye'yi, ‘Demokratikleşme süreci sekteye uğramış, insan hakları ve temel özgürlüklerden geriye adımlar atmış bir ülke’ konumuna düşürdü. Dolayısıyla Fransa’nın dile getirdiği, Almanya’nın da üstü kapalı söylediği gibi Türkiye’yi, “Tam üye olmayan, güvenlik, göç, ekonomi konularında işbirliği yapılan ülke” konumuna getirilmesi arzusu ön plana geçti. Ya da dillenir oldu.
Bu durum, her ne kadar müzakerelerin tamamen dondurulması anlamına gelmese de yeni başlıkların açılabilmesine engel teşkil ediyor.
Yani Ankara'nın, atacağı somut adımlarla yeniden AB yönelimine girdiğini AB ülkelerine ispat etmesi gerekiyor.
Demokrasi alanında atılacak güçlü ve kararlı adımlar, Türkiye’yi ekonomik alanda da güçlü hale getirecek.