“Belki bize en yakın şey ölüm ancak bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” /Maria
Tarih 11 Ocak 1937.
Küba’nın doğusunda bir ada. Bu adanın ancak yarısından biraz fazlasına sığabilmiş bir ülke; Dominik Cumhuriyeti.
Ülkenin başkenti Santo Domingo’da sıradan bir gün. Avenida George Washington Caddesi üzerinde hararetli, gri bir kalabalık toplanmış.
Dominik’in tartışılmaz, büyük liderini onurlandırmak üzere, mimar Alfredo González Sánchez tarafından tasarlanmış Obelisco Macho (Obelisk of Santo Domingo) anıtının açılışı yapılmaktadır.
Bayraklarla süslenmiş, 40m yüksekliğindeki bu görkemli anıtın önünde toplanmış ihtişamlı kalabalık, bando müziği eşliğinde “büyük şef” lakaplı, diktatör Rafael Leonidas Trujillo’ya saygılarını sunmaktadır.
* * *
25 Kasım 1960.
Hava karanlıktır. Bir araç, ağaçların kapattığı yolda kıvrıla kıvrıla yol almaktadır. Aracın içinde, biri sürücünün yanında, diğer ikisi arka koltuklarda olmak üzere üç kadın vardır. Sürücü başını yana çevir, “bir kaza nedeniyle yol kapalı, başka bir yoldan gideceğiz” der, ana yoldan ayrılırlar. Bir süre, başkaca hiçbir aracın gözükmediği, ormanın içindeki bozuk yoldan sarsıla sarsıla yol alırlar. Neden sonra sürücü, ıssız, yabani çalılıklarla dolu bir yerde aracı durdurur. Bakışlarına sinmiş, korkuyla karışık tedirginlik hali, kadınların gözünden kaçmaz.
Birden, arkadan gelen başka araçların farlarıyla ortalık aydınlanır. Artarda gelen silah sesleri duyulur, silahlı adamlar peydahlanır. Kadınları araçtan indirirler. Bir anda kendilerini galiz küfürler eden, kaba, küstah bir insan güruhunun arasında, hoyrat bir itiş kalkış içinde bulurlar. Sebepsiz nefretlerini, elleri arkadan bağlanmış üç kadının üzerine boşaltmaya başlarlar. İçlerinde, biraz önce aracı kullanmakta olan sürücü de bulunmaktadır. Kadınların üzerinde sınadıkları sadece odun, dipçik, demir ve kandan ibaret bir acı değildir. Bambaşka bir kötülük daha akmaya başlar bedenlerine onların. Tarihsel olarak kadın sınıfının üzerinde, başka ve hiç de yabancı olmayan bir erk tarafından sayısız kez tekrarlanmış bir melanetin tezahüründen başka bir şey değildir bu; o kadar menfur, erkeksi, sinsi… Böylece, oradayken kanatılır üç kadının ruhu, bir kez daha kirletilir kadın ırkının asaleti…
Ertesi gün gazetelerde bir haber yayınlanır. Kazayla uçuruma yuvarlanmış bir aracın içinde bulunan üç kadının cesetleri taşınmıştır manşetlere...
* * *
Latin Amerika’nın hep kesiktir damarları.
Bunun nedenini, beş yüz yıl öncesinde, kendine yeni sömürgeler arayan "ortaçağ uygarlarının" keşfettikleri zenginlikler üzerinden yarattıkları devasa bir imparatorlukta aramak doğru olsa gerek.
Kendi yarattığı egemenlik alanını bütün bir Latin Amerika’ya yaymaya çalışan ve bulaşmadığı toprak, karıştırmadığı ülke kalmayan ABD’nin Latin coğrafyasındaki daima kanla zuhur etmiş marifetidir bu.
Yapılan darbeler, dış müdahaleler, açık/gizli silah satışları, Latin halkların başkaldırılarına yönelik gerici, dikta rejimlerin desteklenmesi…
Bunlardan biri de Küba’nın hemen yanı başında, Dominik Cumhuriyeti’nde yapılan askeri darbeye olan desteğidir ABD’nin.
1930 yılında Rafael Trujillo liderliğinde yapılan ve otuz bir yıl süren kanlı diktatörlük rejimi boyunca demokrasi askıya alınmış, elli bin kadar insan ölmüş ya da kaybedilmiş, hırsızlık ve yolsuzluklar almış başını yürümüş; hak ve özgürlüklerden eser kalmamış, yandaş bir basın oluşturan diktatörün kendine yakın burjuva sınıfına tanıdığı sınırsız olanaklarla, halk için cehenneme dönen ülke, bir avuç aristokrat elit sınıf için cennet haline getirilmişti.
Tarihteki çoğu diktatörün yaptığı gibi kendine “şef” denilmesinden haz alan Trujillo, ülkedeki şehirlerin, dağların, stadyumların isimlerini kendi adıyla değiştirmiş, bir çok yeni tesisine kendi adının verilmesini sağlamıştı.
Kadınlara düşkünlüğü ile de bilinen diktatörün, düzenlediği bir partide cinsel yakınlık gösterdiği bir kadından, beklediği ilgi yerine okkalı bir tokat yemesi, sonradan bütün dünyaya da mal olacak bir dolu politik, sosyal ve dramatik olayın da başlangıcı olacaktır.
Bir ülkenin diktatörünü, şehrin en gösterişli salonundaki bir baloda, hükümran bir aristokrat sınıfının gözü önünde aşağılayan, Salcedo şehrine bağlı Ojedengua köyünde, varlıklı bir ailenin dört çocuğundan bir olarak dünyaya gelen Minerva Mirabal adlı, 23 yaşındaki devrimci bir kadındır.
Katolik bir yatılı okulunda, iyi bir eğitimle yetişen dört kız kardeşten biri olan Minerva’nın bu onurlu tavrı, ertesi gün, kendisin anne-babasıyla birlikte hapse girmesiyle anında cezalandırılır…
Bu olaydan sonra, diktatörün kılıcı bütün ailenin üzerinden hiç inmeyecektir. Dominik cehenneminde, eşleri ve ailesiyle birlikte zaten yeterince politikleşmiş olan Mirabalların bütün bireyleri bu baskıdan nasibini alacaktır. Tekrarlanan hapisler, eğitimlerindeki engelleme ve güçlükler, sıkı polis takibi; gözaltı ve tutuklamalar, işkencede alınan hasarlar… Tüm bunlarla yetinilmeyip, ailenin ev ve arsalarına el konulması…
Diktatörlüğün bu baskıları, kız kardeşleri 14 Haziran Devrim Hareketi adlı Trujillo karşıtı bir yeraltı hareketinde faaliyet göstermelerine yol açar. Bir süre sonra da üç kız kardeş; Minerva (d.1926), Maria (d.1935) ve Patria (d.1924), Clandestina isimli bir direniş örgütün kurucuları arasında yer alarak faşist rejime karşı güçlü bir halk hareketinin doğmasını sağlarlar.
Kardeşlerin en politik olanı, hukuk eğitimi almış olan Minerva’dır. Bu üç kardeşten birinin kod adının “Kelebek” olması, onların, ülkelerinde ve dünyada “Kelebekler” adıyla efsaneleşmesine neden olacaktır.
Artan rejim baskısı, kelebeklerin kanat çırpışı, dalga dalga büyüyen halk hareketi, çılgına dönen bir diktatör ve giderek trajik bir belirsizliğe doğru hızla sürüklenmekte olan bir ülke.
2 Kasım 1960’taki konuşmasında “Bu ülkede iki tehdit var: Kilise ve Mirabel Kardeşler” diyen diktatör Trujillo, adeta özgürlük ve demokrasiden kopmuş kanlı bir rejimin daha nelere yol açabileceğinin işaretini verir gibidir.
* * *
Bir akşam üstüdür.
İki hafta önce kendileri de gözaltına alınmış ve serbest bırakılmış olan Mirabel Kardeşler, hapishanedeki eşlerini ziyaret etmişlerdir.
Cezaevi çıkışı, nöbetçi kulübesinin önünden geçip bir taksiye binerler. Kardeşlerden biri ön koltuğa, diğer ikisi arka koltuğa geçer, gidecekleri yeri söylerler.
Hava, griden karanlığa dönmektedir.
Sürücü, koltuğunu düzeltir, dikiz aynasını yoklar, yola koyulur.
Bir süre sonra kocaman, yaşlı ağaçların kapattığı yola girecek, kıvrıla kıvrıla yol almaya devam edeceklerdir.
Takvim yaprakları 25 Kasım 1960’ı göstermektedir.
Maria 24, Minerva 34, Patria ise 36 yaşındadır.
Üç kız kardeşin son görüldüğü andır bu.
* * *
Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde bir anıtın önü.
Dominik Cumhuriyeti’nin başkenti Santo Domingo’nun Avenida George Washington Caddesi’ni renkli bir kadın kalabalığı doldurmuştur.
Obelisco Macho anıtı önünde kadınlar hep bir ağızdan Bread & Rose (Ekmek ve Gül) şarkısını söylemektedirler.
Daha önceden Obelisk anıtı, Elsa Nuñez tarafından söylenen “A Song to Liberty” şarkısı (Özgürlük İçin Bir Şarkı) eşliğinde rengârenk resimlerle boyanmıştır.
Dominikli kadınların, diktatörlüğe karşı mücadelesine bir saygıyıı ifade etmek üzere anıtsal bir yapıta dönüştürülmüş obeliskin üç yüzeyindeki devasa resimlerde, üç kadın figürü yer almaktadır.
Bunlar, Dominik diktatörü Trujillo’ya karşı mücadelenin özgürlük kelebekleri Mirabal Kardeşler’den başkası değildir; Patria, Minerva ve Maria.
Bir zamanlar, bir diktatörün kötülüklerini örtmek üzere dikilmiş olan bu anıt, bu kez diktatörlüklere ve şiddete karşı kadın mücadelesinin sembolü olarak bütün dünyaya gülümsemektedir.
* * *
Bugün 25 Kasım 2017.
Mirabel kardeşlerin ölümünün 57.yıldönümü.
Bundan 57 yıl önce, Dominik’te üç kelebek kanat çırpmış, dünyanın dört bir tarafında milyonlarca kelebeğin kanat sesleri onları izlemiştir.
1981 yılında Kolombiya'nın başkenti Bogota'da 1. Latin Amerika ve Karayipler Kadınlar Kurultayı’nda Mirabel Kardeşler’in öldürüldüğü 25 Kasım, "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü" olarak ilan edilmiş, 1999'da da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararlarıyla bu karar tescil edilmiştir.
Bugün, bu üç özgürlük kelebeğinin açtığı yoldan yürüyen kadınlar İstanbul’da, Atina’da, Paris’te, Dominik’te ve dünyanın daha birçok şehrinde, kadına yönelik şiddete, işkenceye, cinsel saldırıya karşı “baş eğmemek” üzere, “kız kardeşlik” ruhuyla alanlarda olacaklar.
Kalbim onlarla ve onların çiçekler kadar renkli, güvercinler kadar ürkek, çocuklar gibi heyecanlı ve kelebekler kadar özgür ruhlarıyla beraber...
Eminim ki daha nice yıllar, Avenida George Washington’daki Obelisk anıtı, üzerinde taşıdığı kelebekleriyle, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele’nin sanatsal bir anıtı olarak dünya kadınlarını selamlamaya devam edecektir.
Eminim ki kelebekler özgür olduğu sürece, dünya daha az cinsiyetçi, daha çok şiddetten ve istismardan uzak, daha yaşanası, daha da güzel olacaktır.