Yusuf Nazım

05 Aralık 2017

Direnişin Paris’i

Belli ki, kemiklerini saran son et parçası kalana dek gülümsemeye devam edecek o!

Adı Perihan Anne.

Duydum ki Nuriye’yi ziyarete gelecekmiş.

Nasıl da sevinmiş Nuriye…

Hani şu, anneleri olmadığı halde onlara anne gibi bakan; öpen, sarılan, bağrına basıp koklayan Perihan Anne.

En çok da direnen ama!

Direndiği için cop yiyen, zehir soluyan, yerlerde sürüklenen Perihan Anne!

Cümle mağdurların annesi yani…

Çocukları “Direnişin Perişi diyorlarmış ona.

Duyunca gülümsedim.

Direnişin Perişi

Nedense, Direnişin Paris’i geldi benim de aklıma…

*  *  *

Nuriye Gülmen.

Bir akademisyen.

Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü mezunu.

Şu malum darbe girişimi olmadan önce Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde bir öğretim üyesiydi.Öğrencileriyle edebiyat tartışarak geçirmek istiyordu günlerini."

Tez hazırlıyordu.

Nazım Hikmet’i, Ferhad ile Şirin’i, Yusuf ile Menofis’i araştırıyordu; Toplumcu Gerçekçilik ya da Yenidenyazma’yı...

Ta ki, bir KHK ile işinden alınana kadar!

Sonra nasıl da birdenbire değişti hayatı.

Sessiz kalamadı bu büyük haksızlığa. Karşı çıktı, tepki gösterdi, işini geri istedi.

Sonra işsizlik girdi hayatına; açlık, direniş, grev gibi sözcüklerle tanıştı.

Sonra Yüksel Caddesi, çiçekler, dayanışma, bir insanlık anıtı girdi hayatına.

Bir de polis copu, kalkan, biber gazı, bolca gözyaşı…

Her türlü demokratik tepkisini gösterdi Nuriye.

Bir de Semih eklenmişti bu sessiz çığlığa.

Sonuç alamayınca, birlikte açlığın o soğuk koynuna bırakmaya karar verdiler gülümsemelerini.

Böylece, bir süre daha sokakta sürdü adalet arayışı.

Elinde bir dövizle dikildiler haksızlığın karşısına.

Gözaltına alıp tutukladıklarında, ısrarla gülümsemelerine devam ediyorlardı hala…


Cennetin fethi


Dedim ya, Direnişin Perişi’ni okuyunca, -belki saçma gelecek ama- nedense direnişin Paris’i geldi benim de aklıma.

1871’de, yetmiş iki gün süren tarihin ilk işçi devriminin yenilgisi.

T24’te yazmıştım bu sene; “Cennetin fethi ve Kiraz Zamanı başlıklı yazımda anlatmıştım Paris Komünü’nü.

Paris’te, yani devrimin kalbinde, Père-Lachaise Mezarlığı’nda bir duvarın dibinde kurşuna dizilen Parisli 30 bin yoksulun “Cenneti fethetme” hayallerini yazmıştım…

Sene 1871 yılıdır.

Paris’in ayak takımının, daha güzel bir dünya yaratmak hayaliyle yaktığı ışık sönmekte, 72 gün süren işçi devrimi yenilmektedir.

Burjuvazinin güçleri şehrin kırlarından Paris’in sokaklarına doğru ilerlemektedir.

20 Mayıs günü büyük bir saldırı başlar. İşçi sınıfı sokak sokak, barikat barikat, ev ev direnir.

Barikat savaşları işçilerin büyük kahramanlıklarına tanık olur. İnsanlık için yeni bir yaşam arayışında bulunanlar; Paris’in yoksuları, işçileri, emekçileri, kadınları ve çocukları sokaklara sayısız barikatlar kurarlar. Taştan, ağaçtan, kum çuvallarından ve bulabildikleri her türlü şeyden yaptıkları barikatlar…

İşte bu barikatların arkasında sürer o son ve akıl almaz direniş. O barikatların arkasında ölümüne yaşanır her şey! Ötekilerin, el alttakilerin, yok sayılanların kendi tarihlerine kaydedecekleri şanlı bir direniştir bu. Yoksullardan, işçilerden, emekçilerden, ayak takımından oluşan Paris’in direnişidir bu!

Direnişin Paris’i

Şimdiyse…

Türkiye’nin başkentinde başka bir direniş vardır.

İki genç insanın; Nuriye ve Semih’in direnişidir bu.

Açlığın koynunda, sessiz, sedasız ama içten içe, çığlık çığlığa sürmekte olan bir mücadele bu.

Aşını, ekmeğini, hakkını isteyen; bunun için adalet arayan, ülkenin bütün mağdurları adına bir barikatın arkasında süren bir direniş!

Öyle bir barikat ki bu; Ankara’nın göbeğinde iki insanın etleriyle, kemikleriyle, nefesleriyle kurdukları bir barikat!

Gencecik ömürleriyle, sımsıcak gülümsemeleriyle, kucak dolusu çiçekleriyle ördükleri barikat!

İşte!

Bu barikatın arkasındalar onlar.

Bu barikatın arkasında sürüyor ekmek arayışı, iş arayışı.

Bu barikatın arkasında yürüyor ölümüne her şey.

Dayanışma, direnç, açlık, aşk, sevgi ve gülümseme…

Evet evet, en çok da yüzlerindeki o hiç düşmeyecek gülümseme…

İki genç insan, iki ömür, iki hayat bu barikatın arkasında durmakta ve direnişlerine açlığın koynunda gülümseyerek devam etmekteler.

Hiç istemesek de…

Gönlümüz elvermese de…

Saygıyla karşılamaktan başka çaremizin olmadığı ölümüne bir direniştir bu.

Direnişin Paris’i dir bu!

Kamber Amca

Kamber Amca.

Güzel bir insan olarak tanımıştım onu çocukluğumda.

İnançlıydı, samimi bir Müslümandı.

Yüreği daima sıcacık, sevgi dolu, kucaklayandı.

Haram nedir bilmezdi. Kimsenin malında gözü olmaz, son lokmasını komşusuyla paylaşır; börtüyü, böceği, çiçeği sever, kimseyi incitmezdi. Yaşam felsefesi hep hakkaniyet ve iyilik üzerine kuruluydu…

Toprağı bol olsun, güzel insandı Kamber Amca.

Çocuk gözlerimle tanık olmuştum bir keresinde. Bir ayağı kopmuş bir böceği yerden almış, bir gün daha fazla yaşasın diye özenle bir duvarın üzerine koymuştu…

Sözü, bu ülkeyi yönetenlere getirmek için yazdım bunu.

İki sözcük!

Sadece iki sözcüğe bağlı Semih ile Nuriye’nin yaşamları.

Dudaklarınızın arasından çıkacak yalnızca iki sözcüğe!

Bu iki insanın hayatını, açlığın koynundan çekip almak için söylenecek iki sade sözcük!

KHK Komisyonunun semtine bile uğramadan işlerine geri dönen, yüzlerce kolluk görevlisi, bürokrat, memur gibi bile değil!

Biliyor musunuz, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’na yapacağınız basit bir yönlendirme hayat kurtaracaktır!

Sahi, hayat kurtarmak nedir bilir misiniz siz?

Sadece adaletin yerine gelmesini sağlayacak bir girişimle ama.

Bir insanı, bir ağacı, ya da bir böceği yaşatmanın mutluluğunu hissettiniz mi hiç?

Sahi böyle bir duyguyu yaşadınız mı hayatınızda?

Merak ediyorum, ölüm denen sözcük, nicedir anlamını yitirdi nezdinizde?

Kamber Amca’nın yüreğinde devleşen, yaralı bir böceği bir gün daha fazla yaşatma duygusunu hiç taşımadınız mı yoksa siz?

Söylesenize, ne zamandır kalbiniz bu kadar kara?

Sahi ne zaman kaybettiniz vicdanınızı siz?

Nerede kaldı, içinde hakkaniyet sakladığınız ayetleriniz, dualarınız, sureleriniz?

Sahi, hiç eser kalmadı mı yoksa, dilinizde okkayla taşıdığınız Tanrı korkusundan?

Düşüremiyorlar gözlerindeki ışığı

Günlerden Salı.

Aralık ayının beşinci günü. Açlığın ise 272.

Nuriye!

Yatağında Perihan Anneyi bekliyor.

Direnişin Perişi’ni.

Gülümsüyor…

Gülümsüyorum…

Öldürmeyi başaramıyorlar onun gülümsemesini.

Hiçbir şey yok edemiyor içindeki yaşama sevincini.

Düşüremiyorlar gözlerindeki ışığı…

Belli ki, kemiklerini saran son et parçası kalana dek gülümsemeye devam edecek o!

O ve Semih!

Aşkla…

Sabırla…

Umutla…

Biz istemesek de!

Hiç istemesek de!..