Yusuf Nazım

17 Eylül 2022

16. Karaburun Bilim Kongresi | Tarihin borçlu olduğu topraklarda aforizmalar

Sözcükler tavında dövülüyor burada, sanat felsefeyle tartışıyor, umut ile düş birbirine karışıyor, bilim üretiliyor

"Ölür müyüz? Biz ki, insanlığın geleceği için kavga vermişiz. Ve dahi binlerin, milyonların
kalbine girebilmişiz, hiç ölür müyüz?"

Börklüce Mustafa'nın son sözleri 

Sene 1419, Ayasluğ, bugünkü Selçuk.

Çift hörgüçlü deve, Ayasluğ sokaklarının kuru toprağında toynak izlerini bırakarak oynak, ağır adımlarla yürümektedir. Devenin üzerindeki çarmıha çivilenmiş çırılçıplak adam, başı yana düşmüş, etleri lime lime, kan revan içindedir. Aheste aheste salınarak ilerleyen devenin hörgücüne oturtulmuş; bir o yana, bir bu yana salınmakta olan adamın uzun, kırçıl sakallarından sızan kan öğlen güneşinin ısıttığı kızgın toprağa karışmaktadır.

Devenin iki yanında yürüyen kılıç kuşanmış, şalvarlı, mintanlı çığırtkanlar vardır. Ellerinde borazanlarla ahaliyi, sultana başkaldırmış bu isyankâr, bu itaatsiz, bu çulsuz adamın perişan akıbetini, ibret-i âlem olsun diye toplanmaya çağırıyorlar.

Adı Börklüce Mustafa'dır.  

O bir Türkmen Alevi'si, bir halk önderi olarak haksızlığa ve eşitsizliğe karşı Osmanlı Sultanlarına başkaldırmış, Anadolu'da büyük köylü isyanlarına önderlik ederek Sultan'ın ordularını Karaburun'da iki kez mağlup etmiştir. Karaburun'da, Sultan Mehmed'in ordularının dört yandan kuşattığı üçüncü savaşını kaybederek sarayın efendilerine meydan okumanın bedelini hayatıyla ödemiştir. Börklüce'nin binlerce müridi, gözlerinin önünde "iriş dede sultan iriş" nidaları arasında vahşi yöntemlerle katledilmiştir. Fikrinden dönmesi için Börklüce Mustafa'ya türlü işkenceler yapılmış, işe yaramayınca da öldürülerek cesedi çarmıha çivilenmiş halka ibret olsun diye Ayasluğ sokaklarında dolaştırılmıştır… 

Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal…

600 yıl önce Anadolu topraklarında bir büyük ütopyanın peşinden yalın kılıç ölüme yürüyenler.

Osmanlı idaresinin yönetimi ve fahiş vergilerinden hoşnutsuz olan köylüleri, yoksul dervişleri etrafına toplayarak; toprağı ortaklaşa işleyip, hasadı ortaklaşa gerçekleştirmek, tasada ve kıvançta bir, dertte ve devada hep beraber olabilmek amacıyla büyük bir köylü hareketi ve isyanının örgütleyicileri onlar.

Din ve mezhep, ırk ve dil ya da mevki ayrımı yapmadan. "Yârin yanağından gayri her şeyde, her yerde, hep beraber" olabilmek istediler.

En sonunda "mübalağa cenk olundu."

Yenildiler… 

*  *  * 

Sene 1864, Alsancak'ta bir sokak.

Şehir siyah örtüsünü üzerine çoktan çekmiştir. Karanlık sokağın köşesinde, üzerlerinde siyah redingotları; kimi şalvarlı, kimi poturlu, kimi çakşırlı, kimi de pantolonlu bir erkek kalabalığı köşedeki bir direğin etrafında toplanmıştır. Bazıları yakalı, kravatlı; kimi fesli, kimi sakallı, kimi sinekkaydı traşlıdır.

Bir el patlama sesi duyulur. Bunu gökyüzündeki bir işaret fişeğinin parıltısı izler. Birden kalabalığın ortasındaki direğin tepesinde bir ışık canlanır. Şiddeti giderek artan ışık, oradakilerin yüzünde parlar ve tüm sokağı aydınlatır.

40 yıllık imtiyazla Londra merkezli kurulan İzmir Havagazı Kumpanyası'nın kurduğu Gazhane çalışmaya başlamış, ilk sokak lambası aydınlatma denemesi başarıyla sonuçlanmıştır.

Böylece İzmir'de, taş kömürünün yüksek sıcaklıkta damıtılması yoluyla üretilen havagazı önce yabancıların oturduğu semtler olmak üzere sokakları aydınlatmaya başlar. 

Yakılan kömür tozlarının birikmemesi için şehrin en çok rüzgâr alan bölgesi olan Alsancak'ta kurulan fabrika 1904 yılına kadar İzmir'in evlerini ve sokaklarını aydınlatmaya devam edecektir. 

* * *

Sene 2006, Karaburun, İzmir.

Bir grup insan İzmir'in Karaburun ilçesinde bir araya gelerek dünyanın yoksullarının, ötekilerinin, dışlanmışlarının hikâyelerini anlatmaya koyulur. Sesleri onların sesine karışıyor, kelimeleri yeni bir çağ arayışında, kazmayı daha derine, daha derine vuruyorlar. Bilimle yapıyorlar bunu; sosyolojiyle, felsefeyle, sanatla ve estetikle… Ülkenin ve dünyanın sorunlarını masaya yatırıp hararetli tartışmalara giriyorlar. Adına, 1. Karaburun Bilim Kongresi diyorlar. 

Geçmişi gelecekle harmanlamak alışkanlıkları. Kuşku duymak, soru sormak, tartışmak vazgeçilmez yöntemleri. İtaat etmemek ise en temel değerleri.

Ülke karanlıktan karanlığa savrulurken, her sene yineliyorlar kongrelerini. Yeni tartışmalar açarak, yeni arayışlar yaparak, yeni sözler geliştirerek…

Sene 2022, Alsancak, İzmir, Havagazı Fabrikası. 

Dökümhanedeyiz.

Sözcükler tavında dövülüyor burada, sanat felsefeyle tartışıyor, umut ile düş birbirine karışıyor, bilim üretiliyor. 

Ekranda "yarınların şafağında ezilenlerin seçimi" yazısı, altında "16. Karaburun Bilim Kongresi". Heyecanlı, cıvıl cıvıl bir kalabalık var içeride.

Her sene Karaburun'da yapılan, geçen yıl ise pandemi koşullarında yapılamayan kongre, bu kez mekânsızlıktan Karaburun'da değil; İzmir, Alsancak'taki Havagazı Fabrikasında yapılıyor. Bacası tütmüyor; katran havuzu, fırınları, gazometresi yok artık bu mekânın; ambarı, sayaçları, makine dairesi, su deposu ve atölyeleri yok! 2007'de bir kültür sanat kompleksine dönüştürülmüş Gazhane. İçerde Adorno'nun sesi dolaşıyor, kulaklarda "bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar" fısıltısı… 

Bahçeye çıkıyoruz, Makine Dairesi'nin bir tarafında kütüphane, diğerinde modern tuvaletler. Hepsi tam erişebilir. Ortadaki meydanda sıra sıra dizilmiş stantlar, üzerinde poster ve bildiriler, tarih ve felsefe kitapları; etrafında kadınlı erkekli kalabalık, etik ve sosyoloji söyleşileri. Üzerlerinde serin bir rüzgâr, içinde Bedrettin'den, Börklüce'den, Torlak Kemal'den fısıltılar.

Ekonomi politiğin ustaları Korkut Boratav ve Taner Timur'un sözleri saçılıyor bu sefer ekrandan. İkisi 62 yıllık arkadaşlar. Bugünlere birbirinden öğrenip, birbirini eleştirerek varmışlar. "Sermaye ve iktidar işçi sınıfına karşı" diye konuşuyor Boratav. Son üç yılda reel ücret kaybı yüzde ise yüzde 7 diyor. Son 7 yılda sömürü oranı yüzde 93 artmış. Aynı dönemde üretici fiyatlarıyla yüzde 15, milli gelir esas alındığında ise yüzde 25 gerileme olmuş ücretlerde. Sermayenin altın çağı diye niteliyor son yılları. OHAL'n kanatları altında semiren patronlar, TC tarihinin en eşitsiz ve derin bölüşüm sorunu, sürdürülemez sınıfsal gaddarlık, çaresiz ve örgütsüz bırakılmış emek, siyasal İslamın acımasızlığı altında inleyen çalışanlar, korona günlerinde dahi bütçesini emekçilerden esirgeyen dünyadaki nadir ülkelerden biri…

Konuşmalar birbiri ardına devam ediyor. Yeni arayışların ürettiği yeni sözler, yeni kavramlar dolduruyor salonu. Hintli bir filozofun sözleri geliyor dile:

"Her ülke tarihsel olarak hak ettiği faşizmini yaşar."

 Bölüşüm ilişkilerini rakamlara vuruyor bir diğeri; Avrupa'da yüzde 5 olan asgari ücretle çalışanların oranı Türkiye'de yüzde 57 diyor; gerçekte ise tüm çalışanların üçte ikisi. İslamcı faşizmin iktisadi koşullarını sıralıyor; grevsiz iş yaşamı, ucuz mülteci işgücü, sendikalara egemen olan iktidarın emek sermaye ilişkilerine hâkim olma hali… 

16. Karaburun Bilim Kongresi, Gazhane, İzmir

Saip Dağı'nda bir Civa Fabrikası.

İzmir'in çağdaş yüzü, yeni başkanı Tunç Soyer. 

Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedrettin'in sesine kulak verip Börklüce Mustafa'nın ayak izlerinden yürür mü, bilmem?

Yürürse eğer, orada Saip Dağı'nın eteklerinde, bir manastırın gölgeliklerinde eski bir cıva fabrikasının tarihe göz kırpan siluetinin görür mü? 

Sahipsiz bir tarih yatıyor orada, eski bir cıva fabrikasının kalıntılarında Bedrettin ruhuna lâyık bir kültür merkezi yaparak 604 yıllık bir tarihe selam durur mu? 

Kaybeder miyiz?

Onlar ki Karaburun sırtlarında bir avuç aydındılar.

Onlar ki insanlığın geleceği için sözlerini, 16 yıldan beri dağlara, taşlara fısıldarlar. Ve dahi cümle gayretleri binlerin, milyonların kalbine umut olsun çabasındadırlar.

Hiç kaybeder miyiz?

Civa Fabrikası, Saip Dağı, Karaburun