Yusuf Eradam

30 Nisan 2012

TİYATROFOBİ!

Tiyatro korkusunun kökleri Yunanca theatron (izleme yeri) ve phobia (korku) sözcüklerinin birleşimine dayanır...

 

1 MAYIS İŞÇİ VE EMEKÇİ BAYRAMI KUTLU OLSUN! İşçi filmleri festivalini kaçırmayın. 
 
İşçi filmleri fobisi de tutar adamın şimdi; iyisi mi ben konuma döneyim.
 
 
1. 
 
Tiyatro halk gibidir: Parmak sallanarak, ite kaka, zorbalıkla yönetilmez, alimallah böyle yapanı  tiyatro DEVİRİR! Bunu bilen hegemon teyatrofobi geliştirir (General Sir Ralph Darling gibi) ve tiyatrocular başta olmak üzere tüm sanatçıların çanına ot tıkamak üzere diş biler. Korkusunun üstesinden gelmektense, korku kaynağını ortadan kaldırmaya yemin etmiştir. Hele hele, bir yakınına sahneden Haka dansı yapılmışsa, bu sinirini çuvalla ay çekirdeği yese, bol naneli sakız çiğnese de bastıramaz.
 
Tiyatro korkusunun kökleri Yunanca theatron (izleme yeri) ve phobia (korku) sözcüklerinin birleşimine dayanır. Tüm korkular gibi de tiyatro korkusu travma haline gelmiş yaşantısal bilgi yüzündendir. Yani adamın başına tiyatro yüzünden bir şey gelmiştir, tiyatro başına beladır, canını sıkmıştır, korkusu bundandır. Bu korkuyu tetikleyen olay ya da olaylar vardır da adam onun için “Vay bana ha!” falan olmuştur yani! E, ne yapsın, otoriter kişiliktir muhterem, intikam da soğuk yenen yemektir. Uzun uzun beklemiştir, anksiyete ve korkudan sonra geceleri panik atakları ağırlar olmuştur da nefes darlığı, aşırı ter, bulantı, kuru ağız, kelimeleri kifayetsizce kullanış, titreyen bedeni ve sesi ile gak gak gubarak, dön dön dubarak falan olmuştur kelamı. (Nazan Öncel’den 1994 tarihli “Nazınla Dünya, Sazınla Dünya” ikramımız olsun efendiye). Teknolojik suflörler diye de bilinen promtırlar bile tırlatmıştır adamın bu yanan intikam ateşinden. Ama iktidar ondadır ya, beklemiştir, ilk fırsatta Belediye Reisi’ni tetikçi gibi kullanıp sonra da onun yaptığı bir işmiş gibi kendi harekâtını reisin sosyal ağ sayfasından BEĞEN yapmıştır. (Like yaptım baak!)
 
Birçok fobi, terapi yoluyla giderilebilir. Tiyatrofobi hakkında araştırdım, valla tedavisi yok. Tiyatrolar yerinde ve gücünde durduğu, onlara hükmedilemediği sürece, korkunun kaynağı kurutulamaz. Ben sizi bir özelleştireyim de “istediğiniz oyunu oynayın!” Bakın bakalım, tiyatrolarınızı  kelepir diyerek satacağım “özel” şirketler, çok özel yeşil sermayeli kişiler sizlere iş veriyorlar mı bundan sonra. Hepinizin yedi ceddine kadar araştırıp okuyacağım ki esaminiz bile okunmasın bundan kelli. İtaat etmeyen, istediğimiz oyunda rol kabul etmeyenlere ekmek yok. Yeni tiyatronuzu ya seversiniz, ya terk edersiniz çünkü benim yapacaklarım 1791 yılında Fransa’daki Chapelier yasasının getirilmesi ile ilgisi yok. Amacımız tiyatrolar üstündeki hükümet veya devlet baskısını kaldırıp bir yıl içinde onlarca yeni tiyatro açmak ya da halkın demokratik tercihlerini sahnelemesi değil kuşkusuz.
 
Kanser hastalarına “Alevi misin, Sünni misin?” diye sorulabiliyor artık benim ülkemde. Usta bir oyuncuyum ben ve pek yakında Hitler’li şampuan reklamı gibi beni de “Yeni Anayasayı Onaylayın yoksa canınıza okurum” adlı reklam filminde oynarken göreceksiniz, ödüllerinizi hazırlayın. Bütün başrolleri kendime ayırdım. 
 
2. 
 
Stevenson ve Mary Shelley, bugünlerde yaşasaydı Dr. Jekyll & Mr. Hyde’ı ve Frankenstein’ı yazarken, böyle arketipler yaratırlarken, tiyatronun özündeki Mimesis’i düşünürlerdi. Bazen sanat hayata, bazen de hayat sanata öykünüyor ya. Ondan işte. 
 
Şehir Tiyatrolarının yönetimine el koyan iktidar kendine ihanet etmiyor, şaşırmayınız! Sakarya şahlanır derken, elitleştiğinin, İslami elit sınıflar yarattığının farkında değilmiş gibi davranan bir otoriter kişilikle yönetilen ülkenin 75 milyonluk nüfusunun yine aynı hegemonu yerinde tek güç olmak için yoluna, önüne çıkan bütün demokratik (anayasa mahkemesi gibi) kurumlarının kararlarını “mürebbiye parmak sallaması” diye nitelendirebilmektedir.
 
Amerikan Rönesansı’nın en büyük düşünürlerinden Thoreau’nun şimdi “kült” niteliği kazanmış “On Civil Government” ya da Türkçe’de bilindiği haliyle “Sivil İtaatsizlik Üzerine” adlı denemesinde herkesin aklında kalabilecek en değerli saptamaları,  şunlardır: “En iyi hükümet en az yönetendir.” Aynı denemesi içinde Thoreau, biraz daha düşündükten sonra bu görüşünü şöyle ilerletir: “En iyi hükümet hiç yönetmeyendir.”
 
Thoreau haklıysa, bu hükümet iyi bir hükümet hiç değildir çünkü tipik bir otoriter kişilik hastalığı arkasından bize parmak sallamayın demeden az önce tehditkâr sözlerini “parmak sallayarak” beden dili ile destekleyebilmektedir. Bu arsızlığı nereden edindi diye sormayalım çünkü iktidarın rakipsiz tek sahibi olduğunu bilen kişi ancak böylesine kayıtsız şartsız tek hâkim benim tavrı ile konuşabilir. 75 milyon karar verecek derken de demagoji yapmaktadır, gençliği galeyana getirirken de sadece hasım söyleminde kendi işine yarayan muhalefetteki iki partiye de saldırarak hâkimiyetinin, rakipsiz tek hegemon olduğunun bilinciyle “Ben yapıyorum” diyebilmektedir. Tiyatroları özelleştirme kararını da “Meclise götürüyorum” derken de kullandığı şimdiki zaman, biz buna çoktan karar verdik. Meclis dediğin de ne ki, bizim adamlarımız, hayır olmaz mı diyecekler, yaptım, oldu da bitti, maşallah! Bundan sonra tiyatro da parası olanların alanıdır. Başbakan’ın uygarlıktan, gelişmişlikten anladığı ülkenin satılmadık hiçbir kurumunu bırakmamaktır. Varsan baksan, hangi özel kurumların/kişilerin devlet tiyatrolarını satın alacağı da çoktan kararlaştırılmıştır bile.
 
Deli diye nitelendirilen Thespis, kifayetsiz muhteris siyasetçilere, zorba yöneticilere boyun eğdiği için mi arabasına atlayıp Atina sokaklarında “temsiller” verebilmiştir? Hangi yöneticinin adı geçmektedir tiyatronun ortaya çıkış öyküsünde, hangi politikacının katkısından bahsedilir Dionysos ditiram(b)larında? 
 
Oysa tiyatro sanatçıları alegorik anlatılardaki yaratıklar ya da tanrısal erk sahibi, iktidar figürlerini oynamak isteyince maske kullanmayı akıl etmişlerdir. Hatta seyirciye doğru uzanan bir megafon da geniş ağızlı maskeden dışarı taşarmış ki ses izleyene ulaşsın. Maske, haliyle, başka biriymiş gibilik için şarttır. Başımızdaki iktidar bunu sekiz yıldır yapıyordu, şimdi maskesiz de yaparım diyor çünkü iktidarı ele geçirdiğinin bilgisine sahip, polisinden, havaalanı güvenlik görevlilerine kadar görünen ya da görünmeyen üniformalar giyinmiş kifayetsiz ama yetkili insanların şımarıklık içinde iktidar attırdıklarına tanık oluyoruz. Belli yazarlara yasaklar konacak, oyunlar, oyuncular yasaklanacak, açıkça ya da usulca karşı duran sanatçıların yolları tıkanacak. Kim bilir, belki zorbanın zulmü ve yoldaki sansürleri işe yarar da 1926 yılında Nobel alan George Bernard Shaw’a yapıldığı gibi yasaklar yüzünden ölümsüz yeni yazarlarımız, oyunlarımız ortaya çıkar. Züğürtsek, tesellimiz bu olsun.
 
Ezik yapılı otoriter kişiliklerin iktidarı ele geçirdikleri zaman kendi memleketinde parya olduklarını iddia eden şairlerine de sırtlarını dayayıp zorbalık yapan hegemon ve yandaşları geldikleri gibi giderler, oyla geldilerse, oy oy emine türküsü ile giderler; bunu bilirler, vakitleri de yaklaştığı için, onlar gittikten sonra arkalarından temizlik hareketinin uzun sürmesi için yerleşik ne varsa yakıp yıkmayı  sürdürürler. Bu tavır açgözlü, sonradan görme kişilerin, hırsları yeteneklerini fersah fersah aştığı için kullandıkları, değersizliklerini ancak böyle telafi ettikleri için de iktidarı “kafalarının ermediği” alanlarda da kullanarak “yıkım” çalışmalarını sürdürmektir. Sadece “sanatçı” olmak hevesi değildir bu eylem. Cumhuriyetin kuruluş temellerini yıkma girişiminin devamıdır. Macide Tanır’ın babası, felsefe okumasına bu yüzden karşı çıkmış ya. “Herkes tiyatro sanatçısı olamaz, olabiliyorsanız buyurun” diyerek yolunu açmış ya Macide’nin. 
 
Her yapılana sesini çıkarmayanlar şaşırabilirler, kızabilirler. Tiyatro sanatçısı baş eğmez, asidir, en hımbıl görüneni bile asidir.  Bakınız iki Oskar ödüllü Emma Thompson,  kenara çekilip küpünü dolduracağına, 1 Nisan 2012’de İsrail hükümetini bir oyunu yasakladığı için kınamış. Habima isimli tiyatro grubu İsrail hükümetinin Filistin topraklarını işgal edişini temsil eden oyunlar sergiliyormuş. Bak bak, olacak iş mi, hemen yasaklamalı. E örnek teşkil ediyor tabii, biz de taklit etmeliyiz bu yasakçı tavırları.
 
Hegemon tiyatronun izleyicinin bilincini ayakta tutma veya onu eğitip değiştirip dönüştürme gücünü iyi bilir ve bu yüzdendir ki her alanda halkına gözdağı verdikten sonra tiyatroya, tiyatro sanatçılarına hükmünü geçirmeye çalışır. Örnek yine ABD’dir: 1750 yılında Massachusetts gibi ilk Püriten kolonide, sonraları ise 1780-1790 yılları arasında, Amerika kuruluşunun hemen ardından gelen sancılı yıllarında (Amerikan Devrimi denen dönemde) tiyatroların rahatsız edici fikirler barındırması yüzünden New York, Boston gibi merkezler de dahil birçok yerde sahneye yasaklar getirilmiş ve “elit” diye nitelendirilen tiyatro severlerin, tiyatrosuz yapamayanların dünyasına göz dikilmiştir. Tiyatro ötekileştirilmesi sürecinde hep aynı yöntem izlenmiş ve tiyatro ahlâksızlığa ve dine karşı bir konumda öcü olarak gösterilmiştir. T.C. tarihimizde de yakılan tiyatroları unutmayalım. Ankara’nın 63 yıllık Sanat Kurumu sahnesi ne zaman yakılmıştı, 2009 yılı mı? Madımak’ta 35 kişinin yakılmasının üzerine zaman aşımı utancını bize yaşatanlar, tiyatro yakmaz mı sizce? Muhsin Ertuğrul sahnesinin adı yakında değiştirilirse sesimiz ne kadar gür çıkar acaba?
 
Tiyatro fuayesinde şerbetli açılış törenlerini müteakiben mevlit-i mebusan günlerinin eli kulağındadır. 
Anti-kahramanların zorbaya karşı bir şey yapamadığını bilerek protokoldeki yerimize zamklanmış gibi oturup zorbaca işleri izleme vakti çoktan geçmiştir.
 
Uzaydan dünyaya inen taşlardaki madenleri işleyerek trilyon dolarlık gelir elde etmek isteyen google yöneticileri ve Titanik yönetmeni, yağdır mevlam para diye şirket kurmuşlardır. Osmanlı ya da din ve inanç sömürüsü ile vahşi kapitalizm doludizgin koşmaktadır. Bir taksi şoförü şöyle dedi: “Satılmadık bir arkam kaldı, onun da benim olduğundan emin değilim.”
 
Sahne, hem sanatçının, hem de siyasetçinin iktidar alanıdır. Tiyatro sahnesi ya da siyaset sahnesi. Bu konuda iyi ile kötü çatışacak, ikili karşıtlıkların kavgasından tiyatro ve sinemada hep olduğu gibi İYİ kahramanlar galip çıkacaklar. Bakın şuraya yazıyorum. Demedi demeyin.
 
İktidar, rakipsiz kalınca maskesini çıkarır, bir dönem daha iktidarda kalırlarsa, tiyatro salonlarında işte bu mevlitlerde bizim sandığımız arkamızı kolalayıp yapıştırırız öndeki koltuklara. (Proto-kollon, sözcüğünden gelmiyor muydu ‘protokol’?)
 
3. 
 
Bu bölüm çeviri yapmayı sevenler için. Yazımı uzun bulanlar okumayabilir.
 
“IF PEOPLE ARE TRYING TO BRING YOU DOWN, IT ONLY MEANS THAT YOU ARE ABOVE THEM.”
 
Böylesine basit bir İngilizce tümceyi tiyatrofobik hegemonun işleri bağlamında nasıl çevirirsiniz diye sordum öğrencilerime. (Bu bağlamdan uzak çevirirsek şöyle diyor tümce: “Birileri sizi aşağı indirmeye çalışıyorsa, bunun tek anlamı sizin ondan yukarıda olduğunuzdur.”)
 
Hegemon şöyle bağırır: “Despot aydınların bize tepeden baktıklarını görüyoruz! O zavallılara acıyoruz!” 
Yeniyetme bir psikolog bile böyle konuşan egemene “aşağılık kompleksinden muzdariptir tanısı” koyabilir.
 
Öğrencilerin tiyatrofobi bağlamı üzerinden yaptığı çeviriler şöyle: (öğrencilerin gözlerini bantladım, isimlerinin de baş harflerini yazıyorum, neme lazım): 
 
T.Y: Eğer birileri sizi sahneden indirmeye çalışıyorsa, bunun tek bir anlamı vardır, sizin sahnede olmanız onları “aşağı indiriyordur”.
 
N.D: Alaşağı etmek istiyorsa (sanattan yoksun) insanlar sizi, (bilin ki) sadece paçanıza erişebilir aşağılık elleri.
 
M. S: Eğer birileri sizi aşağı çekmeye çalışıyorsa, bu sizin onlardan yukarıda olduğunuz manasına gelir.
 
N.S: (pek beğenmeyerek çevirmiş ama önerileri şöyle) : 1. 'Biri sizi kendi seviyesine indirmeye çalışıyorsa, bu zaten sizin o kişiden çok daha yüksek bir seviyede olduğunuz manasına gelir.'   2. 'Eğer biri sizi kendi seviyesine indirmeye çalışıyorsa, bu zaten sizin o kişiden çok daha yüksek bir seviyede olduğunuz anlamına gelir.' 3. 'Biri sizi kendi seviyesine indirmeye çalışıyorsa, bu zaten onlardan daha yüksek bir seviyedesiniz demektir.' 4. 'Sizin seviyenize yükselemeyen kişiler sizi kendi seviyelerine indirmeye çalışırlar.' 5. 'Sahneye çıkamayanlar, sahneyi aşağı indirmeye çalışırlar.' 6. 'Sahneye çıkamayanlar, sahnedekileri aşağı indirmeyi tercih ederler.'
 
G: K:  1. Eğer birileri sizi aşağıya çekmeye çalışıyorlarsa bu bir tek, onların üstünde olduğunuz anlamına gelir.   ‎2. Eğer birileri sizi aşağıya indirmeye çalışıyorlarsa, bu yalnızca onların üstündesiniz demektir.
 
O. D: ‎"Alçaklar, üste çıkmaya çalışmayın!" ya da "Hainler, zeytinyağı kullanmasın". (Yaratıcı çeviri yapacak ya duygusal feveran içinde ne yapsın? Kimin öğrencisi?)
 
N.S.G:  Can Yücel çevirseydi 'aşağı çeksin ki çıkalım' derdi, ben demezdim, o derdi ya da şunu da diyebilirdi 'dibe vurmadan çıkılmaz'-böyle derdi çünkü Can Baba iğneyi her zaman kendimize de batırırdı ki çuvaldızı zevkle onlara batırabilsin
 
Evet öğrenciler böyle çevirdiler ödev tümceyi; hemen hepsi de kabul edilebilir çeviriler, çeşitli yan anlam veya abartılı ya da duygusal eklemelerle birlikte de olsa. Bir meslektaşım da şöyle çevirdi, gülerek:  
"Sizi altına almaya çalışan, üstte olduğunuzu biliyordur." Sonra da "Woman on Top" (2000) adlı filmi izlememi salık verdi.
 
İktidar koltuğu yine marifetini ifa etmiş, onun üstüne oturan “küçük ve ezik adamların” kendilerini büyük sanmalarını sağlamıştır. Tiyatroda, sinemada “revanche de dieu” (tanrının rövanşı) diye bir kavramı unutmayalım. Yola misilleme amacı, intikam ihtiyacı ile koyulursanız aynı yoldan sizi de alaşağı etmek üzere karşıt ya da başka bir güç de kendi rövanşını arayacaktır.  Tarih ve tiyatro halklarını birbirine düşüren zorbaların alaşağı edilişlerinin öyküleri ile doludur. Kimse protokol koltuklarına arkalarını yapıştırıp Godot beklemiyor artık. Seçilmiş kahraman beklemeyeceğiz. Acilen solu yeniden güçlendirmek üzere örgütlenmek lazım.
 
Bu 75 milyonun eğriyi doğruyu anlamasına çok az kaldı, vahşi kapitalizm canımıza tak etti, Yalan Dünya dizisinin iddia ettiği gibi tükenmedi henüz, ama tükenecek. Böyle giderse dünya tükenecek çünkü Tevfik Fikret’i ve “Han-ı Yağma” başlıklı şiirini anımsayalım.
 
İnançlı insanlar arasına da nifak sokuldu ya birkaç İngiliz oyun yazarının birlikte yazdığı 70li yılların Deeds (İşler) adlı piyesindeki gibi pek yakında herkes egemenin emri üzerine doğurduğu 3 çocuğun adını da kızlı oğlanlı Geronimo koyarsa şaşırmayın. Kara komedi olur yahu!