Yusuf Eradam

22 Ekim 2010

İTAAT KÜLTÜRÜ 1 : ÇOĞUNLUK

Bahtiyar kölelerden biri oldum ben de, sevgili dostum Lito Elio Porto’nun şiirindeki (Happy Slaves) gibi...


Savunabileceğimi sandığım işleri yapmaktansa, yaptığım işleri savunmayı öğrendim.” Bahtiyar kölelerden biri oldum ben de, sevgili dostum Lito Elio Porto’nun şiirindeki (Happy Slaves) gibi. Lakin çocukluğumdan, yatılı okulda “Bavulunu veririm eline ha!” tehditlerine karşın doğru bildiğimden şaşmadığımı da iyi bilirim. Doktoram için David Mercer’ın oyunlarını belki bu yüzden çalışmışımdır. Bu yüzden yukarıdaki sözünü derslerimde sık sık alıntılarım. Bu boyun eğmez yanımı bilen kifayetsiz muhterisler, beni kaprisli bulduklarını yüzüme de söylemişlerdir ve haliyle benimle çalışılması zordur. 
Güneşli bir İstanbul seherinde Sanatkârlar Parkı’ndan gelen kötü saksafon cazırtılarına kulak kabartarak yazıyorum bu yazıyı. Balkonuma uzansam dokunacağım kadar yakın hoparlörden ezan sesi geliyor. Sabah ezanı diğerlerinden daha zor, diye geçiriyorum içimden. Yarım, çeyrek sesleri ne güzel çıkarıyor. Müezzin değişmiş, bu bağırmıyor, Türk Sanat Müziği gibi okuyor ezanı. Ses rengi de harika. Armonik ezan bağırmaya, kulaklarımızın ayarlandığı desibel kabulünden fazlasında itici geliyor. Boğaz’a karşı silahını kendince konuşturan, konuşturduğunu sanan biri yine boğaza karşı yaşayanları uyandırmış olmalı ki merakla balkona çıkmamla birlikte başkalarının da adamı susturmak için pencere ve balkonlara doluştuklarını görüyorum. Armonik sesler çıkarmamakta direnen aletini bu kez evlere doğru yönelten müzisyeni ben alkışlıyorum, fakat diğerleri öyle değil. 
Tootsie filminde kadın kılığındaki Dustin Hoffman, kendisini kadın sanan yaşlı çapkın oyuncunun penceresi önünde Romeolaşıp şarkı söyleyerek mahalleyi uyandırması üzerine adamı içeri alması gerekir de daha sonra ev arkadaşı onu gay sanır, çapkın adam da onu kadın Hoffman’ın sevgilisi sanır. Böyle bir durum komedisi için yazılmış bir sahne izleriz. Halbuki ben orada ne düşünürüm: Bu hareket yüzeysel analizde komik bir sahnedir kuşkusuz ama sistem de böyle yapar. Kendisini, çoğunluğu rahatsız edeni ya dışarı atar, imha eder, ya da içeri alır, evcilleştirir, böyle yok eder. Önceleri sistemi eleştiren gözüpek oyunlar yazan Arthur Miller ve Arnold Wesker da daha sonra aile dramları yazıp evcilleşmişlerdir.
Altın portakalı bu yıl alan Çoğunluk (Seren Yüce) filminde de çarpıcı, şaşırdığımız, ağlanacak ya da bize kahkahalar attıracak, özetle bizi katarsisten geçirip rahatlatacak bir şeyler yoktu; alnımıza yumruk yemiş gibi de olmadık. Birçok açıdan bir başyapıt diye nitelendirmekte güçlük çeksem de, halimiz budur, çoğunluğun böyledir dedi ki bu durumda “tehlike çanlarını da çalmış oldu. Filmde Mertkan ile özdeşleşmek mümkün olmadığından, çoğunluğun baskısını üstünde hisseden biri gibi görmedim o karakteri. Çekirdek aile, orta sınıf egemenliğine geçmiştir ve tıpkı Amerikan Güzeli ve Vavien’de işlendiği gibi kutsal ailenin yalan dolan ve baskıcı, ataerkil, milliyetçi bir düzenek üzerine kurulu olduğunu, bu erkin ise annenin deyişi ile “duygusuz” olduğunu vurgulayan bir film. Afişindeki gibi aile TV’de gördüğümüz aile, ama boş sandalyeleri dolduracak insan yok. Eşya dolu evde aileyiz yanılsama resmi ile biten film çoğunluğun resmini çizdi. 
Aslına bakacak olursanız, arkadaşım Ertuğrul Keniş’in de dediği gibi, daha önce o isimde başka bir film çekilmiş olmasaydı, bu filmin adı da pekâlâ Pandora’nın Kutusu olabilirmiş. Neden mi? Yunan mitolojisinde “bütün armağanlar” anlamına gelen Pandora ölümlü ilk kadındır ya ve bütün tanrıların da ona armağanlar vermesi gerekmektedir ya, aslında Pandora’ya verilen kutu tanrı Jüpiter’in kutusudur ki kadına vermiştir. Kutu açıldığında içindeki insanlığın bütün kötülükler, dertler çıkacaktır ya da çıkmalıdır ki çaresi, devası (Panakeios) düşünülsün. Çoğunluk filminde açılan kutudan çıkan dertler ya da çoğunluğu belirleyen acilen devası, çaresi bulunması gereken davranış ya da halleri Adorno’ya bağlayarak incelemek istiyorum. Baba karakterinin, fallomorfik düzenin bir parçası olarak otoriter kişilik sergilemesi Adorno’nun kuramını pek güzel örnekler çünkü filmdeki babaya ve adıyla hiç de müsemma olmayan oğlu Mertkan’a Adorno’nun 1955’de yayımlanan kitabındaki F-testini (F: Faşist) uygularsak oluşmuş (baba) ve ona dönüşen (kifayetsiz muhteris oğlu) otoriter kişilik:
1. Doğru ve yanlış davranışlar konusunda geleneksel inançlara sıkı sıkıya bağlıdır, öyle görünmektedir; örneğin camide namaz kılar; merkeze (Taksim’e) çıkar; askerlik yapar, yapacaktır; eli silah tutacaktır;
2. Kabul edilmiş/onanmış otoriteye saygı gösterilmesi gerekliliğine inanmaktadır, kendisinin de böyle bir erk mihrakı olduğuna inanmaktadır;
3. Kendisi gibi geleneksel düşünmeyenlere karşı küstahlığını ya da saldırganlığını esirgemez (evlerindeki temizlik işçisi kadın onun oğluna “Mertçim” dedi diye azarlar: “Mertcim değil, Mertkan” diye, fakat kendisi oğluna takmadık isim, etmedik hakaret bırakmaz;
4. Genel olarak insanların sahtekâr olduğuna inanır, oğlunu da öyle yetiştirir ki bir çeşit lümpen örneği Mertkan (giyim kuşamına, tombulluğuna, bedenin sağlıksız görünümüne de yansımıştır bu) İzmit’e inşaatın başında durmaya gittiğinde Kürt ustabaşının yaptığı duvarı beğenmez ve yık yeniden yap deyiverir. Ama doğrusu bu deyince de usta ve kahya, Mertkan cinaslı bir şekilde: “Ben anlamam!”diyerek otoriter kişiliğe dönüştüğünü kanıtlar. Armut dibine düşmüştür. 
5. Ödün vermeyen bir lider, otoritedir ve oğlunun da öyle olmasını ister. Filmin sonunda yeniden evine, mobilya ve eşya arasına sıkıştırılmış sofrada yerini alabilmesi de bunun kanıtıdır. Ne kahya ile ne de işçilerle birlikte yemek yemez Mertkan.
6. TV’nin gücüne inanır, özellikle sofradayken TV hep açıktır (içinden AKP geçen haber-yorum). Televizyon ev içinde dördüncü bir karakter gibidir, her zaman açıktır, TV ve cep telefonu bir anda birden fazla yerdedir (ubiquity). TV ile medya gücü ve baskın varlığı vurgulanırken kitlesel popüler kültür simgelerinden Fenerbahçe bayrağı ve Fener forması giymiş futbolcu torsosu (kafasız biblo) da başka bir göstergedir.
7. Ahlâkın bittiğine inanır. Bütün dertlerimizin başı da, ona göre, budur. Halbuki, her konuda olduğu gibi, bu konuda da iki yüzlüdür ve kaskodan para alabilmek için polise rüşvet verip raporu değiştirmeyi Mertkan beceremeyince, oğlunun pisliğini kendisi temizler ve raporu ne yapar ne eder alır.
8. İkili karşıtlıklara inanır; dünya görüşü ya aktır, ya da karadır. Çıkarları söz konusu olduğunda da tehlikeli fikirlere, yasal olmayan iş ve davranışlara açıktır. Babasının izinden giden Mertkan her yaptığından kolaylıkla sıyrılabileceğini öğrenir.
9. Sevemez (karısına kayıtsızdır, kadir kıymet bilmez) ve sekse düşkündür. Film babanın başka kadınlarla cinsel ilişkisi olduğunu işlememiştir fakat Mertkan sevdiğini sandığı kız ile sadece seks için beraberdir. Seviştikten sonra hemen uzaktan kumandayı eline alıp TV karşısına geçişi bunu gösterir. Kızın adet zamanında bile onun sağlığı için endişelenmez de “Hastalığın ne kadar sürecek” diye sorar. Kızla sadece seks yapabilmek için ilgilidir. Arkadaşları da ona bu doğrultuda öğütler verirler, kızlar cinsel metalardır: “Çakacaksın, bırakacaksın!” Çakıp da bırakacak kadar vicdansız da değildir Mertkan ama esmer Kürt sevgilisini Çingene sanarak her iki halkı da aşağılayan serseri arkadaşlarına karşı çıkacak bilince de sahip değildir. 
10. Şiddete eğilimlidir. Yanlış yere park eden arabanın aynasını kırar. Babanın bu özelliği Mertkan’a tokat atması ile gösterilir sadece. Mertkan da bunu görmüş, öğrenmiş olmalıdır ki filmin ilk karelerinde temizlikçiyi tekmelemeyi daha çocukken yapmayı akıl etmiştir çünkü bir evin tek erkek çocuğudur ve şımartılmıştır, fakat havlayan köpekten korkar, kendisine selam veren Kürt ustanın ona kötülük yapacağını sanır ve silah edinmek ister, haksızlık ettiği taksicinin onu izleyip intikamını alacağından endişe eder vb. Ona hep ötekileştirme öğretilir çünkü “ Dikkat et, bunlar memleketi böler, tamam mı koçum!”  Film, ötekileştirmeyi kışkırtmaz, durum sergilediği için tam tersine, ötekileri merak ettirir. Kürt ustaya, şoföre haksızlık edilir, çocuklara duygu sömürü yaparak kâağıt mendil sattırılır vb.
11. İş adamlarının ve esnafın bu memleket için daha önemli olduğuna inanır. En yakın dostu mafya kılıklı, kilimci Necmi, oğlu Mertkan’ı asker olmaya zorlamaktadır ve onun bir kirli işten yakasını sıyırmasını sağlar fakat Mertkan giderken de arkasından fazla bakar ve sadece bu sahnede Necmi ağabeyin Mertkan ile başka türlü de ilgilendiği iması verilir. 
12. Sanatın önemsiz olduğuna inanır. Mertkan’ın kız arkadaşının armağanı Türk mimarisi hakkındaki kitaba bir türlü ısınamayışı da bunu gösterir. Mertkan, ayrıca arabesk dinler, zorla da olsa pop/disko müziği ile dans eder.
13. Tıpkı Edgar Allan Poe’nun Amontillado Fıçısı’ndaki Montresor gibi, şerefine hakaretin cezasız kalmaması gerektiğine inanır. Herkes gibi düşünmeyen herkese karşı şiddet uygulanması doğrudur, sınıfsal farklardan dolayı diğer sınıftan insanların trajedilerine kayıtsızlık had safhadadır. (Temizlikçi kadının ölüm haberini alır almaz sadece “Allah Rahmet Eylesin” diyen baba,  oğluna “Ne yatıyon lan?” diye sorar. Cevap iletişimsizlik kanıtıdır: Hiç yatıyom işte.) 
14. Oğluna yetersizliklerini, haliyle korkularını biriktirip dönüşürken başkalarına hınç alma şeklinde yansıtmayı (projeksiyon) da öğretmiştir. 
15. Haliyle, insanların güçlüler ve güçsüzler diye ikiye ayrıldığına inanır.
16. İrademiz yeterince güçlüyse bizi hiçbir şeyin tutamayacağına inanır.
17. Ahlâksız, çirkin, engelli (beyaz ya da arî olmayan) aptal kişiler ya da filmdeki gibi anası babası kimdir neyin nesidir bir kızın değersiz olduğuna inanır. Onlar sevilmeyi hak etmezler. Mertkan, arkadaşları travesti ile pazarlık yaparlarken hışımla arabasına biner. Travesti ondan hoşlanmadığını söyler.
Film çoğunluğun böyle olduğunu söyledi bana, bu yüzden de bir itaat kültürü ürünü ve bir eşik karakteri Mertkan’ın itleşerek dönüşüm öyküsü aynı zamanda (filmin zirve sahnesinde taksi şoförüne sarılıp ağladığında gördüğü ezik it, Mertkan’ın ta kendisidir ve Dogville’in finaline anıştırmadır, o denli çarpıcı olmasa da.) Film, bu dertlere çare, deva bir ot (panacea) önermiyor. Mertkan, ilerde tabancası ile Grace gibi can mı alacaktır bilinmez. Ama film, durumumuz budur diyor sadece ve yeterince. Bu yazı dizimin başlığını bana veren sevgili mesai arkadaşım Övgü Tüzün’ün “Son zamanlarda beni çarpan bir film izlemedim” demesinin altında yatan gerçekler arasında bu farkındalık da olabilir, hayatta hiçbir şeyden çarpılacak denli etkilenmeyecek kadar yaşamışlık ya da gözlemlemişlik de biz bahtiyar kölelerin sıkıntısı. Dilimizi ısıralım Övgücüm. Film şaşırtmadı ama hayat şaşırtır.