Yılmaz Murat Bilican

27 Nisan 2023

PAL İzmir'de iklim için düşünen bedenler

PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi beni bu düşüncelere sevk etti

Platon, Phaedrus adlı eserinde, insan ruhunu üç parçalı bir yapı olarak tanımlarken bir mitostan hareket eder. Bu mitosta, insan ruhu bir at arabasına benzetilir. Biri beyaz, biri siyah iki atın çektiği bu arabanın bir de sürücüsü vardır. Beyaz at sürücüsünün talimatlarına uyma eğiliminde olan uysal bir at iken, siyah olanı ise kolay dizginlenemeyen, sürücünün isteklerinin tersini yapma eğiliminde isyankâr ve hırçın bir attır. Mitosa göre tanrısal hakikate ulaşmanın yolu, bu arabanın iyi idare edilmesinden geçer. Platon bu benzetmeden yola çıkarak, at arabasındaki sürücünün yerine, insan vücudunda baş kısmında yer alan akıllı parçayı, beyaz at yerine insanda kalbe karşılık gelen ve kendisini öfke ve atılganlıkla gösteren parçayı, siyah at yerine ise vücudumuzda mide ve diyaframa karşılık gelen bütün haz ve acıların, iştah ve arzuların yer aldığı parçayı koyar. Filozofa göre, her parça kendi sınırlarını bildiği ölçüde insan ruhunda belli bir düzen sağlanacaktır. Akıllı parça mutlak hükmeden, diğer parçalar ise ona boyun eğmek konumunda olmalıdırlar. Beyaz ata hükmetmek daha kolayken, özellikle siyah atın dizginlenip yola getirilmesi zordur. İnsan ruhunda olduğu gibi evrendeki her şey, aklın buyruğunda olduğu sürece belli bir düzen sağlanabilir. Aksi durum hem insan ruhu hem evren için bir kaostur.

Platon örneğinde olduğu gibi Antik Çağ rasyonalizminin insanın kendi bedeni ve dış dünya ile kurduğu bu hiyerarşik ilişki, düşünce tarihinin her döneminde baskın bir yaklaşım olarak var olagelmiştir. Beden, maddeyle kirlenmiş, tıpkı doğa gibi hep bir değişim ve akış içinde yok olup gitmeye, ölüme mahkumken, akılsal olan, her tür değişmeden muaf olarak ölümsüzlükle taçlandırılıp yüceltilmiştir. Akıl insanın mutluluğu ve hakikate ulaşmasının tek aracı olurken, beden her zaman, istenmeyen duyguların, tutkuların, kötülüğün, kaosun kaynağı olarak, adeta içinde olmaktan utanılası bir şey olmuştur. Ne yazıktır ki insan bedensiz olamayacağı için, onun yaratabileceği sakıncalar aklın mutlak hükmü sayesinde dizginlenip, kontrol altına alınabilir, alınmalıdır.

Orta Çağ teolojik düşünce sisteminde durum doğa aleyhine daha da karardı, beden ve doğa yok sayılıp gözler gökyüzüne ve öteki dünyaya çevrildi. Günümüzde de baskın olduğunu söyleyebileceğimiz, modern düşüncenin doğumuna da karşılık gelen asıl kırılma ise, Descartes'ın beden ve ruhu birbirinden kesin çizgilerle ayırdığı Kartezyen dünya görüşüyle yaşandı. Böylece merkeze oturtulan düşünen insan, doğal hayatın, toprağın, tüm hayvan ve bitkilerin kontrolsüz tek hâkimi haline geldi. Bu da Aydınlanma düşüncesi ve modernizmle birlikte, insanın ekonomik çıkarları doğrultusunda hemen her şeyi kendi hizmetinde bir mülk olarak görmesi, tepe tepe kullanabilmesi sonuçlarını doğurdu.

İklim krizinin yol açtığı felaketler kapımıza dayanmışken, bilim dünyasının sonumuzun gelmekte olduğuna dair söylemleri ortadayken, üstelik ekolojik sorunlar birçok hükümet programında kendine yer bulmuşken hâlâ daha ciddi sayılabilecek adımların atılmıyor olmasının arka planında insanın kendi bedeni ve doğa hakkındaki bu bakış açısını bulabiliriz. Doğaya yönelik, onu istediğimiz gibi çekip çevirme, pervasızca kullanma, onun efendisi olma yaklaşımı, içinde bulunduğumuz ekolojik felaketlere, bedene karşı gösterdiğimiz benzer yaklaşım ise toplumsal yaşantımızda ötekileştirme, cinsiyet ayrımcılığı, ırkçılık, kimlik gibi temel sorunlara kaynaklık ediyorlar. Ortaya çıkan bu sonuçlara baktığımızda bizim artık yeni bir bakış açısı ve düşünme biçimi geliştirmemiz acil bir gereksinim olarak öne çıkıyor. 

Beni bu düşüncelere, heyecanla izlediğim, PAL İzmir (Performans Araştırmaları Laboratuvarı) tarafından düzenlenen ve atölye yürütücülüğü Michael Maurissens'in, sanat yönetimini Serenay Oğuz'un üstlendiği "İklim adaleti için düşünen bedenler" başlığıyla 21-24 Nisan tarihlerinde, dansçılar, görsel sanatçılar ve kamera aracılığıyla hareketi keşfetmekle ilgilenen herkes için açık çağrıyla düzenlenmiş olan, Screendance Workshop'un kapanış filmleri gösterimi sevk etti. Dört gün süren atölye kapsamında; ilk gün, oluşturulan 4 ayrı grupla, iklim krizi hakkında hazırlanmış sorular üzerinden teorik grup çalışmaları yapıldığını ve sonrasında, teknik olasılıklar, seçimler, koreografik düşünce, estetik, kompozisyon ve görsel dil üzerine konuşulmuş olduğunu öğrendim. İkinci ve üçüncü gün gruplar kendi seçtikleri mekanlarda dans edip, çekimler yapmış ve son kurgu için çalışmışlardı. Dördüncü akşam, ortaya çıkan filmlerin herkese açık gösterimi vardı. Gösterim sonunda, projenin iki mimarı Michael Maurissens ve Serenay Oğuz'a, projeyi en iyi onların anlatabileceği düşüncesiyle bazı sorular sordum. Yazımı Spinoza'dan "bir bedenin neler yapabileceğini hâlâ bilmiyoruz" alıntısıyla noktalayıp sözü onlara bırakıyorum.

- Bu atölyeyi nasıl planladınız, neyi amaçladınız?

Michael: Atölye, katılımcıları işbirlikçi bir uygulamada yaratmaya, birlikte üretmeye davet olarak tasarlandı. Katılımcılardan ilk olarak, iklim kriziyle ilgili kendi düşünce ve görüntülerini toplamaları, bunları diğer katılımcılarla paylaşmaları ve oluşan bu koleksiyonu kısa bir dans filmi için, kavramlar, durumlar ve fikirler geliştirmek için bir başlangıç noktası olarak almaları istendi. Amaç, hareket eden bedeni ve film dilini kullanarak benzersiz bir sanat eseri yaratmayı keşfetme, risk alma ve deneme konusunda katılımcılara ilham vermekti. Atölyeyi yönetirken başlıca sorularımız şunlar oldu: Beni ne harekete geçirir? Fiziksel olarak çevremle nasıl ilişki kurabilirim? (Evren doğrusal değildir, çalkantılı ve kaotiktir, dinamiktir, Tekdüzelik değil çeşitlilik yaratır.) İklim krizi kapımıza dayanmışken, sanatçı neyi, nasıl yapar? Beden ve onun hareketi nasıl filme alınır? Kamera nasıl kullanılabilir?

Serenay: Screendance atölyesi Michael'in uzun zamandır sürdürdüğü bir çalışma. Dans ve kamera ilişkisi üzerine derinlikli bir şekilde çalıştığını gördüğümde heyecan duydum ve bizim "İklim adaleti için düşünen bedenler" projemizi kendisiyle paylaştım. Projemiz, merkezine iklim krizi üzerine düşünmeyi teşvik etmeyi alıyordu. Maalesef biz sanatçılar, bazen sanat üretiminin büyüsüne kapılıp yaşadığımız çevreye olan sorumluluklarımızı unutabiliyoruz. Bu nedenle, sanatçıların farklı alanlarla bir araya gelmesini bu projede çok önemsedim: Dans- Beden (doğa ile organik bağı dolayısıyla), aktivizm (iklim krizi karşısında örgütlenme becerisi geliştirmek için), felsefe (kavramsal çerçevelerimizi kurabilmek, doğru soruları sormak, doğru motivasyonları bulmak için) ve video sanatı (günümüz dünyası imkanlarında görünürlük ve ulaşılabilirliği en hızlı medyum olmasının yanı sıra yepyeni perspektifler ile sonsuz olasılıklar yaratabildiği için.)

- İklim krizi/adaleti ile beden arasında nasıl bir ilişki kurdunuz?

Michael: Öncelikle, bedenin krizin ortasında olduğunu, anlamak ve kabul etmek gerek. Sanayileşme, tüketim, insanın rahat yaşam idealleri, ulaşım sistemleri ve besin zinciri gibi günümüz büyük yaşam dinamiklerini kırmak daha zor olabilir. Ancak değişikliklerin bireysel eylemlerimizden başladığını ve dahil olduğumuz topluluklar içinde adım adım yayıldığını kabul etmek gerekir.

Serenay: Beden ve doğanın bağı üzerine söylenecek hiçbir söz bulamıyorum. O kadar açık bir şekilde orada ki… (Orada demem bile bu bağın nasıl zayıfladığının bir örneği aslında.) Sadece durup 5 dakika rüzgârı hissetmeyi denemeli...

- 4 gün yoğun bir şekilde süren bu atölyeden ne gibi sonuçlar elde ettiniz? 

Michael: Seçimler, estetik, stiller ve yaklaşımlar açısından çeşitlilik gösteren çok güçlü bir dizi film üretildi. Hareket eden bedenler mevcudiyetini güçlü bir şekilde gösterdi ve izleyicileri çevre ile beden arasındaki ilişki üzerine düşünmeye yöneltti.

Serenay: Sanat estetiği olarak ortaya çıkan işlerin herbiri muhteşemdi ama beni en çok etkileyen, atölyemizdeki birbirinden farklı disiplinlerden, yaşlardan, sosyo-ekonomik çevrelerden katılan (bu mikro toplum ortamında demek istiyorum neredeyse) insanların birbirlerine yeterli dinleme ve birlikte düşünme alanı açtığında, her krizin ne kadar kolay çözüldüğünü izlemek hayatımın en güzel deneyimiydi. Ayrıca, kalabalık topluluklarda ilham motivasyonları yaratmanın da yollarını keşfetmiş oldum bu atölye sürecinde. 

- Proje sizce amacına ulaştı mı?

Michael: Evet kesinlikle, bence katılımcılar, sıfırdan çalışarak, birlikte yaratma becerilerini bir araya getirerek ve daha önce tanımadıkları diğer kişilerle iletişim kurarak bu kadar kısa sürede olağanüstü bir başarı elde ettiler. Aynı zamanda fikir, görüş ve önerilerimizi verimli ve saygılı bir şekilde birbirimizle paylaşmayı başardık. Ve kendi adıma, biriktirdiğim bilgi ve tecrübeleri sanatçı arkadaşlarımla ve özellikle genç kuşakla paylaşabilmek ve sanatçıların heyecanlanıp ilham almalarına tanık olmak benim için çok tatmin ediciydi.

Serenay: Evet. İklim krizi odağında gayet çarpıcı içerikler üretildi, (projemizin ikinci ayağına hazır hale de geldik) hem kolektif üretim alanında uygulama pratiği edinildi, hem atölyede tanışan katılımcı sanatçılar yeni ağlar kurdular ve buradan aldıkları enerji ve motivasyonla yeni planlar yaptılar. Hepsinden önemlisi de tüm bunlar keyifle, neşeyle ve çoşkuyla yaşandı.


NOT: Atölye çalışmalarında üretilen dans filmlerinin fragmanlarına buradan ulaşabilirsiniz.