Yılmaz Murat Bilican

12 Temmuz 2023

Galileo, Descartes ve doğruyu söylemek

Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler

İnsanın doğru veya hakikat olarak bildiği şeyi, bundan yoksun olduğunu düşündüğü başkalarına söylemesi, yazması, en basit haliyle, son derece doğal ve kendisinden beklenir bir şeydir. Fakat dile getirdiği bu hakikat nedeniyle kişi dışlanacak, suçlanacak, cezalandırılacaksa, böyle bir olasılık varsa, bu durumda doğruyu söylemek basit anlamının ötesinde bir anlam kazanır. Oldukça sancılı bir durum; ya susulacak ve hakikat kendine saklanacak, ya da riske girilip, sonuçlarına katlanılarak, her şeye rağmen söylenecek, yazılacak. Peki, ne yapılmalıdır?

Antik Yunan dünyasından günümüze taşınan ve özellikle Michel Foucault'un üzerinde durduğu parrhesia kavramı hakikati dile getirmek, söylemek anlamına gelir. Parrhesia kullanan, hakikati söyleyen kişiye parrhesiastes denir. Parrhesiastes, doğru olduğunu bildiği şeyi, herhangi bir şekilde söz oyunlarına başvurmadan dosdoğru olarak söyleyen kişidir. Fakat doğruyu söylemek tek başına parrhesia kullanmak anlamına gelmez. Kavramın anlamını bulması için doğruyu söylemenin aynı zamanda söyleyen kişi için belli bir risk taşıması gerekir. Yani parrhesia kullanan kişi bu yaptığı şey nedeniyle belli bir zarar görme (öldürülme, hapse girme, sürülme, hor görülme, dışlanma vb.) riskini de göze alıyor olmalıdır. Böyle bir riskin olabilmesi için de doğruyu söyleyen ile söylenen arasında hiyerarşik bir ilişkinin olması, doğruyu söylediğiniz kişinin sizden daha üst bir konumda, size yaptırım uygulayabilecek belli bir güce sahip olması gerekir. Ortada bir risk yoksa zaten herkes doğruyu söyleyebilir ve bu parrhesia kullanmak anlamına gelmez. Örneğin bir bilim insanının yaptığı araştırmalar sonucunda bulduğu doğruları açıklaması beklenen bir durumdur. Ancak bu açıkladığı doğrular, örneğin iktidar politikalarına veya dinsel otoritelerin görüşlerine ters düşüyorsa ve bu nedenle bilim insanının işinden atılma, hapse girme, herhangi bir şekilde zarar görme, öldürülme olasılığı varsa bilim insanı parrhesia kullanmış olur. Dolayısıyla şunu da diyebiliriz ki parrhesia doğası gereği, geçerli paradigmaya, iktidara, otoriteye karşı aynı zamanda bir eleştiri içermek durumundadır. Parrhesia kullanan kişi hakikati, söylenmesi gerektiğine inandığı için söyler ve bunu ahlaki bir sorumluluktur olarak görür.

1564-1642 yılları arasında yaşayan İtalyan bilim adamı Galileo Galilei'nin adını duymayan yoktur. Bilim dünyası tarafından, astronominin, modern fiziğin, bilimin babası ünvanlarıyla anılan Galileo, özellikle kiliseyle olan çatışması ve engizisyon mahkemesi tarafından cezalandırılmasıyla tanınır. Peki, Galileo yargılanma aşamasına nasıl gelmiştir? 1610 yılında yayınladığı Yıldız Habercisi adlı kitabıyla kilise çevrelerinin ilk tepkilerini üzerine çekmeye başlayan Galileo, bu eserinde, kendisinden çok önce 1543 yılında binlerce yıldır Aristoteles ve Batlamyus modeline dayalı yer merkezli evren görüşünü yıkan Kopernikus'un güneş merkezli evren anlayışını destekler. Galileo'nun bu konudaki suskunluğunu bozan şey, onun yeni geliştirilmiş bulunan teleskopla yaptığı gözlemleridir. Yeni ve kendisinin daha da geliştirdiği teleskop modeliyle yaptığı gözlemler sonrasında yayınladığı Güneş Lekeleri Üzerine Mektuplar adlı kitabı ile Kopernikus'un bu olağanüstü sayılabilecek kuramının gözlem ve deneye dayanmayan bilimsel eksikliklerini gidermiş, onu adeta tescillemiş oluyordu.

Galileo'nun kitabı kısa sürede dinsel çevreler arasında konuşulmaya başlar. Kendisine yönelik büyüyen muhalefetin farkında olan Galileo görüşlerini açıklamaya çalışması aldığı riskin daha da büyümesine neden olur. Sonuçta Roma Katolik Kilisesi iki kesin hüküm yayınlar: Güneşin, yerin çevresinde dönmediği, yerin merkezde sabit değil Güneş çevresinde dönen bir gezegen olduğu fikri kutsal öğretiye aykırı, saçma ve yanlıştır. 5 Mart 1616 tarihinde Papa V. Paul tarafından yayımlanan kararnameyle de Kopernikçi anlayış yasaklanır. Papa kararın özel olarak Galileo'ya da duyurulmasını ve Kopernikçi görüşlerin "hiçbir şekilde sözel ya da yazılı biçimde benimsenmemesi, öğretilmemesi ve savunulmamasını" emreder.

Galileo boş durmaz, 1623 yılında yakın arkadaşı Barberini VIII. Urban adıyla Papa seçilince, Kopernikçilik üstündeki yasakları kaldırabilmek amacıyla Roma'ya giderse de sonuç kesin olarak olumsuzdur ve bu konuda yazmak kesinlikle yasaktır. Galileo yine durmaz ve bu sefer İki Dünya Sistemi Hakkında Diyalog adlı yeni bir kitap yazar. Bu kitabında Platoncu diyalog yöntemini kullanarak Salviati, Simplicio ve Sagredo adlarıyla üç karakteri tartıştırır. Salvatio yeni fikirleri, Simplicio gelenek adına eski fikirleri savunur, Sagredo ise tarafsızdır ve duruma nesnel olarak bakar. Papa derhal soruşturma başlatır. İddia, Galileo'nun uyarıldığı halde 1616 yılı yasaklarını ihlal ettiği yönündedir. 1633 yılında Galileo engizisyon mahkemesine çıkarılır. Papa, "şiddetli biçimde sapkınlık" hükmü verir ve Galileo ömür boyu ev hapsine mahkûm edilir, bir daha kitap yazması da yasaklanır. Ve ayrıca, mahkeme tarafından kendisine verilen pişmanlık ve yemin metnini okumak zorunda bırakılır. Böylece ömrünün son 10 yılını ev hapsinde geçirir. (Katolik Kilisesi ancak 359 yıl sonra, 1992 yılında, Papa John Paul II tarafından yapılan açıklamayla Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğünü kabul eder.)

Galileo'nun yaşadıkları, modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilen Rene Descartes'i fazlasıyla etkiler. Dört yıldır üzerinde çalıştığı, geleneksel dünya tasarımını kökten değiştirecek kapsamlı bir fizik kitabı olarak tasarladığı "Dünya" adlı eserini henüz tamamlamıştır ki yayınlamaktan vazgeçer. Descartes, bu sırada ömrünün 20 yılını geçirdiği Hollanda'dadır (o zamanki adıyla Birleşik Eyaletler). 32 yaşında 1628 yılında Fransa'dan ayrılmış, kimsenin rahatsız etmeyeceği, rahat çalışabileceği bir yer arayışıyla sık sık adres değiştirerek yaşamaktadır. Fransa'dan ayrıldıktan sonraki bu dönemin ilk dört yılında "Dünya" kitabının taslakları üzerinde çalışır. Oluşturmak istediği bu yapıt, oldukça iddialıdır ve yazdıklarını sürekli olarak geliştirme çabası içinde olduğundan bir türlü de tamamlanamaz. Kitabın kapsamını ve gelişimini Marin Mersenne'e yazdığı mektuplardan izleriz, şöyle yazar:

"Bir ay önce sana yazdığımdan bu yana, bu konunun yapısının ana hatlarını be­lirlemekten başka bir şey yapmadım; tek bir olguyu açıklamaktansa, doğadaki bütün olguları, yani bütün olarak metafiziği açıklamaya karar verdim. Bu plan beni şimdiye kadar yaptığım diğer bütün planlardan daha çok tatmin etti; çünkü sanıyorum, düşüncele­rimi ifade etmenin öyle bir yolunu buldum ki, herkes memnun olacak ve hiç kimse de bunların aksini iddia etme fırsatını bulamayacak."

Kitap üzerinde çalışmayı sürdürürken aynı zamanda birtakım kaygıları da baş gösterir. Önce isimsiz yayımlamayı düşünür, sonra kitabın olası bir tepkiyle karşılaşıp karşılaşmayacağı konusunda güvendiği dostlarına danışmaya karar verir. Fizik teorilerinden çok, teolojiyle ilgili kaygıları vardır:

"Esas olarak bunu teoloji nedeniyle yapmak istiyorum; Aristoteles bunun kurallarını öyle belirlemiş ki buna göre başka herhangi bir felsefeyi daha başlangıçta imana ters düşmüş görünmeden açıklamak neredeyse imkansız."

Temmuz 1633'te Descartes, Mersennes'e "incelemem neredeyse bitti ama hâlâ tashih etmem ve bir kopyasını daha çıkarmam gerekiyor" diye yazar. Çalışma sonunda tamamlanmış görünmektedir. Fakat aynı yılın Kasım ayı sonunda Roma Engizisyonu'nun Galileo'yu mahkûm ettiğini öğrenir ve bunun üzerine Mersenne'e elyazmalarını bile göstermekten vazgeçer. Bunun gerekçesini ise şöyle açıklar:

"Dünya'mı sana yeni yıl armağanı olarak göndermeyi planlamıştım… Ama sana şunu söylemeliyim, Galileo'nun, Sistemi del Mundo'nun [yani Dialogo] ge­çen yıl İtalya'da basıldığını duyduğumu sandığım için, geçenlerde Leiden ve Amsterdam'da onu bulup bulamayacağımı soruşturunca, kitabın basılmış oldu­ğunu ama bütün kopyalarının Roma'da hemen yakıldığını ve Galileo'nun cezaya çarptırıldığını söylediler. Bu beni o kadar şaşırttı ki, yazdıklarımı neredeyse yak­maya ya da en azından kimseye göstermemeye karar verdim. Zira bir İtalyan'ın, hatta Papa'nın desteklediğini duyduğum birinin, yeryüzünün hareketini saptama girişiminden başka, ki onun yaptığı da budur, hiçbir şeyle suçlanabileceğini düşünemiyorum… Bu saptama yanlışsa, o zaman benim fiziğimin bütün temellerinin yanlış olduğunu kabul ediyorum; çünkü aynı saptama bu temellerden de kolaylıkla çıkarılabilir. İnclememin her parçası bununla o kadar bağlantılı ki her şeyin sakat kalmasına yol açmadan bunu aradan çıkaramam. Ancak en küçük bir kelimesi bile kilise tarafından onaylanmayan bir tartışmayı yayımlamayı dünyayı verseler istemem, bu nedenle incelememin tahrif edilmiş halini yayımlamaktansa onu gözönünden kaldırmayı tercih ediyorum."

Böylece aslında Descartes felsefesinin özünü ortaya koyacak ve dönem itibariyle bilimsel devrime büyük katkı sağlayacak olan bu kitabı yayımlanamaz ve kimseye göstermez.

Şimdi, Galileo ve Descartes'in tutumlarının, "doğruyu söylemek" ya da "hakikati ifade etmek" açısından bakarsak, epeyce farklı olduğunu görebiliriz. Aslında ikisini de zor durumda bırakan kutsal metinler ve kilise otoritesidir, fakat Galileo, birtakım riskleri göze alarak doğruyu söyleme konusunda ısrarcıdır. Kutsal Metinler'in doğruluğunu esas kabul eden inançlı bir kişi olduğuna kuşku yoktur fakat o, bilimsel olarak kanıtlanmış bir teorinin dinsel metinlere ters düşmesi durumunda, kutsal kitapların yorumlanması gerektiğini düşünür ve bu görüşünden ödün vermez. Dünyanın veya güneşin hareketinin iman ve ahlak sorunlarıyla bağlantısı olmadığını, eğer ikisi arasında bir çelişki varsa bunun kutsal metinlerin farklı yorumlanmasıyla çözülebileceğini iddia eder. Ve yasağa rağmen doğruyu söylemekten geri durmaz. Galileo parrhesia kullanan bir parrhesiastesdir. Doğruyu söylemenin karşılığı olarak da ömrünün son 10 yılını ev hapsinde geçirir. Tabi daha önce Bruno'nun başına gelenler düşünülürse, daha kötüsü de olabilirdi.

Descartes için ise aynı şeyleri söylemek zor. Yazdıklarına bakılınca o kutsal kitabın yanılmazlığı ve her türlü yoruma kapalı olduğu görüşündedir. Kutsal Kitabın doğa konusunda bile her dediğini kabul eder ve bu konuda kiliseyi mutlak otorite sayar. Hiçbir itiraz sesi duyamayız ondan ve onca emekle oluşturduğu kitabını adeta kendinden bile saklar, en güvendiği kişilere bile okutmaz. Bu konuda çok nettir, şöyle yazar:

"Çok kesin ve açık kanıtlara dayandığını düşünmeme rağmen, bunları ille de kilisenin otoritesine karşı çıkıp savunmaya niye­tim yok… Arzum, huzur içinde yaşamak ve başladığım yaşamı, şu düsturu benim­seyerek sürdürmektir: Gizli yaşayan rahat yaşar. Bu sözün anlamı şudur: Yazılarım yüzünden tüm dikkati üzerime çekmektense, bunları yazarken çektiğim sıkıntının ve harcadığım vaktin boşa gitmesine katlanmayı tercih ederim."

Dikkat edilirse Descartes yazdıklarının kesin kanıtlara dayandığından ve doğruluğundan emindir. Ama bu doğrularıyla kilise otoritesinin karşısına çıkmayı göze almaz. Descartes'ın seçimi "huzur içinde yaşamaktır", bir kahraman olmaya ise hiç niyeti yoktur. Hakikat bu durumda kolayca bir kenara bırakılabilir; ortalık karışıktır ve ona göre "gizli yaşayan rahat yaşar". Evet, Galileo ve Descartes aynı dönemde, aynı otoriteye karşı, hakikati söylemek açısından iki farklı tutum geliştirirler. Galileo bir bilim kahramanı olarak tarihsel yerini bulur. Ölümünden 100 yıl sonra hakkında yazılan, mahkeme çıkışında ayağını yere vurarak "yine de dönüyor" dediğini ise, en azından "içinden demiştir" diye kabul etmek mümkün. Descartes'ın seçimi ise, Galileo'ya kıyasla çok da kahramanca değildir, korkakça bile bulunabilir. "Dünya" kitabını asla yayımlamaz, ama sonraki yıllarında, bir yandan gizem dolu gezgin hayatını "huzur içinde" sürdürürken, o kitapta temellerini attığı ve sonradan felsefe tarihinde çığır açacak düşüncelerini, Kilisenin tepkisini çekebilecek yanları törpülenmiş olarak, birer birer yayımlar. Sonuçta bugün modern felsefenin kurucusu olarak anılır ve felsefe tarihinde köşe taşı bir yer edinir.

Her şeye rağmen hakikati ifade etmekten geri durmamak, kulağa oldukça hoş gelen bir ifade, ama sonuçları her zaman için iyi olmuyor. Hangi tutumun doğru olduğu ise tartışmaya açık bir konu ve daha çok, doğruyu söylemek ya da susmak arasında seçim yapmak durumunda kalan kişinin tercihleriyle şekilleniyor. Sonuç olarak diyebilirim ki, keşke hakikati söylemek bu kadar zor olmasa, uğruna illa birilerinin bedel ödemesi gerekmese… ama geçmişten günümüze baktığımızda, bunun tarihin her döneminde belli zorluklar taşıdığı ve bugün de aslında pek bir şeyin değişmediği açık. Evet Sokrates bir kahramandı ama idam edildi. Başına aynı şeylerin gelme olasılığı karşısında Aristoteles ise "Sokrates gibi yapıp felsefeye karşı ikinci bir suç işlenmesine izin veremezdim" diyerek Atina'dan kaçtı ve öyle görünüyor ki, iyi de yaptı.


Kaynaklar

Doğruyu Söylemek, M. Foucault, Ayrıntı Yayınları, 2019

Descartes, Desmond M. Clarke, İş Bankası Yay. 2016

Yılmaz Murat Bilican kimdir?

Yılmaz Murat Bilican, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Uzun yıllar devlet okullarında ve son 15 yıl İzmir Amerikan Kolejinde felsefe öğretmenliği yaptıktan sonra 2016 yılında emekli oldu.

Yazıları çeşitli dergilerde ve Radikal gazetesinde yayımlandı. Halen, Çocuklar İçin Felsefe Derneği ile çocuklar, gençler ve yetişkinler için felsefe atölyeleri yürütüyor ve 2013 yılından beri T24 internet sitesinde yazıyor.

Kitapları

Düşünme Çemberi (6 kitap) Nergis Seli ile, Say Yayınları, 2019.

Babamın Defterleri, Filozoflarla Zaman Dışı Söyleşiler (Antik Çağ), Ayrıntı/Dinozor Genç, 2020.

Çocuk Edebiyatı ve Felsefe, Nurşah Yılmaz ile, Ayrıntı/ Dinozor Çocuk, 2021.

Çocuklarla Sanat ve Felsefe, Nurşah Yılmaz ile, Hayalperest Yayınları 2022.

Babamın Defterleri 2, Filozoflarla Zaman Dışı Söyleşiler (Orta Çağ), İstanbul: Ayrıntı/Dinozor Genç, 2023.