Hepimiz, adına gündelik yaşam denilen bitimsiz bir döngünün içine doğarız, bizim dışımızda belirlenmiş rutinler küçük yaşlardan başlayarak bize de kazandırılır ve giderek olağan yaşamın akışına kapılıp gideriz. Sabah uyanır birilerine “günaydın” diyerek güne başlar, karnımızı doyurup, işe, okula, toplantıya, yürüyüşe vb. bir yerlere gider ya da bir yere gitmez evde başka şeyler yaparız. Çalışıp çabalarız. İnsanlarla konuşur, sevinir, üzülür veya öfkeleniriz. Düşüncelere dalarız, planlar yaparız. İhtiyaçlarımız olan veya olmayan şeyleri satın alırız. Sonra yorulup eve döneriz. Yemek yeriz, uyuruz ve sabah aynı hayata tekrar başlarız.
Modern dünyada gündelik yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamak için Peter Weir’ın yönettiği 1998 yapımı “Truman Show” adlı filmi anımsamakta yarar var. Çoğumuzun izlediğini düşündüğüm bu filmde, doğumundan itibaren bütün hayatı TV ekranlarından canlı olarak yayınlanan Truman’ın hikayesi anlatılır. Truman’ın annesi, babası, karısı dahil etrafındaki herkes birer oyuncudur. Oyuncu olmayan tek gerçek Truman’ın kendisidir ve o bütün bunlardan habersiz, çocukluk, gençlik dönemlerini geçirmiş, iş hayatına atılmış, işinde gücünde, evli barklı, eşi dostu olan, sıradan bir insan olarak mutlu bir hayat sürmekte, aslında bir anlamda kendi hayatını oynamaktadır. Hayatın olağan akışında Truman’ın sıkıcı gündelik yaşamını izleriz.
Truman yüzlerce kamera tarafından farkında olmadan 24 saat filme alınırken, onun yaşam sandığı şey, hepimizin gerçek yaşamından çok da farklı değildir. Bunun neden kitleler için seyredilmeye değer olduğu bir yana, filmde asıl bizim için dikkat çekici olan, insan olarak çok önemli anlamlar yüklediğimiz koskoca bir yaşamın bir film seti olarak kurulup otuz yıl boyunca işletilmesinin o kadar da zor olmamış olmasıdır. Filmin sonunda özgürlüğü için harekete geçen Truman’ın teknesi film setinin duvarına çarptığında yayın yönetmeninin ona söyledikleri oldukça düşündürücüdür. Hatırladığım kadarıyla “Nereye Truman? Bundan başka bir hayat yok, biz sana hayat denilen şeyin bütün olanaklarını sunduk zaten” diyordu.
Büyük bir merakla beklediğim, Çetin Balunuye’nin Naturans serisinin üçüncü kitabı “Yeni Gündelik Yaşam” alt başlığıyla çıktı. Son yıllarda felsefe dünyasına özgün ve önemli katkılar sunan Balanuye’nin kitabını önce bir solukta, sonra dönüp daha dikkatlice yeniden okudum. Serinin ilk kitabında yeni bir ontoloji için Spinoza kılavuzluğunda temeller atan yazar, ikinci kitapta bu temeller üzerinde yükselen yeni bir etik politik kurgulamıştı. Belli bir bütünlüğü olan üçlemenin bu son kitabından söz etmeden önce ilk iki kitaptaki temel fikirleri anımsatmak isterim: Balanuye, ”Yeni Bir Ontolojiye Doğru” alt başlığını taşıyan birinci kitabında, bu ontolojinin "Spinozacılıkla uyumlu olmak üzere" beş temel koşulunu ortaya koyar: "Bu beş koşulun sınırladığı Güç Ontolojisi, özetle, gerçekçi (realist), tek tözcü (monist), insan-merkezci olmayan (non-anthropocentric), içkinci (immanentist) ve düz (flat) bir ontolojik program olmayı amaçlar." Yazar her üç kitabında da kendisinin oluşturmaya çalıştığı Güç Ontolojisini "GVarsa" olarak kavramsallaştırır. GVarsa, gerçekliği ifade eder, başka bir deyişle var ve gerçek olmayı güç varsa koşuluna bağlar. Var olmak gerçek olmak ve güç ifade etmek anlamına gelir. (Serinin ilk kitabı için bu köşede yayımlanan yazıma bakabilirsiniz.)
Altbaşlığı “Yeni Etik politik” olan Naturans II’de ise birinci kitapta temelleri atılan güç ontolojisine dayalı olarak etik politik meseleler ele alınır. Yine Spinoza’cı bir yaklaşımla yazar, etik ve politikanın aşkıncı, özcü ve statik ilkelerden ayrılması gerektiğini vurgulayarak yerleşik kabulleri yıkmayı hedefler. Önümüze koyduğu yeni etik-politik yapılanma “Agonistik Sosyalist Demokrasi”dir. “Güç Ontolojisi’nin temel farkındalıklarından haberdar biçimde, Gvarsa-ASD gerçekliğe iyi eşlik etme çabalarının adil yarışıyla dönüşmeye elverişlilik açısından agonistik, bu ifadedeki “iyi eşlik etme” vurgusunun gerçekliğin tüm unsurlarının eyleme güçlerini teminat altına almak açısından sosyalist, bu iki vurgunun olanaklılık koşulu olarak da demokratikliği temel hassasiyet olarak öne çıkarır.”
"Yeni Gündelik Yaşam"
“Her yeni güne uyandığımızda sizden çok önce hazırlıklarını tamamlamış bir arzu-ihtiyaç-sorumluluk ordusunu başucunuzda sizi bekliyor bulursunuz. Bu ordu tarafından teslim alınırız. Alışkanlıklar adeta bir talimatnamedir ve ordu da oldukça disiplinlidir. Böylece gündelik hayatın döngüsünde üstümüze düşen devinimleri gerçekleştirmeye girişiriz.” Bu durumu bir bakıma normal kabul edip görmezden gelsek de daha iyi, daha anlamlı, daha erdemli bir yaşam fikri eşliğinde “başka türlü de olabilir miydi? sorusu illa ki aklımıza takılır. Bütün yapıp etmelerimizi ince ince doğrayıp zaman dilimlerine bölen modernliğin gündelik yaşamı daha boğuntulu bir hale getirmiş olmasının bazılarımız için yarattığı farkındalık, bizi bireysel düzlemde belli esenlik ve mutluluk arayışlarına sevk eder. Ama “İnsanın kendini iyi ve mutlu hissetmesi, mutlu anlamlı ve iyi bir hayat için yeterli midir?” Deleuze’ün Spinoza felsefesi için “pratik bir felsefe” tanımlamasını bu “hemen burada, şimdi ne yapabiliriz sorusuna ilişkin güçlü sezgileri kendinde içeren bir felsefedir” diye yorumlayan yazar için, öyleyse “yeni bir gündelik yaşam pratiği hem düşünülebilir hem de gerçekleştirilebilir.” ve bunun yolu da etkin olmaktır.
Etkin olmak ne demektir?
Herkesin hızdan yakınarak, yavaşlamaktan, durmaktan söz ettiği içinde yaşadığımız çağda etkin olmaya çağrı garip gelebilir. Hemen anımsayalım “Bir Gvarsa, ancak etkide bulunma ve etkiye uğrama gücü ölçüsünde var ve gerçek kalabilir.” Peki bir Gvarsa insan için etkin olmak ne demektir ve ne ölçüde olanaklıdır? Spinoza öznel arzuları, edilgin ve etkin arzular olmak üzere ikiye ayırır. Edilgin arzular, ancak benimle olanaklı olan, zorunlu olarak benden kaynaklanan nedenlerin etkileri olan arzular değildirler. Yaygındırlar, güçlüklere gelemezler, daha çok kolaya yönelirler. “Butik bir tasarım atölyesinde dikiş makinesinin başındaki yaratıcı ustada ona rastlamak ne kadar zorsa, bir AVM koridorunda vitrindeki tasarlanmış ürünlere bakanlar arasında rastlamak o kadar kolaydır (…) Öznel edilgin arzuların kuluçkası çoğu zaman üretim ya da yaratım seansları değil, hemen her zaman edilgin tüketim seanslarıdır.” Dikkat edilirse hem kendimizde hem çevremizde edilgin arzuların yapıp etmelerini ve bunun sonuçlarını kolayca görebiliriz. Gündelik yaşam örüntülerinin, tekrarlar, şablonlar, klişeler, kanaatler, aynı tip giyim-kuşamlar, konuşma biçimleri, güzellik anlayışları gibi görünümleri bu arzuların sonuçlarıdır.
Gelelim etkin öznel arzulara… Etkin olmak için üç koşulun yerine gelmesi gerekiyor. Birincisi etkin koşul, yani ortada bir şey, bir devinim olması gerekir. İkincisi ontolojik koşul, bu şey kendi var kalma çabamın bir gereği olan bir nedenden kaynaklanmalı, yani conatus’umu korumak ya da güçlendirmekle özdeş olmalı. Üçüncüsü epistemolojik koşul, sözü edilen devinim ya da eylemin neden olacağı etki ya da etkilerin, başka şeylerden değil de benden kaynaklandığı açık ve seçik kavranabilir olmalıdır. Balanuye kitapta bu üç koşulu saat benzetmesiyle anlatıyor. Tıpkı üretim üç farklı klasik pilli saat düşünelim. İlk saatin pili çıkarılmış olsun. İlk saat, daha birinci koşulu bile yerine getiremez, etkinlik yok çünkü. İkinci saatin pili takılı olsun ve çalışsın fakat yakınındaki bir mıknatısın etkisiyle zamanı doğru göstermesin. Burada birinci koşul var, fakat saat çalışıyor olsa da çıkan etki, yani sonuç kendisinden kaynaklanmıyor. Üçüncü saat pili takılı, çalışıyor ve zamanı doğru gösteriyor olsun. Anlaşılacağı üzere, yalnızca üçüncü saatin etkin bir arzuyla devindiğini söyleyebiliriz.
Modern insan etkin midir?
Bu soruya hele ki içinde yaşadığımız dünyayı düşünürsek olumlu yanıt vermek zor. “Gündelik hayatın temposunun olanca artışına karşın, modern insan edilgindir; bir rüzgâr gülünün pervanesi gibi hiç durmaksızın aynı döngüyü yineler ama karşılaşmalarında bir salyangozun çeşitliliğine sahip değildir.” Etkin olmak için eylemlerimizin, yalnızca ve tümüyle kendi conatusumuzun (kendi var kalma çabam) doğrudan ifadesi olan duygulardan kaynaklanması gerekiyor. Bu bir tür bencillik olarak yorumlanabilir mi? Hayır, çünkü Spinozaya göre “Her insan kendi iyiliğini en çok aradığında diğer insanlar için en yararlıdır.” Dolayısıyla da devinimleri conatusu ile özdeş insan için etkin olmak demek, erdemli ve güçlü olmak demektir. “Etkin bir arzuyla eyleyen insan, diğerine acıdığı için ya da aşkın bir buyruğun gereği olduğu için değil, kendi doğasından kaynaklanan var kalım çabasının ancak benzer doğalardaki diğer varlıkların da (insanlar) etkin, erdemli ve dolayısıyla rasyonel duygularla eylemesiyle olanaklı olduğunu upuygun bildiği için, ötekine dostça, dürüstçe ve içtenlikle davranır”
Karşılaşmalar ve kolektiflik
Dostluk, dürüstlük gibi kavramlarla birlikte başkaları ve başkalarıyla karşılaşmalar devreye girer. İnsan için etkin olmak demek devinim oranının artması anlamına gelir ve bu aynı zamanda başkalarıyla karşılaşma sayısını artıracaktır. Gündelik hayatın çok da farklı karşılaşmalara olanak vermediğini düşünürsek, karşılaşmaların çoğalması iyi olmakla birlikte, sanılabileceği gibi bu otomatikman etkin etkinliklerin artması anlamına gelmeyebilir. Biraz hareketli bir insan sıkça farklı çevrelere girip farklı insanlarla, çeşitli sürprizlerle karşılaşsa da bu, bir edilgin etkinlikten başka bir edilgin etkinliğe geçmek, savrulmak anlamına da gelebilir. Burada hemen, sıkıcı yaşamına çeşitli aktiviteler katmak için oradan oraya koşturan insanları anımsatmak isterim.
Ben etkin miyim?
Basit bir gözden geçirmeyle etkinliklerimizin etkin mi yoksa edilgin mi olup olmadığımız sınayabiliriz. Yazara göre bu testi kendimize şu soruları sorarak yapabiliriz. Bir, benim etkinliğim, var kalma çabamın doğrudan bir ifadesi olarak kendi etkin arzumun gerektirdiği bir etkinlik mi yoksa karşılaşmaların tesiri altında ya da koşulların zorlamasıyla kendimi yönelmiş bulduğum bir etkinlik mi? İki, benim etkinliğim, nesnel gerçekliğin içkin nedenselliklerini kavrayışıma katkıda bulunacak mı yoksa mevcut kavrayışımı genişletmeyecek, bulanıklaştıracak mı? Ve üç, benim etkinliğim, içinde bulunduğum gerçekliğin beni de içeren ama benden ibaret olmayan tüm unsurlarını olabildiğince gözeten bir etkinlik mi yoksa kısa vadede bana yarıyor gibi görünen ama uzun vadede benim de içinde bulunduğum çevreye zarar verecek bir etkinlik mi?
Birleşik Gvarsalar
Eğer yukarda çerçevesi çizilen anlamda yaşantımızda yer alan etkin etkinliklerimizi çoğaltabiliyorsak, bu aynı zamanda karşılaşmaların ve upuygun fikirlerin çoğalması anlamına gelecektir. Bu durum doğası gereği aynı hareketlilik içinde olan diğer insanlarla ortak bir çabayı gerektirir. Etkinliğimizin ortaklaştırdığı Gvarsa sayısı ne kadar çoksa ortaya çıkan birleşik Gvarsalar da o kadar politiktir ve nesnel gerçekliği etkileme ve değiştirme olasılığı o kadar yüksektir. Her birey bu türden bir ortaklığa, kendi var olma isteğinden kaynaklanan etkin arzuları doğrultusunda herhangi bir politik, ideolojik ya da ekonomik beklentiyle değil salt bu güçlenmeye katkıda bulunduğu için yönelir. Yazar “Naturans II, Yeni Etik Politik’te bu türden bir birleşmeyi “Agonistik Sosyalist Demokrasi” olarak kavramsallaştırmıştı. “Bu etkin özgür, güçlü veya erdemli insanların dostluğudur” ve mayasında, “her şey neden başka türlü değil de olmakta olduğu gibi oluyor” sorusu vardır.
Sonuç
“Bireysel ve kolektif düzeyde gerçekliğe daha az yanılgılı eşlik etme çabasının kendisinden daha güçlü, daha sevinçli, daha erdemli ya da daha anlamlı bir çare yok gibi görünüyor. Etkide bulunma ve etkiye uğrama çeşitliliğimizi artıracak her devinim, her anlama ve her dayanışmanın bu çabanın ortaklaştırdığı dostların gerçekliği dönüştürme gücünü artıracağını sürekli aklımızda tutmamız gerekiyor.” Çetin Balanuye, Naturans üçlemesinin bu son kitabında bizi, etkin olmaya ve diğer etkin insanlarla bir arada olmaya, dostluğa davet ediyor. Ben de bu davet doğrultusunda, bir ilk hareket olarak, herkese bu kitabı okumayı öneriyorum.
Naturans III, Yeni Gündelik Yaşam, Çetin Balanuye, Ayrıntı Yayınları, 2024
Yılmaz Murat Bilican kimdir? Yılmaz Murat Bilican, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nden mezun oldu. Uzun yıllar devlet okullarında ve son 15 yıl İzmir Amerikan Kolejinde felsefe öğretmenliği yaptıktan sonra 2016 yılında emekli oldu. Yazıları çeşitli dergilerde ve Radikal gazetesinde yayımlandı. Halen, Çocuklar İçin Felsefe Derneği ile çocuklar, gençler ve yetişkinler için felsefe atölyeleri yürütüyor ve 2013 yılından beri T24 internet sitesinde yazıyor. Kitapları Düşünme Çemberi (6 kitap) Nergis Seli ile, Say Yayınları, 2019. Babamın Defterleri, Filozoflarla Zaman Dışı Söyleşiler (Antik Çağ), Ayrıntı/Dinozor Genç, 2020. Çocuk Edebiyatı ve Felsefe, Nurşah Yılmaz ile, Ayrıntı/ Dinozor Çocuk, 2021. Çocuklarla Sanat ve Felsefe, Nurşah Yılmaz ile, Hayalperest Yayınları 2022. Babamın Defterleri 2, Filozoflarla Zaman Dışı Söyleşiler (Orta Çağ), İstanbul: Ayrıntı/Dinozor Genç, 2023. |