Yıldırım Güngör

20 Nisan 2009

Siracuza

Daracık bir sokakta yürüyorum. Sokaklar o kadar dar ki karşıdan bir araba gelse korunacak yer bile yok.

Daracık bir sokakta yürüyorum. Sokaklar o kadar dar ki karşıdan bir araba gelse korunacak yer bile yok. Sokağın iki yanındaki evlerin yaşı 100 ile 300 yıl arasında değişiyor. Her bir ev farklı güzellik sergiliyor. Kimini camından sarkan saksılar, kiminin kapısı, kiminin ise avlusu dikkat çekiyor. Bulunduğun ana sokaktan çıkıp bir yan sokağa girer girmez bir su savaşı ile karşılaşıyorum.
Siracuza fotoğrafları - FOTOGALERİ
Ağustosun ortasında sıcaktan bunalan sokak sakinleri, birbirlerinin üzerine su dökerek serinliyorlar. Gruba yaklaşınca duruyorlar ve bir genç kız nazikçe iyi günler diliyor. Ben biraz uzaklaşınca su savaşı tekrar başlıyor.
Bu keyifli su savaşının etkisi henüz geçmeden Bir motosiklet geçiyor yanımızdan. Duvara yanaşarak yol veriyoruz. Daha motor uzaklaşmadan bir araba beliriyor sokakta. Tüm sokağı kaplamış durumda. Duvarlarla arasında birkaç santim boşluk var.
Bir evin avlusuna girerek arabaya da yol veriyoruz. Araba biraz ilerideki sokağa dönüyor. Bir sürtünme sesi geliyor. Arabanın sağ kapısından bir kıvılcım çıkıyor. Sürücü duruyor, inip öylesine bakıyor kapıya. Sonra yoluna devam ediyor. Sabahleyin bu arabaların sağları solları neden böyle vuruk diye merak etmiştik. Nedeni anlaşılmıştı. Sokaklar çok dar ve birbirlerine 90 derecelik açılarla bağlanıyor. Bu yüzden de, arabalar sokakları dönerken köşelere sürtüyorlar. Hayallerimin kenti Sirakuza’da bir hayal dünyasında yürüyor gibiyim.
Oysa Sirakuza’ya girdiğimde modern binalar karşılamıştı. Bir an yıllardır görmek için uğraştığım bu efsanevi kent de mi modern yapılara yenik düştü yoksa diye düşünmedim değil. Modern dediysem de binaların neredeyse tümü eski kent uyumlu yapılmış. Bir tane bile beton bina görmek mümkün değil.
Kısa bir süre sonra yeni kent geride kaldı ve bir köprüyü geçerek bir ortaçağ kasabasına girdik sanki. Catania’dan kiraladığımız taksi muhteşem bir meydanın ortasında bıraktı bizi. Bizi bekleyen arkadaşımla Cefe’arşimed’de buluşacaktık. Cafe’arşimet etrafı yüzlerce yıllık binalarla çevrili bu meydanın köşesinde. Tam karşımızda da Artemis Çeşmesi duruyor. Tanrıça Diana ve etrafındaki avcı heykelleri, fışkıran sudan geçen ışığın etkisiyle dans ediyor gibiler.
Siracuza eski çağların en önemli Yunan kentlerinden biri. Korinthoslular tarafından İÖ 734 yılında kurulmuş. Kurulduğundan beri sürekli olarak işgal tehdidi altında kalmış. Kimi zaman Atinalılar, kimi zaman ise başka uluslar sürekli olarak kente tehdit edici saldırılar düzenlemişler. Özellikle Kartacalılar ve Romalılar hiç rahat bırakmamış kenti.
Siracuza denince ünlü bilgin Arşimet’i anmadan geçmek olmaz. Ne yalan söyleyeyim, ben Siracuza’nın adını Arşimet sayesinde öğrendim. İÖ 3. yüzyılda Siracuza’da yaşamış bu ünlü bilgin, Kral Hieron’un tacındaki altının oranını, suyun kaldırma kuvvetinden yararlanarak nasıl hesaplayacağını hamamda bulmuş ve “ evreka, evreka” (buldum) diye bağırarak dışarı fırlamış. Romalıların Siracuza’yı kuşatması sırasında yaptığı aynalarla birçok Roma gemisinin yanmasına neden olan Arşimet efsaneye göre bir matematik problemini çözerken, kenti istila eden Romalı bir asker tarafından öldürülmüş.
Eski Siracuza’nın merkezi olan Ortygia adası. Buradan da anlaşılacağı gibi Eski Siracuza kenti bir ada. Daha sonra yapılan Umberto köprüsüyle anakaraya bağlanmış. Bir kenti tanımanın en iyi yolu arabaya binmemek ya da tersinden söylemek gerekirse, yürümektir. Sıcakta yürümek oldukça yorucu ama bunu yapmadan ayrıntıları belleğinize yerleştiremezsiniz. Bir tarafımız Tireniyen Denizi, diğer tarafımız antik sokaklar. Daracık sokaklara açılan ahşap kapılar geçmişin izlerini taşıyor günümüze. Süslemeler, resimler yeni yapılmış gibi. Kapıların işlemeleri ve tokmakları hâla yerli yerinde ve büyük bir çoğunluğu birkaç yüzyıllık.
Yürürken bir vaha gibi karşımıza çıkan ve içinde papirüs ağaçları ile ördeklerin bulunduğu akvaryumun kenarında biraz serinledik. Akvaryumun adı Arethusa Pınarı. Siracuza’nın sembollerinden biri olan bu antik pınar, Arethusa ve Alpheus arasındaki söylenceden dolayı, Siracuza ile Yunan dünyası arasında güçlü bir bağ kurmuş. Pınarın güzel su perisi Arethusa ile Alpheus arasında geçip, Yunanistan’dan Siracuza’ya kadar uzanan ve bu pınarda biten uzun bir de öyküsü var. Arethusa ve Alpheus tam bu noktada suya karışarak, antik pınarın oluşmasına neden olmuş.
Büyük katedralın bulunduğu meydanda çıkınca bir film setine çıkmış gibi oluyor insan . Elektrik direkleri, kafeteryalar olmasa, bu meydanın günümüzle ilişkisini saptamak çok zor. Genellikle gezilerimizde gittiğimiz kentin sanatçıları tarafından yapılmış sanat eserlerini görmeye çalışırız. Bu kentin kendisi bir sanat eseri. Meydanın büyük bir bölümünü kaplayan barok tarzda yapılmış katedral bunların başında geliyor.
Sirakuza pazarı ile bizim semt oazarları arasındaki tek fark orada İtalyanca konuşılması ve balık kısmında istakoz da satılması Yolun iki tarafına açılmış pazarın her iki tarafındaki girişe daha çok, şort ve mayo satanlar hakim. Pazarın içi ise peynirci ve meyvecilerin mekanı.
Kentin her yerinden görülen piramidal binayı görmek için sabırla yürüyoruz. Umberto köprüsünü geçip Ortygia Adası’nı terk ediyoruz. Hedefimiz kentin her tarafından görünen binaya ulaşmak. Yarım saatlik yürüyüşten sonra binanın bulunduğu parka geliyoruz. Söylentiye göre 1953 yılında Sirakuza’lı bir ailenin evinde bulunan Meryem ikonasında, meryemin gözlerinden bir sıvı akmaya başlar. Yapılan tahliller bu sıvının insan gözyaşı ile aynı olduğunu düşündürür. Bu olay bir mucize olarak görülür ve evin yerinde görkemli bir kilise yapılır. Kilise, gökyüzüne yükselen bir piramit şeklinde. Her tarafa da o dönemden kalma siyah beyaz fotoğraflar asılmış. Aynı örtünün benzerine 1990 yılında Antakya’da şahit olmuştum.
Sİrakuza’daki ikinci gecemde müthiş bir huzursuzluk vardı içimde. Bu kenti kalan iki günümde hiç de layıkıyla gezemeyecektim. Görecek, gezecek o kadar çok yer var ki nasıl yetiştireceğim. Keşke daha uzun süre için gelseydim. Sicilya’ya giderken Sirakuza için ayrı bir program yapmak gerekiyor. Hazır buralara kadar gelmişken Sirakuza’da üç gün geçireyim derseniz benim gibi pişman olursunuz.
Ertesi gün birkaç saatlik deniz keyfinden sonra, Siracuza’ya yarım saat uzaklıkta Noto kasabasına gidiyoruz. Yüzlerce yıl sanki bir çivi bile çakılmamış. Caddeler ve sokaklar hala ilk döşenen kaldırım taşları ile kaplı. Evler çok eski ama bir o kadar da bakımlı ve ihtişamlı. Büyülenmemek elde değil. Sanki bir sokaktan atlılar çıkıp gelecekmiş hissine kapılıveriyorum. Bir yer ancak bu kadar korunabilir. Akşamın bu en serin saatlerinde evlerinin önüne sandalyesini, battaniyesini atan atana. Işık olabildiğince az. Bazı sokaklarda insanların fısıltı halindeki sohbetlerini duyuyoruz.
Siracuza’da birkaç gün içinde pek çok yeri görmeye çalıştık. Arkeoloji Parkı ve Büyük Tiyatro, Dionysius’un kulağı denilen mağara, Apollon tapınağı, Arşimed meydanı, Margulese, Vermexio Sarayı, Arethusa Pınarı ve Ciane Nehri hızlı gezdiğimiz yerlerden sadece birkaçı . Bizimki geziden çok, yarış gibiydi. Bu kısa zamanda belki bir çok ayrıntıyı kaçırdım ama çok önemli bir şey öğrendim. Bir eseri korumak için laf yetmiyor. Önce onu yaşamak gerekiyor. Siracuzalılar bunu başarmışlar. Hem tarihi dokuyu korumuşlar, hem de bu tarihi eserlerin içinde yaşıyorlar.
Siracuza fotoğrafları - FOTOGALERİ
Gezilecek yerler
Coğrafi ve tarihi olarak Siracuza iki bölgeye ayrılıyor. Ortygia Adası ilk insan yerleşiminin ve kentin antik tarihi kalıntılarının bulunduğu yer. Bu ada küçük bir köprüyle anakaraya bağlı. Kentin karada kalan bölümü ise modern ve artistik kısmını oluşturuyor. Ancak burası ortygia’ya göre modern sayılıyor. Burada da yapıların özgün mimarisi korunmuş ve çoğu en az 100 senelik. Kültür ve sanat merkezi olarak biliniyor.
Ortygia: Arkeolojik kaynaklara göre adada ilk yerleşim İÖ 14. yüzyıla kadar gidiyor. İÖ 734 ‘te Korinthoslular’ın kurduğu kent İÖ 5. yüzyıldan sonra Tiranlar tarafından yönetildi. Yeni kente Umbertino Köprüsü’yle bağlanan bu ada, Siracuza’nın tüm doğal ve tarihi güzelliklerini barındırıyor.
Apollon Tapınağı: Ortygia Adası’nın tam ortasında yer alıyor. Sicilya’daki en eski Dor tapınağı İÖ 6. yüzyıla tarihleniyor. Yüzyıllar boyunca önce Bizans kilisesi, cami ve en sonunda Norman bazilikası oldu.
Arşimet Meydanı: Apollo Tapınağı’ndan yukarı doğru çıkarsanız, Ortaçağ’ın bu önemli meydanına ulaşırsınız. Çevresi çeşitli dönemlerden kalma zarif yapılarla süslü meydanın ortasında, 1847 – 1909 yılları arasında yapılan Artemis Çeşmesi yer alır.
Mergulese Sarayı: Arşimet Meydanı’ndan, Ortaçağ karakteri taşıyan Montalto Caddesini takip ederseniz, Siracuza soylularından Maciotta Mergulese adına inşa ettirilen saraya ulaşırsınız. Yapı zarif cephe süslemeleriyle dikkat çekiyor.
Vermexio Sarayı: Arşimet Meydanı’na geri dönüp, Roma Sokağı’nı geçin. Buradan sağa sapıp Minerva Sokağı’nın sonunda sarayı göreceksiniz. Burası 17. yüzyılda Siracusa Senatosu için inşa edildi. 19. yüzyılda üst katı eklenen yapı Ion Tapınağı kalıntıları üzerine inşa edildi.
Beneventano del Bosco Sarayı: Vermexio’nun karşısındaki Duomo Meydanı’nda yer alan saray Beneventano ailesi için 18. yüzyılın sonunda restore edildi. Yapıda 14. ve 15. yüzyıla ait mimari motifler hala görülüyor.
Katedral: Meryem’e adanan katedral Athena Tapınağı’nın kalıntıları üzerine kurulu. 1542 yılındaki depremden büyük zarar gören katedral birçok kez onarıldı. Barok üsluptaki cephesiyle dikkat çeken yapıda çeşitli devirlere ait resimler, heykeller ve mobilyalar görülebilir.
Arethusa Pınarı: Duomo Meydanı’ndaki Picherali Sokağı’ndan denize doğru ilerlerken karşınıza kentin en popüler yeri çıkar. Bu yarım daire biçimindeki antik pınar mitolojik öykülerle ilişkilendirilir. İçinde ördeklerin yüzdüğü suyun çevresi kent sakinlerinin dinlenme yeri.
Ciane Nehri: Arethusa Pınarı’na hayat veren, papirüs ağaçlarıyla kaplı nehir ve çevresi zengin balık ve kuş türlerine sahip. Buranın yakınında Olympia Zeus tapınağı ziyaret edilebilir.
Neopolis Arkeoloji Parkı: Siracuza kent merkezinin kuzeydoğusunda yer alır. Yürüyerek yaklaşık 40 dakika sürüyor. Otobüsle de gidebilirsiniz. Burası Kentin epeyce batısında yer alan Neopolis, Siracusa’nın önemli Yunan ve Roma anıtlarını barındırıyor. Yaklaşık 240 bin metrekareye yayılan alan, Paradiso Vadisi tarafından ikiye ayrılır. Güneyinde Roma tiyatrosu ve II. Hiero Sunağı. Giriş ücretli.
Noto: Siracuza’ya 32 kilometre uzağındaki bu küçük kasaba barok yapılarıyla günübirlik ziyareti hak ediyor. Anameydanı Municipio’da yükselen Nicholas Kilisesi Noto’nun en önemli yapısı. 1776’da tamamlanan 1996’daki depremde epeyce hasarlanan Restorasyonu kısa sürede tamamlanan yapı bugün ziyarete açık. Siracuza’dan otobüsle ulaşım var.