Yıldırım Güngör

01 Mayıs 2012

Sapanca'da bir keşif

Kısa bir süre sonra yol ikiye ayrıldı. Sağa giden yol dereden ayrılıyordu. Biz derenin kenarından giden yolu takip ettik...

 

Küçük bir parkurdu. Daha doğrusu öyle görünmüştü gözüme. Oysa yürüdükçe başka güzellikler açılıyor,  burada bulunduğumuz, baharın bu ilk günlerinde doğanın uyanışına şahit olduğumuz için çok şanslı sayıyorduk kendimizi. Tam kırkyedi kişiydik. Bu kadar kalabalık olacağımızı sanmıyordum ama küçük bir minibüs derken koca bir otobüs doluvermişti birden. Birçoğu ilk kez yürüyordu, birkaçı ise daha önceden deneyimliydiler. Bu yüzden daha hızlı gitmek istiyorlardı. Bıraksam Kocatepe’den düşmanın üzerine atlayacaklardı sanki. Oysa ne düşman vardı, ne de yetişecek bir yer. Ne bekleyen vardı, ne de alkışlayacak birileri. Egolara ise hiç yer yoktu burada. Gerçek olan ise bu muhteşem doğayla baş başa olmamızdı. Yürüyorduk öylesine. Bazen bir dinginlik oluyor, kuş sesleri eşlik ediyordu yürüyüşümüze; bazen de İstanbul deresinin azgın suları yüzünden seslerimizi bile duyamıyorduk. Arka arkaya dizilmek önce biraz zor gelmişti herkese ama yokuş yukarı giden parkur herkesi sıraya sokmuştu zaten.
 
 
Kimler yoktu ki aramızda. İşadamlarından sunuculara, gazetecilerden reklamcılara kadar oldukça geniş bir meslek grubu hep birlikte yürüyordu. “Atlas Dergisi ile Sınırları Aş” etkinliğinin Doğa Yürüyüşü kısmı oldukça keyifli geçiyordu.
 
Yürüyüşümüz İstanbul deresi üzerinde kurulmuş olan Alabalıkevi’nden başlamıştı. Tesisin sahibi Murat Bey'in önerdiği parkuru bir gün önce yürümüş 2-3 saatlik bir yürüyüş için ideal bulmuştum.
 
Yürüyüşümüz tesislerin hemen dibindeki dik eğimli patikadan başlamıştı. Aniden dik bir eğime tırmanmak biraz yormuştu. Sadece 50 metrelik bu etap çabucak bitivermiş, kısa süre içinde ormanın derinliklerinde kaybolan büyülü bir yolda buluvermiştik kendimizi. Ellerinde fotoğraf makinesi olanlar  parmaklarını deklanşörden çekmiyorlardı neredeyse. Tırtılların yapraklar üzerinde boy göstermeye başladığı bir bahar gününde, bir tırtıl misali arka arkaya sıralanmış yavaş yavaş çıkıyorduk yukarılara doğru. Küçük bir kulübeyi geçtikten yüz metre sonra uğultusunu duyduğumuz derenin küçük bir kolu kesti önümüzü. Yılmadık. Bu dereyi geçecek daha yukarılara çıkacaktık. Doğada her şey kendiliğinden gelişir. Burada da öyle oldu. Birileri öne çıkarak bana yardımcı oldu ve tüm ekibi geçirmeyi başardık dereden.
 
 
Buradan sonra başlatan ikinci etap biraz daha dikti. Artık yavaş yavaş medeniyetten kopmaya başlamış, doğanın yalınlığını daha çok hisseder olmuştuk. Katılımcıların bazılarına  HTC telefonlar verilmişti. Telefonun fotoğraf makinesiyle çekilen fotoğraflar arasında yapılacak bir yarışmayla, birinciye son model bir telefon verilecekti ama kimin umurunda. Herkes doğanın tadını çıkarma telaşındaydı. Yaklaşık on dakikalık bir yürüyüşten sonra oluk oluk suyun aktığı kalın bir hortumun yanına vardık. Herkes kana kana su içti. Tekrar düştük yollara. Bundan sonrasını ben de bilmiyordum. Yol gittikçe biz de takip etmeye karar vermiştik. Gidiyorduk öylesine.
 
Kısa bir süre sonra yol ikiye ayrıldı. Sağa giden yol dereden ayrılıyordu. Biz derenin kenarından giden yolu takip ettik. Dere burada dere olmaktan çıkmış güçlü bir çaya dönüşmüş gibiydi sanki. Birbiri ardında sıralanmış ondan fazla set, irili ufaklı bir çok şelalenin oluşmasına neden olmuştu. Burada epey bir fotoğraf çektikten sonra zamanımız dolduğu için dönüşe geçtik. Dereyi yine yardımlaşarak geçtik. Küçük kulübenin yanına geldiğimizde ise bizi bir sürpriz bekliyordu. Murat Bey demlettiği çayı termoslara doldurarak kulübenin yanına göndermiş. İki saattir kısa molalar vererek yürüyenlere olağanüstü bir sürpriz oldu. İçtik… içtik… Ama bitiremedik. Biz de termosları ve ince belli bardakları yanımıza alarak tesislere kadar çay içmeye devam ettik. İki saat olsa bile yorulmuştuk. En arkadan ekibi toplayarak geldiğimi için en son ben girdim tesislere. Kimi masayı kurdurmuş yemeğe başlamış, kimi ise hamakların keyfini çıkarıyordu.
 
 
Çok değil, iki buçuk saatlik kısa bir süre içinde bile bırakın doğayla baş başa kalmayı, neredeyse onun bir parçası olduk. Temiz havayı içimize çekerken, bu kadar yakınımızda hâlâ el değmemiş bir doğanın bulunması en azından çocuklarımız için umutlandırdı bizi. Boş zamanlarımızda evde pinekleyeceğimize doğanın tadını çıkarmaya çalışırsak eğer, farkında olmadan onun korunmasına da faydamız olur en azından. Gelin kendinize bir şans verin ve  baharın tadını çıkarmak için önümüzdeki hafta sonunu doğada geçirin. Siz ve çocuklarınız  için çok şeylerin değişmeye başladığını fark edeceksiniz.