Atlas dergisinin okur yürüyüşlerinin beşincisini tıpkı dördüncüsünde olduğu gibi yine kamplı yaptık. Bu kez sayı biraz abartılı. Tam 324 kişiyiz. Bulunduğumuz yer ise Ankara’nın Kızılcahamam ilçesi sınırları içinde yer alan Soğuksu Milli parkı. Soğuksu Milli parkı sıcak su kaynakları sayesinde termal turizmi de yapılan bir yer. Dünyada nesli tükenen Kara Akbabalara ev sahipliği yapan önemli bir vahşi yaşam alanı aynı zamanda.
Sabah erkenden Milli Park’a varıp kampımız kurduk. Kızılcahamam belediyesinin hazırlamış olduğu açık büfe kahvaltı ile karnımız doyurduktan sonra tam 324 kişi düştük yollara. Gün boyu tam 16 km yol yürüdük. Eğlendik, yorulduk, uzun molalar verdik. Karaakbabaları izledik, 10 milyon yıl yaşındaki fosilleşmiş ağaçları ziyaret ettik. Akşam kampa vardığımızda herkes yorgun argın çadırlarına çekildi. Onları çadırlardan ancak kızarmış sucuk kokuları çıkarabilirdi. Tabi kızarmış sucuğun başka canlıların da dikkatini çekeceğini hiç düşünmemiştik. Kamp alanında 150 civarında çadır vardı . Ben de bu görüntüyü fotoğraflamak için bir tepenin yamacına tırmandım.
Işık çok az hatta yok bile. Aklıma güzel bir fikir geliyor : “Uzun pozlama yapayım, birileri de fenerleriyle tüm çadırlara ışık tutsunlar. Güzel bir ışıkla boyama çalışması olur.” Bu fikrimi telefonla bildirmek için arıyorum. Konuşmam yarım kesiliyor. Arka fonda ağlayan bir kadın sesi.
- Ne ışığı hocam çabuk gel. Burada önemli bir sorun var
- Ne oldu.
- Hocam acele gel. Konuşacak zamanım yok. Kampta ayı var.
Telefon kapandı. Ben tüm malzemeleri bırakarak karanlıkta kendimi yamaçtan aşağıya bıraktım. Nasıl oldu bilmiyorum ama hiç düşmeden dereye inip aynı hızla yukarı tırmanmayı başardım. Onlarca çadırın olduğu kamp alanında bizim grubun çadırlarını bulunduğu yere vardığımda durum sakindi. Herkes piknik masaların oturmuş olayı konuşuyordu.
-Nerede ayı?
-Az önce buradaydı hocam! Şimdi gitti.
Aklım milli parklardan Gültekin beyin söz ettiği topal ayı geldi. Ayı piknikçilere epey yaklaşıyor ve yiyecek alıp gidiyormuş.
-Topal mıydı ?
-Evet hocam topaldı. Bakın işte yine geldi.
Arkamı döndüm, bir ayı. Aramızda 2-3 metre mesafe vardı. Fener ışığında gözleri parlıyordu. Yere uzanmış kafasını iki ayağının arasına sıkıştırmış bize bakıyordu. Normal koşullarda bu kalabalıktan kaçması gerekiyordu. Oysa hiç rahatsız olmuşa benzemiyordu. Alışık bir hali vardı. Sonra fark ettim, evet bu topal ayıydı, Soğuksu Milli parkının Yogi’si!.
Çevremdekilere yiyecek bir şey vermeyin dememe rağmen ayının karnını iyice doyurdular. Fotoğraf çekenlere verdiği çeşit çeşit pozların ardından, bir somun ekmeği de alıp ormanın karanlıklarına daldı. Biraz sonra tekrar geldi. Ayının sakin görünüşü kamp sakinlerini cesaretlendirdi. Bir ara ayıya yanaşarak fotoğraf çektirmeye çalışanlar olduysa da ben duruma müdahele ederek milleti nazikçe uzaklaştırdım. Farkında olmadıkları birşey vardı. Onlar oyun oynadıklarını sanıyorlardı ama sonuçta bir ayı vardı karşılarında ve ter bir hareketi ciddi yaralanmalara neden olabilirdi. Zaten gece boyunca neredeyse her çadırı ziyaret etti. Ne var ki gece birkaç kez daha kamp alanına gelecek ve çadırlardan birinden bir uyku tulumu alıp gidecekti. Üstelik tulumun içinde birisi varken. Çocukcağız biraz direnmiş ama ayı daha inatçı olunca direnmekten vazgeçmiş. Ayı da çekmiş çıkarmış tulumu. Ertesi gün yaptığımız okur söyleşisinin ana konusu da bu topal ayı oldu doğal olarak ayı oldu.
Aslında ayının durumu çok üzücüydü. Ayı doğallığını yitirmiş, neredeyse evcilleşmeye başlamıştı. Artık o da farkındaydı ki, yiyecek bulmanın, hayatta kalmanın tek yolu kalmıştı: İnsanlara hoş görünmek! İnsanlar da bu durumu cahilce kabülleniyorler. Ne yazık ki bundan keyif bile alıyorlar. Ankara’dan her hafta Ayı’ya Elmalı Turta getirenler varmış. Tüm yabani hayvanlar için durum böyle olmaya başladı. Çünkü hepsinin yaşam alanı ve besin kaynağı insanın tarafından ya işgal edilmiş ya da denetim altına alınmış durumda. İstanbul Üniversitesi adına yürüttüğüm bir proje için birkaç gün önce Erzurum’un Narman ilçesindeydim. Orada da tanık oldum; tilkiler artık köy ve kasabalarda cirit atmaya başlamışlardı. Evlerin önüne kadar gelip yiyecek dileniyor, çöpleri eşeliyorlardı.
Yabani hayvanlara yiyecek vererek onlara yardım ettiğimizi sanıyoruz. Oysa bu durum ileride yaban yaşamın iyice yok olacağı anlamına geliyor. Ne yazik ki” hiçbir şey olmaz, bu kadar hayvan yok olamaz ” diyenler de var. Onlara dinzorların tam 150 milyon yıl dünyanın tek egemen canlıları olduğunu ama kısa sürede yok olarak dünya sahnesini terk etiklerini söylemek isterim.
Eğer yabani hayvanlara acıyorsanız onlara yiyecek vermek yerine yaşam alanlarının korunması için mücadele eden Sivil Toplum Örgütlerine destek verin. Onların yaşam alanları yok oldukça sıranın bizim yaşam alanlarımızın kısıtlanmasına geleceğini de unutmayın.