Hürriyet gazetesinde 5 Ocak’da yayınlanan Cem Boyner haberi, bu hafta yazacağım yazımı değiştirmeme neden oldu. Ülkemizin önemli iş adamlarından Cem Boyner yakında çıkacak bir kitabından söz ediyor ve bir bufaloyu nasıl avladığını anlatıyordu. Bu haberden sonra büyük bir linç girişimi başladı. Toplum olarak bu tür tepkileri çok seviyoruz ama balık hafızamız sayesinde kısa süre içinde tepki verdiğimiz olayın ne olduğunu bile unutuyoruz. Bu nedenle de olayın ana nedenini unutarak, kişiler üzerine bazen çok kırıcı yorumlar yapıyoruz. Oysa av ve avlanma problemi asla kişileri hedef alarak çözülemez. Çünkü onlar gerçekten bir spor yaptıklarını sanıyorlar.
Av spordur diyenlerin tutundukları bir dal daha var: “ Atalarımız da avlanıyorlardı”. Evet atalarımız da avlanıyordu ama spor için değil, hayatta kalmak için. Tek amaçları sadece karınlarını doyurmak, soylarını devam ettirmekti. Ellerindeki ağaç sopalarla avlanırken başka bir canlının avı da oluyorlardı çoğu kez. Avcıların bunu anlaması için biraz geriye giderek atalarımızı tanımamızda fayda var diye düşünüyorum. Bir antropolog olmadığım için belki kronolojik küçük hatalar yapmış olabilirim. Amacım da insanın kronolojik gelişimini anlatmak değil, avın insan yaşamına neden girdiğini anlatmak.
Bize benzeyen ilk insansı Australopitechus’tur. Afrikanın güneyinde tam 2.5 milyon yıl yaşamış olan bu insansı 1-1.5 metre arasında boya sahipti. İlk ayağa kalkan insansı, bu türdür. Ayağa kalktığı için garipsenip hemcinsleri tarafından öldürüldüğü sanılan ve fosili Etiyopya’da bulunan Lucy, bu türün en meşhuru. Atalarımız içinde en korunmasız olan tür de bu türdü. Avcı olmaktan çok av konumundaydılar. Ağaçlarda yaşayarak av olmaktan kurtulmaya çalışıyorlardı. Az da olsa avlanabiliyorlardı.
Bize en çok benzeyen insansı ise Homo Habilis’tir. Günümüz türünün ilk atasıdır. Afrika’nın doğusunda yaşamıştır. Günümüzden 2.5 milyon yıl önce ortaya çıkmış, Australopitechus ile uzun süre birlikte yaşamıştır. Ancak ilk tür yok olurken, Homo Habilis beyninin büyüklüğü sayesinde koşullara ayak uydurmayı başarmıştır. Ellerini iyi kullanabiliyor ve taştan aletler üretebiliyorlardı. Avcı olmaktan çok toplayıcı bir tür olmasına rağmen yer yer avlanmayı da beceriyorlardı. Bu beceriyi biraz da ürettikleri taştan aletler sayesinde kazanmışlardı. Yani Homo Habilis’ler, avlarına taştan yaptıkları ilkel aletlerle saldırıyordu. Bunu hiç de spor olarak yapmıyorlardı. Tek amaçları hayatta kalmaktı.
Homo Erectus 1.5 milyon yıl önce yine Afrika’da ortaya çıktı. Bu türün fosillerinin Asya ve Uzak Doğu’da da bulunması, bu türün ilk keşif kollarının Afrika’yı terk ettiğinin de göstergesi. Bu türün daha güçlü olarak diğer bölgelere de göç etmesinin temelinde taştan silahlar yapmaları ve ateş yakmayı öğrenmeleri geliyordu. Homo Erectus’lar bir tür doğal cam olan Obsidiyiyen’den (volkan camı) ve çakmak taşından basit de olsa balta gibi savunma aletleri yaptıkları gibi, ateş yakmayı da becermişlerdi. Yani ateşe hükmediyorlardı. Ateş ve taştan silahlar, bu dönemin nanoteknolojik ürünleriydi. Özellikle ateş sayesinde, yaşadıkları mağaralarda oldukça güvenli olarak barınmaya başlamışlardır. Bu iki önemli silahı sayesinde artık av olmaktan çok avcı konumundaydılar ama rakiplerinin de onlar kadar şansı vardı.
Neandartal insan bizimki gibi beyne sahip olan ilk insan gurubudur. Avrupa ve Asya’da 200 bin yıl önce ortaya çıktılar. Homo Erectus ile Homo Sapiens arasında bir geçiş türü olarak da düşünülebilir. Bu tür artık tam bir avcı konumundaydı. Volkan camını her alanda kullanıyor, oklar, mızraklar, keskin uçlu baltalar yapıyorlardı. Avladıkları hayvanların derilerinden giyecek yaparak soğuktan korunuyor, ölülerini doğada bırakmak yerine gömüyorlardı. Avlanmak yine zordu. Her an avının kurbanı da olabilirlerdi. Koşullar yine de eşitti ve avın kaçma olasılığı çok yüksekti.
Neandartal insandan sonra Homo Sapiens Sapiens çıkar ortaya. Bu türün bir grubu da Cro- Magnon’lardır. Günümüzden yaklaşık 40.000-10.000 yıl önce yaşamış olan bu gurubun en önemli özelliği taştan ve kemikten önemli aletler yapmaları ve bir sanatçı kimliklerinin olmasıydı. Mağara duvarlarına yaptıkları resimler daha çok av sahneleri içermekteydi ve bu avlar hiç de kolay gerçekleşmemekteydi. Büyük avlarda mutlaka kayıplar veriyorlardı. Bu riske rağmen avlanmaya çalışmalarının, hayatlarını sürdürmekten başka bir amacı olamazdı.
Homo Sapiens Sapiensler ise günümüz insanının gerçek atası, dahası kendisidir. Dünya’nın çeşitli bölgelerinde fosillerini bulunması neredeyse tüm dünyayı dolaştıkları anlamına geliyor. Bu türe ait ilk buluntu ise Etiyopyada’dır. Günümüzden 160.000 yıl öncesine kadar giden bir serüvenleri var. Günümüz insanının kullandığı tüm değerler bu tür sayesinde oryaya çıkmış, daha sonraki kuşaklar tarafından da geliştirilmiş. Bu tür hakkında fazla bir şey yazmaya gerek yok. Ancak bu türün son 2-3 bin yılında artık avlanma yaşamı sürdürme amacından uzaklaşmıştı. Çünkü artık yiyecek elde etmenin bir çok türünü biliyor ve uyguluyorlardı. Ancak bu türün içindeki bazı grupların genlerinde olan kan dökme istekleri, avlanmayı ihtiyaç olmaktan çıkarıp keyif haline sokmaya başladı. Bu kan dökme isteğine günümüz avcıları “ Avcılık Sporu” adını veriyor.
Bu yazdıklarımdan sonra “ Av bir spordur ve atalarımız da yapıyordu” diyenlere bir önerim var. Gerçekten bu dediklerinize inanıyor ve avın bir spor olduğunu samimi olarak kabul ediyorsanız, gidin atalarınız gibi avlanın. Ellerinizde obsidiyenden yapılmış baltalar, söğüt ağacından yapılmış yaylar ve kamıştan yapılmış oklarla çıkın ayıların, bufaloların, kurtların karşısına. Avlayın onları, ben de bunun spor olduğunu kabul edeyim. Ellerinde son model dürbünlü tüfeklerle bir kaç yüz metreden hayvan öldürmenin adı bana göre spor değil. Dünya üzerindeki canlı türleri hızla yok oluyor ve bunun tek sorumlusu da, ne yazık ki böyle giderse kısa süre içinde kendi türünü de yok edecek olan İnsan.