Ne kadar da sevinmiştik, Türkiye’de arama kurtarma kavramı iyice oturdu diye. Sivil savunma ve sivil toplum örgütleri dışında asker de işe el atmış ve helikopter destekli arama kurtarma timleri kurmuştu. Arama kurtarma tatbikatlarında ise yüzde 100 başarı sağlanıyordu. Sivil savunma sadece deprem değil dağ konusunda da donatılmıştı. Onlar da eğitimlerinde yüksek yerlerden başarıyla yaralı indiriyor ve olası bir doğa Arama – Kurtarma çalışmasına hazırlık yapıyorlardı. Yani Arama - Kurtarma’da belli bir standardı yakalamıştık .
Oysa kazın ayağının öyle olmadığını Uludağ’daki kaybolma olayında gördük. Arama - Kurtarma için oldukça küçük sayılacak bir bölgede sapasağlam bir gencin donarak ölmesini engelleyemedik. Nedense bir türlü ulaşılamadı gence. Bulunduğu zaman da iş işten geçmişti. Son helikopter kazası aslında Arama –Kurtarma’da İlk Haber Alımından en uç operasyona kadar durumun hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyor.
Kaza sonrasında kurtulan İsmail Güneş telefonla 112 yi arıyor. Telefona çıkan kadın görevlinin problemi anlaması zaten 10 dakika sürüyor neredeyse. Görevlinin “Eeee…Daha daha ne haber” demediği kalıyor Oysa ben bu işlerde çalışan personelin eğitildiğini sanıyordum. En azından İlk Haber Alımı Eğitimi almış olmaları gerekiyor. Ama gördüm ki bırakın İlk Haber Alımı eğitimini, görevli ses tonuyla neredeyse İHA muhabirini dövecek gibiydi. En vahim hata ise inatla “Telefonunu kapatma” diyerek yanlış yönlendirme yapmasıydı. Oysa telefon görüşmesini keserek telefonun pilinin daha çok dayanmasını sağlar, bu da belki bir sinyal alma umudu doğururdu.
Operesayonu kimin yönettiğini bilmiyorum ama bu tür operasyonlarda çok karmaşık değil çok basit düşünülür. Yapılacak ilk şey bölgede yer alan köylere telefon açılarak “Köyünüzde dikkatinizi çeken anormal bir durum var mı? Köyün etrafını bir araştırın” demek olmalıydı. Kimbilir belki de Döngel Köyü'nden ihbar bile alırlardı.
Yapılan iş tam hamal işidir. Helikopterlerle dağda samanlıkta iğne arar gibi “Şeytan aldı götürdü satamadan getirdi” yönteminden ibarettir. Pardon ..! Bir de 3 bin kişi vardı değil mi? Umarım biri çıkar bu 3 bin kişinin helikopteri nasıl aradığını bana bilimsel olarak izah eder. İnanın çok mutlu olacağım. Televizyonda sırtında fi tarihinden kalma bir tahta hedikle kahveye gider gibi lakayt yürüyen bir görevliyi görünce “Eyvah” dedim ama şansları yaver gitti de kimseye bir şey olmadı. Doğa sporlarıyla uğraşanlar doğayla şaka olmayacağını biliyor olmalılar.
Diğer taraftan Döngel köyü sakinleri ani bir karar alarak arama yapmaya başlıyor ve 3 saat sonra da helikopterin enkazına ulaşıyorlar. Hiçbir arama yönetimi uygulamadan köylerinden çıkıyor ve sadece etraflarına bakarak enkazı buluyorlar. Köylülerin enkazı bulması beni haklı çıkarıyor. Her yere haber verselerdi en azından İsmail Güneş kurtulurdu.
Tüm bunlar bir yana işin en acı yönü de İsmail Güneş’in son sözlerinin kısa bür süre sonra internette yayınlanmasıydı. Büyük bir olasılıkla ölmüş olan birinin ailesinin düştüğü durumu düşünsenize. Bu nasıl bir vicdansızlıktır anlamış değilim. Teknolojinin işimize gelen kısmını iyi kullanıyoruz ama iş can kurtarmaya gelince nedense çuvallıyoruz.