Yıldırım Güngör

28 Aralık 2009

ANTALYA

Sabahın erken saatleri. Bir antik yol üzerinde yürüyorum. Solumdaki tabelada agora yazıyor...

Sabahın erken saatleri. Bir antik yol üzerinde yürüyorum. Solumdaki tabelada Agora yazıyor. Agora'ya - pazar yerine - kemerli muhteşem bir kapının altından geçerek giriyorum. Yola döşeli taşlar yüzyıllarca üzerlerine basıldığı için kayganlaşmış. Yolun tam ortasından bir su kanalı geçiyor. Belli ki suyun pazar yerinden tahliyesi için yapılmış. Kanal çok iyi  korunmuş.  Sanki ustalar birazdan  gelip bozulan yerleri tamirata devam edecekler  gibi. İyi bir mühendisliği, estetiği ve ergonomik tasarımı burada görmek mümkün. Pazar yerinde her şey o kadar etkileyici ki uzaklardan bir yerlerden pazar sakinlerinin seslerini duyar gibi oluyorum. Sanki  biraz önce tezgâhlarını toplayıp gitmişler havası hakim. Biraz daha yukarıya kentin ana merkezine çıkıyorum. Bazilika ve  etrafındaki yapıları hayranlıkla izliyorum. Işık güzel mi güzel. Bir an  bu hayal dünyasına fazla daldığımı ve fotoğraf çekmediğimi fark ediyorum. Müthiş  bir konsantrasyonla  fotoğraf  çekmeye başlıyorum. Bir an bulunduğum dünyadan kopuyor başka bir boyuta geçiyorum. Sanki ben de bu kentin sakinlerinden biriyim. Kendimi öylesine kaptırmışım ki  fotoğraf çekerken duyduğum “merhaba” ürkütüyor, daha doğrusu korkutuyor bir an beni. Bir alman çift kenti gezmeye gelmiş. Bu ses beni bu büyülü dünyadan koparıyor ve tekrar kendi dünyama ve gerçeklere dönüyorum. Burada geçirdiğim bir buçuk saatin son birkaç dakikasını Aspendos tiyatrosuna ayırdıktan sonra arabaya dönüyorum. Burada çok fazla zaman geçirmek isterdim. Görecek o kadar çok yer var ki.  Antalya’ya yaklaşırken sanki bir tarafımın bu muhteşem harabelerde kaldığını hissediyorum.
Antalya son yıllarda ülkemizin en büyük turizm merkezi oldu desem yalan olmaz sanırım. Bu yüzden de Türkiye’nin turizmde dünyaya açılan kapısı olarak adlandırılıyor artık. Yaz kış sürekli turist akınına uğrayan kent, bunu muhteşem doğası ve antik ören yerlerinin çokluğunun yanı sıra son yıllarda yapılan büyük turizm yatırımlarına da borçlu. Eğer akıllı bir politika izlenirse turizm gelirinin her yıl
katlanması işten bile değil.  Antalya’ya birkaç günlüğüne gidecek olanlar için ilk tavsiyem Kaleiçi'ni gezmeleri olacak.  Kaleiçi mimari ve tarihsel olarak kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Eski Antalya’dan kesitler sunan dar sokaklar ve evler, kısa süreliğine de olsa yakın geçmişe bir gezi yapmanıza neden oluyor. Kale içine giriş Hadrianus kapısından başlıyor. M.S. 130 yılında Roma imparatoru Hadrian tarafından yapılan kapı çok iyi korunmuş. Bunun nedeni uzun yıllar Antalya surları tarafından çevrilmiş olması. Sur kalıntılarının yıkılması ile kapı tüm görkemiyle ortaya çıkmış. Kapı aynı zamanda modern Antalya ile antik dönem Antalya’sı arasında bir köprü görevi de görüyor. Kapıdan sonra kale içine devam eden yol ise 'Kral Yolu' olarak tanımlanıyor. Kapıdan girenler bu yolu takip ederek limana kadar iniyormuş zamanında. Bu yolun her iki tarafında kalan eski evlerin bir kısmında yaşam hâlâ davam ediyor. Kral yolunu takip ettiğinizde sol tarafta karşınıza Suna-İnan Kıraç müzesi çıkacak. Eski Antalya’ya ait  yaşamdan  kesitlerin izlendiği müzeyi gezmeden yolunuza devam etmeyin. Evlerin büyük bir kısmı restore edilerek lokanta ve otele dönüştürülmüş. Bu evlerden en dikkati çeken ise Alp Paşa Konağı. Yaklaşık 300 yıllık geçmişi olan konak 1992 yılında restorasyon çalışmalarını takiben 1995 yılında otel olarak  hizmet vermeye başlamış. 1997 yılında kapasitesi artırılan otelin restorasyonu sırasında ortaya çıkan Roma ve Bizans dönemine ait antik eserler konağın bahçesinde sergileniyor. Otelde kalanlar aynı zamanda bir müze havasını da solumuş oluyorlar. Yolun yarısına geldiğinizde karşınıza yarısı olmayan bir minare çıkacak. Korkut camii de denilen Kesik minare caminin geçmişi de bir hayli eski. M.S. 2. yüzyılda yapılmış olan ilk yapının üzerine sonraki dönemlerde bir bazilika inşa edilmiş. Daha sonra II. Beyazıd’ın oğlu Sultan Korkut tarafından camiye çevrilmiş. Bir yangın minarenin ahşap kısmı yandığı için adı kesik minare olarak kalmış. Caminin bahçesinde eski kalıntıları ortaya çıkarmak için kazı çalışmaları davam ediyor. Yolu devam ederseniz kısa bir süre sonra geniş bir parka varacaksınız. Buradan Antalya’yı tüm
 


görkemiyle izleyebilirsiniz. Denizin karşısındaki Toros dağlarının yüksek zirveleri karla kaplıdır çoğunlukla. Sağınızda ise  savunma amaçlı yapıldığı düşünülen  Hıdırlık kulesini göreceksiniz. Kulenin arkasına geçtiğinizde ise Antalya falezleri,  yat limanı ve yivli minare  manzarayı tamamlar. 
Yat limanının arkasında gözüken 38 metrelik yivli minare 13. yüzyılda inşa edilmiş.  Gövde kısmı tuğla ve firuze renkli çinilerden yapılmış olan minare, Antalya’nın sembolü durumunda. Minarenin yüksekliği 38 metre.  En tepeye ulaşmak için 90 basamak çıkmak gerekiyor. İçinde Yivli minare’nin de bulunduğu külliyede Yivli Minare Camii, Gıyasettin Keyhüsrev Medresesi, Zincirkıran Türbesi ve Nigar Hatun türbesi de bulunuyor.
Bir zamanlar büyük tonajlı gemilerin de yanaştığı Antalya limanı günümüzde sadece yatlara ve tur teknelerine hizmet veriyor. Yat Limanı'nın girişinde küçük ve şirin bir camii göze çarpıyor. Ne zaman yapıldığı bilinmeyen cami, kale içinin restorasyonu sırasında yeniden düzenlenmiş.
Yat limanına inen yolu takip ederek daha çok süs eşyası ve giysi satılan çarşının içinden geçip yukarıya çıkın. Caddeye vardığınızda karşınıza dış surlar ve saat kulesi çıkacak. Tarihi tam olarak bilinmeyen saat kulesi dış surların arasında tarihe meydan okuyor. Saat kulesinden sola döndükten kısa bir süre sonra Falezlerin üzerine varacaksınız.. Buradan itibaren sol tarafta karşınıza büyük ve modern bir park çıkacak. Bir zamanlar tam bir mezbelelik  olan bu bölge ciddi bir revizyondan geçirilerek modern ve kullanışlı bir park haline getirilmiş. Belli yerlere çocuk  parkları, çay bahçesi ve restaurantlar konmuş. Tümü son derece zevkli döşenmiş ve muhteşem manzaralı yerler. Buralarda gayet uygun fiyatlara Akdeniz ve Toroslar manzarası eşliğinde yemek yiyebilirsiniz. Eğer parkın sonuna kadar  yürümeyi başarırsanız,  karşınıza muhteşem bir manzara çıkacak. Antalya’nın en büyük ve hâlâ en temiz plajlarından biri olan Konyaaltı plajı ve plajın hemen yanından yükselen Toros dağları muhteşem bir görüntü oluşturuyor. Yaz aylarında aşırı kalabalık olan plaj şimdilerde sessizlik ve dinginliği yaşıyor.
Antalya’da görülmesi gereken doğal oluşumların başında şelaleler ve Olimpos geliyor. Toroslardan gelen sular karstik kaynaklardan boşalarak Manavgat, kurşunlu ve düden şelalelerini oluşturuyor. Bu üç şelaleyi de görmelisiniz. Yazın en sıcak günlerinde bile serin sular hayat veriyor ziyaretçilerine.
Antalya’ya ilk gelenleri şaşırtan bir yer Saklıkent kayak merkezi. Antalya’nın aynı gün  hem denize girilen hem de kayak yapılan bir yer olarak tanınmasında Saklıkent kayak merkezinin önemli bir katkısı var. İlk baharın son günlerinde öğleye kadar denize girip öğleden sonra da Saklıkent’e gidip kayak yapmak mümkün.
Antalya'da mutlaka görülmesi gereken antik kentlerin başında Aspendos ve Perge geliyor. Aspendos  Antalyaya 46 km uzaklıkta. Antik dönemin bu büyük kenti hala ilk günlerindeki kadar sağlam ve görkemli. Efsaneye göre tiyatronun içinde bulunduğu kent Truva savaşından sonra bölgeye gelen Argiye kolonicileri tarafından kurulmuş. Anfi-tiyatro aslında kentin sadece bir parçası. Tiyatronun arkasındaki Belkıs harabelerinin de tiyatrodan bir farkı yok. Oldukça geniş bir alana yayılan kentin stadyumu, köşede bir yerde gün ışığına çıkarılmayı bekliyor. Tiyatronun sağındaki yönlendirme levhaları önce stadyuma sonra da tapınak tepesine götürüyor, Tapınak tepesinden gözüken görkemli yapı kentin ana merkezinde. Merkeze girmeden kemerli bir kapıdan geçiliyor. Kapının altındaki yol ilk günkü kadar yeni. Yolun ortasındaki su kanalı ise yer yer bozulmuş olmasına rağmen o dönemdeki mühendisliğin ne kadar ileri olduğunun en iyi kanıtı. Yol sizi agora meydanına çıkaracak. Biraz ilerisi ise kentin ana meydanı. Buradaki en görkemli yapı ise bazilika. Antalya’da kaç gün geçirirseniz geçirin en az yarım gününüzü bu muhteşem kente ayırın.

Aspendostan dönerken zamanınız varsa mutlaka Pergeye de uğrayın derim. Antalya’ya 18 km uzaklıkta olan bu antik kent Aksu bucağı sınırları içinde kalıyor. Kilikya- Pisidya ticaret yolu üzerinde kaldığı için kısa sürede  ticari öneme sahip bir Pamphylia kenti haline gelmiş. Kuruluşu M.Ö 700 yılına tarihlenen kentte Agora, stadion, tiyatro ve sütünlu cadde iyi korunmuş durumda.
Antalya’nın belki de en ilgi çekici özelliği sınırları yüzyıllardır yanan bir ateşin bulunmasıdır. Antik dönemden beri sönmediği için kutsal kabul edilen ateşin antik dönemlerden kalma bir de öyküsü vardır. Ephyra kralı Glaukos’un oğlu hipponoes bir av partisinde kardeşi Belleros’u öldürür ve Belleros’u yiyen anlamına gelen Bellerophontes adını alır. Ephya’dan sürülen Belleraphontes Argos kralına sığınır. Kral kendisine sığındığı için Belleraphontes’i öldürmez ve onu Likya kralına gönderir. Likya kralı da kıyamaz Belleraphontes’e ve onu Olimpos dağında yaşayan aslan başlı, keçi gövdeli, yılan kuyruklu  ve ağzından alevler saçan chimera  ile dövüşmeye gönderir.  Ağzından alevler saçan canavarı alt etmeyi başaran Bellerophontes mızrağı ile canavarı yedi kat yerin dibine iter.  Ancak Chimera yer altından ateş  kusmaya devam eder. Antik dönemden beri gelen öykü böyledir. Bu öykü Anadolu’da yüzlerce yıldır anlatılmakta. Homeros’a göre bu alevler Chimera’nın yerin yedi kat dibinden püskürttüğü alevlerdir.  Bellerophontes’in zaferini kutlamak için Olimpos’da bir yarış düzenlenir. Atletler Chimera’nın kutsal ateşiyle meşalelerini tutuşturarak Olimpos kentine koşarlar. Böylece daha sonra sonra farklı spor dallarının da eklenmesiyle olay tam bir spor bayramına dönüşmüştür. Günümüzde yakılan olimpiyat meşalesi   Chimera’nın hiç sönmeyen ateşinin ifadesidir. Peki nedir işin gerçeği. Bölgedeki metamorfik kayaçlardan sızan gazlar çatlaklardan yüzey çıkarak yanıyor. Yani tamamen jeolojik ve kimyasal bir olay.  Çıralı Antalya’ya 90 km, Kemer ve Kumluca’ya ise 30 km uzaklıktada.  Kemer kumluca yönündeki  yol ayırımından  11 km sonra Çıralı’nın girişine varılır. Buradan bir tepeye doğru giden patika ise 1 km. yani ateşlerin yandığı bölgeye gitmek için biraz yürümeniz gerekecek. Doğa her zaman en güzel sırlarını en gizli köşelerde saklar. Onları görmek için biraz çaba sarfetmek gerekiyor.

Antalya öyle bir yer ki gerçek anlamda gezmeye kalkarsanız aylar yeter mi bilmiyorum. Ben bir kış vakti iki günde epey yer gördüm ama göremediklerimin çok fazla olduğunu  çok iyi biliyorum. Kentin modern dokusundan çıktıktan hemen sonra muhteşem bir doğa  ve antik harabelerin büyüsü Antalya’nın en büyük özelliği olsa gerek. Eğer isterseniz iki günde bile Antalya’nın bu büyülü dokusundan iki günde bile olsa keyif almayı başarabilirsiniz.