Sonu gelmiyor.
Ortalığa saçılan ses kayıtlarında, Türkiye medyasının nasıl bir siyasi mühendislik ve operasyon merkezi haline getirildiği her geçen gün biraz daha iyi anlaşılıyor.
Konuşmalardan, dışardan pek de şaşaalı görünen 'merkez' medyanın Başbakan tarafından nasıl bir paçavraya, boks çuvalına dönüştürülmüş olduğunu anlatıyor tek.
Önce Habertürk, ardından Doğan Grubu davası, ağlamayla sonuçlanan Milliyet konuşmaları.
Ve daha da beteri, Sabah gibi bazı gazetelerin yığınla manipülatif 'haber'le beslenmesine dair talep ve planları anlatan baba-oğul konuşmaları.
Kimse, 'bu ses kayıtları legal mi, meşru mu, neyin nesi?' demesin.
Ama diyorlar işte.
Bunu söyleyenler, medya içindeki arkadaşlar.
Esas işi, görevi, mesleki taahhüdü halka gerçekleri olduğu gibi anlatmak olan medyamızın yöneticileri, editörleri, yayın yönetmeni arkadaşlarımız, tam da medyanın kendisini, içine düşürüldüğü rezil hali parça parça ifşa eden bu kayıtları 'ama yasak!', 'ama hakkında yayın yasağı var!', 'ama bunları yasadışı bir şekilde kaydetmişler' vızıldanmalarıyla halkla paylaşmaktan, bunları yayınlamaktan fellik fellik kaçıyorlar.
Korku içindeler.
Bu laflar topluma mesleki sorumluluktan kaçmak için mazeret uydurmaktan başka bir şey değil.
Kimi cehaletten yapıyor bunu, kimi korkudan, kimi kendisini veya sevgili patronunu korumak için.
Oysa, gazetecinin haklarını koruyan ve özgürlüğünün sınırlarını geniş tutan bir yığın içtihat kararı var, AİHM'den çıkma.
Medyadaki arkadaşlarımız, bilgilenmek ve cesaretlenmek için T24'te geçenlerde yayınlanan, CHP Milletvekili - ve eski AİHM yargıcı - Rıza Türmen'in değerlendirmesini okusalar yetecek.
'Hukuka aykırı elde edilmiş kayıtlar söz konusu olsa bile, kamuoyunu ilgilendiren bir konu olduğu takdirde AİHM dengeyi basın özgürlüğü lehinde kuruyor' diye yazıyor Türmen.
Bunu doğrulayan bir dizi davayı da anlatıyor.
Yoksa, saçma mazeretler içinde kıvranıp kalacaksınız.
Snowden'ın elde ettiği veriler izin alınarak, yasal yollardan elde edilmiş veriler olduğu için mi yayınladı Guardian gazetesi ve diğerleri bunları?
Böyle saçmalık olur mu?
Sızan ses kayıtları bireylerin, ailelerin, bakanların, bürokratların özelini, mahremini anlatmıyor.
Tersine, bu yalnızlaşmış ülkenin vatandaşlarının hayatını birebir etkileyen konuları, 'geneli' anlatıyor.
Bunların her biri halkın bilmesinde yüzde 100 kamu yararı olan konuşmalar.
Her birinde sular seller gibi haber değeri var.
Ey, medyanın karar vericisi editörler, yayın yönetmenleri.
Uyanın artık bu kış uykusundan.
Biraz habercilik yapın!
Eğer medya, bizim mesleğin özel işlevini bilen; ahlaklı, namuslu patronların elinde olsaydı, inanın bu ses kayıtlarının çıkmasına bile gerek kalmayacaktı.
Bizler çoktan yolsuzluk, hırsızlık, haramilik, uğursuzluk,organize işler, şeytana pabucu ters giydirmeler konusunda halkı çoktan haberdar etmiş olacaktık çünkü.
Ama hakikat böyle bir şey işte.
On kanalı kapat, sekiz gazeteyi tıka, korkut ürküt bağı çağır, hiç farketmiyor.
Hakikat gene kendisini gösterecek bir yer buluyor.
Ama bugün, ama yarın.
Bir gün, mutlaka, gelip sizin yakanıza, paçanıza yapışır.
Bu hayatın en dayanıklı gerçeği.
Öyle olmasına öyle de, biz, yani bu gazeteci tayfası, nasıl oldu da bir yalancılar korosunun baş borazanı haline gelebildik?
Riyakarlığın diplerine nasıl oldu da bu kadar sürüklenebildik?
Belli ki, Beyefendi, yıllardır bu sektörün içini, kimdir demeden allak bullak etmiş.
Bir bozuksa medyanın işleri, binbir bozuk hale getirmiş.
Ezmiş, aşağılamış, uşaklaştırmış, ağlatmış, insanlıktan çıkarmış.
Daha da beteri - belki de hayırlısı - bütün yaptıklarını 'evet, eğer yaptımsa ben yaptım, ne olmuş' edasıyla teyit etmiş.
Üstelik, o teyit esnasında, altını çizerek, 'onlara bazı şeyleri de öğretmek lazım' diye eklemiş.
Zaten baştan kötü yazılmış olan İnternet Yasası'nı daha da kötü hale getirmekle kalmamış, panik halinde 'youtube da, facebook da kapatılacak mı, neden olmasın?' diye eklemiş.
Teyit edildi, biliyoruz, ahali olarak:
Karşımızda farklılıklara, düşünce zenginliğine, hür fikir takasına halka hakikatın ulaşmasına düpedüz husumet duyan bir yönetici var.
Tekrar soralım:
Nasıl oluyor da, aramızda sayıca hayli fazla olan bir kısım meslektaş, hürriyetler habire budanırken, adaletin köküne kibrit suyu ekilirken, hala bir inkar ve yalan dünyasında kalarak; halkı bilgilendirmek yerine iktidar saflarında hizalanarak, insanları birbirine karşı kışkırtıyor?
Gazeteciler, haberciler, editörler olarak hakikatla imtihanın en zor safhasındayız.
İktidar uşaklığı ve para açlığı denen müzmin hastalıklar yüzünden aslımızla, meslek ahlakımızla aramızda açılmış olan uçurumun üzerine kurulu, sallantılı bir sırat köprüsünün ucunda dizildik.
Gazetecilik cesaret işidir. Namus işidir. Vicdan işidir.
Akıl iz'an adına isyan işidir.
Halkı anlama işidir.
Mağdurun, sessizin, ezilenlerin, hak arayanların, insanca muamele bekleyenlerin yanında durma işidir.
Tabii ki, zamanı gelince, sabır parantezleri kapandığında, hayati tercih işidir.
Bu ülkenin gazetecileri maalesef kapanın elinde kaldı.
Güç kimdeyse onlar tarafından kullanıldı, posaları çıktı, ezildi, un ufak edildi, insan içine çıkamaz hale getirildi.
Türkiye'nin medya çalışanları, modern zamanın köleleridir.
Siyasi iktidarlar, ahlakı problemli patronlar ve onların kuklaları marifetiyle hiçleştirilmiş pek çok gazete ve TV kanalında, açık hava cezaevlerine çevrilmiş yazı işleri odalarında, haber servislerinde 'korku veya sıkıntıyla sadece 'gün dolduran' çok meslektaşımız var.
Azarlanan, hakaret gören, sessizliğe itilmiş; meslek namusuna sahip çıkarsa, cezai müeyyide olarak kapı önüne konacağını çok iyi bilen, yüzlercesi, binlercesi.
Sadece Gezi olayları ardından işinden olanların sayısı, bilinen rakamlara göre, 200'e yakın. Tabii onun gerisi de var.
Bu ülkenin 15 bine yakın gazetecisi içinde sendika üyesi olma cesaretini gösteren oranı, sadece yüzde 1.
Harflerle tekrar edelim: Yüzde Bir.
Ne olmuş demeyin.
Bu olmazsa, ne dayanışma beklersiniz, ne de bir itiraz.
İşten atılana, istifa edene sorun: 'Sana kim sahip çıktı? Bırak sahip çıkanı, seni kaç kişi geçmiş olsun'a arama cesaretini gösterdi?'
Alacağınız cevap, size halimizi anlatmaya yetecektir.
Öteki cenahta da, kendisini gazetecilik dışı herşeye - ideoloji, tetikçilik, muhbirlik - 'adamışlar' ile ahlak yoksunları var.
Bu ikinci kategori hep vardı da, para havuzları kabarınca daha bir su yüzüne çıktı.
Türkiye medyasının bir özelliği, kilit noktalarda, hürriyetini ve bağımsızlığını açık artırmaya çıkartmış ve en yüksek teklife daha üçe kadar saymada satmış şahısların, Faust'ların, maalesef hala muteber olmasıdır.
Bunların bazen şaşırtıcı gelen saf değiştirmesi, gürül gürül akan para musluğunun aniden tıkanmasına bağlıdır.
Parayı takip edin, sergiledikleri gazeteciliğin ne kadar ilkeli (!) olduğunu anlarsınız.
Gazetecinin hürriyeti ve bağımsızlığı satılık değildir, olamaz, ve olduğu anda, işi biter.
Gazeteci siyaset eylemcisi olamaz, bir parti temsilcisi gibi ekran ekran dolaşıp propaganda yapamaz, onun işi hakikate ulaşmak, halkla paylaşmak, hoşlarına gitsin gitmesin verileri, çapraşık görüşleri basitleştirerek anlatmak ve salim analizle aklın yolunun bulunmasına yardımcı olmaktır.
Bizim medyada işler eğer köşelerin dörtte üçünde siyasi cephelerden siyasi ağzıyla yazmak, ekranlarda neredeyse tamamen siyaset taraftarı gibi karşılıklı bağrışmak haline geldiyse, bunun sebebi, medyamızın iktidar ve patrona bağımlı hale gelmesinden ötürüdür.
Hakikatle imtihan derken, buna isyan zamanının artık gelip çatması halini kastetmekteyim.
Ortalığa ses kasetleriyle saçılan pisliklerin buna kadar gölgede kalması gerekmiyordu.
Bizler mesleğimize başkalarını karıştırmadan, iktidar ve hempalarıyla, patron katlarıyla yüzgöz olmadan yapma cesaretini gösterseydik, çoktan meseleler aydınlanmıştı.
Lağım böyle patlamayacaktı.
Bakın, belki farkettiniz: Rusya devletinin propaganda kanalı olan Russia Today'de iki cesur gazeteci, Abby Martin ve Liz Wahl, Putin'in Ukrayna siyasetinin tek taraflı olarak verilmesini protesto ederek, üstelik canlı yayında bağıra çağıra, 'bizim onurumuz satılık değil' diyerek, Kırım'ın işgal edilmesini kınayarak istifa ettiler.
Meslektaşları da, imrenilesi bir tavırla, yayını stüdyodan pat diye kesmedi, sonuna kadar yayınladılar.
Bu işler böyledir.
Su gün gelir taşar, lastik gün gelir kopar.
Bizde de mümkün mü?
Bilmiyorum.
Ama yolun sonuna geldik artık.
Bizi tamamen susturmak isteyen bir Beyefendi, hürriyetlerimize ve bağımsızlığımıza habire engel çıkaran olan kokuşmuş bir patronaj nizamı ve işimizi boğan bir sistem var.
Bu böyle gitmeyecektir.
Ahlak imtihanında dibe vurduk.
Şizofreni yaşıyoruz.
Riyakarlıkta tavan yaptık.
Otoritelerin her dediğini yapacağız derken kendimizi unuttuk.
Serseme döndük.
Partizanlaştıkça aziz toplumu bölüyoruz.
Yakında birbirine düşerse insanlar, bu sessiz ve akil çoğunluk öfke sellerine kapılırsa, bunun sorumlusu, iktidarını bölerek ve kırarak, habire paranoya şırıngalayarak yönetme üzerine kurgulayanların emellerine servislerini sunanlarımız olacaktır.
Bildiğim bu.
Artık herkes medyanın içinde ne yaşadıysa, ne biliyorsa anlatmalı.
Medyadaki çürümüşlüğe meslek haysiyeti adına medenice, demokrasi adına dürüstçe anlatımlarla isyan zamanıdır.
Halk bizden bunu bekliyor mu?
Bilemem, ama şunu söylerim:
Halk bunun kıymetini anlar ve yapılanların hakkını çok geçmeden ziyadesiyle bizlere teslim eder.