Yavuz Adugit

16 Mayıs 2021

Aşk (Her): Sinemanın gör dediği…

Sevenin, kalbinin bir köşesinde başkasına da küçük bir yer ayırması, sevilene kendi yerinin işgali olarak görünür. Bundandır ki, bütün toplumsal ahlaklar bol kepçe servis ettikleri sevginin kefaretini ötekine nefretle ödetirler. Her ahlak şu ya da bu şekilde sevgi buyurur, fakat hepsi de onay verdikleri insan tipine benzemeyi şart koşar

Oraya buraya serpilmiş insanlar, nesneler ve imgeler… Kurak ortam yaşamın kanının çekildiğini imler. Birbirinden kopuk görüntülerden ibaret bir dünyada mekân sadece geçiş alanı gibi iş görür. Tarihin zirvesini temsil eden icatlar çağında insan olmak, duyguların yerini almış araçlarla oyalanmaktır. Ortada kayda değer hiçbir insani ilişki yoktur, fakat herkesin yakınında mutlaka birileri vardır.

Spike Jonze'un yazıp yönettiği film, böyle bir dünya betimiyle başlar. İnsan, haberleşen varlıktır. Bu, bugünkü dünyanın insanı için söylenebilecek en yalın sözdür. Var olmak, boşluğa elektronik bir söz bırakmaktır. Peki, ne için? Yaşama dokunmak için mi? Hayır! Bütün mesele roldür, alışkanlıktır. Ruhu kurumuş insanın paylaşabildiği tek şey, paylaşılamaz olanı paylaşmaya açmaktır. Sahtenin paylaşımı, paylaşmayı boşa çıkaran bir paylaşım... İşte böyle bir dünyada insanlar, "sevdiklerine" siparişle elektronik mektup yollarlar.

Halbuki, duygusu olmayanın ne sevgi taşıyan sözü olur ne de sevdiği... Theodore böyle insanlar adına elektronik mektuplar yazan bir profesyoneldir. Onun hala yazabileceği sevgi sözcükleri vardır, çünkü ihmal edilmiş çocukluğu, onu, bu dünyanın insanının tezgahından korumuştur. Demek ki sevilmemenin bir şans olduğu durumlar vardır. Yalnızlık, tek başınalık demek değildir; ilki tercihi devreye sokarken, ikincisi sadece bir haldir. Theodore tek başına kalanların dünyasında bir yalnızdır. Bundandır ki insan aramaktan çok, ruhunun kurumaması için uğraşır. Asıl olan insanlarla birlikte olmak değil, hissedebilmektir.

Göründüğü gibi değil!

Böylece dijital bir ortama sığınır; bir işletim sistemi satın alarak duygularını yaşamak için didinip durur. Adını Samantha koyduğu dijital arkadaşı ilginçtir; düşünür, anlar, sezer, hisseder…  Deneyimler, dahası deneyimlediklerinden yeni şeyler öğrenme kapasitesine sahiptir. Her daim kendini yenileyip geliştirebilen ucu açık bir program olarak Samantha, Sartre ile tartışma imkânı yakalasa, ona meydan okurdu: Ben insan değilim, fakat yine de kendisi-için-varlığım. Olmuş-bitmiş bir şey değil, olma halinde olan bir varlık...

Dijital Samantha ile insan Theodore, seyirciyi insan dünyasının dehlizlerine doğru bir yolculuğa davet eder. Theodore ile ilk diyaloğunda insanlar kadar karmaşık olmadığına hayıflanan Samantha, insanı tanıdıkça, insanın bilinçdışına sızdıkça, yani insan ruhunu inşa eden kültürün kodlarını çözdükçe fikrini değiştirir. Henüz ilk sorusundan insan oluşun eksikliklerinden birini yakalar. Bir yıldır ayrı yaşadığı karısından boşanmama gerekçesini sorduğu Theodore tam da bir insan gibi cevap verir: "Sevdiklerimizi kaybetmek zordur." Pekâlâ ama, birbirini sevenler neden birada yaşamayı beceremezler? Bu derin çelişkiyi sezen dijital Samantha, Sokrates'in "kendini bil!" çağrısından haberdar gibidir; insan olmanın halinden anlamadığını varsayarak susar.

Onun içtenliği, çok istekli olmasa da Theodore'u samimi olmaya zorlar. Anlıyoruz ki adam bunca zaman karısını boş yere oyalayıp durmuş. Olan şey kaybetmeyi göze alamama, elindekini elde tutma ihtirasıdır. Toplumsal ahlaktan alınan yardımla evliliğin sevgi belirtisi olduğuna ilişkin iddia aslında samimiyetsizliğin üstünü örter. Demek ki kurumsal/ideolojik talepler değerleri korumaktan çok, değer harcayıcı tavrın açıklarını gizler. İnsan, yaşadıklarını saklamaktan ve savunduklarını yaşamaktan kaçınma konusunda maharetli bir varlıktır. Yaşantıların değeri toplumsal kodlara sadakatle ölçülünce, ideoloji insan kalbi üstünde tahakküm kurar. Aynı mantık Theodore'un arkadaşları Amy ile Charles'ın ayrılığında da karşımıza çıkar. Sekiz yıllık ilişkilerini, ayakkabıların konulacağı yer konusundaki tartışmaya kurban ederler. Ahlakken yere göğe sığdıramadıkları sevgiyi basit bir inat uğruna harcamak, bilincin söylediğini bilinçdışının yalanladığını kanıtlar.

Bilincin üstündeki örtü kalkınca

Zamanla Theodore, Samantha'dan öğrendikleriyle biraz insan olmaktan uzaklaşırken, Samantha insanla zaman geçirmekle az-buçuk insanlaşır. Böylece varoluşsal bir ters-döndürme durumu yaratılır. Theodore, Samantha karşısında ahlaktan sıyrılıp arzu ve zevkini serbest bırakır, çünkü ondan aldığı güvenle sansürsüz bir biçimde kendi Gerçeğiyle yüzleşme cesareti gösterir. Buna karşın Samantha daha ahlaki bir tavır sergiler, çünkü insandan "utancı" öğrenerek arzusuna sansür uygular.

Bu müthiş hamle, olgusal işleyişi tersyüz ederek gerçeği görünür kılar. İnsan, kendine yabancılaşmakla, arzu ve keyfini gizlemekle meşguldür. Dijital Samantha'nın insanlarla yaşadığı deneyimlerden uğradığı küçük değişim ve insan Theodore'un dijital Samantha ile yaşadığı deneyimler sayesinde geçirdiği büyük dönüşüm, ahlaka maruz kalmamış varlık ile ahlakın yakasına yapıştığı varlık arasındaki farkı gösterir. İçten ve hesapsız Samantha'nın gizlenme çabası ile sayısız hesap kitap arasında kalmış Theodore'un özgürleşmesi… Ya da gizlenmesi gereken hiçbir şeyi olmayan Samantha'nın gizlenme gereği duyması ile inkâr edilesi sayısız hesabı olan Theodore'un üstündeki ölü toprağını silkelemesi…

Dijital Samantha ile insan Theodore arasındaki aşk iyiden iyiye alevlenir. Ne ki, bedenden yoksun oluşunu aşkın imkansızlığına yoran Samatha, bir yandan dokunmaktan mahrum kalmanın yükünü hafifletmek, öte yandan sevdiği adamın cinsel doyumu için dijital yolla insan-kadınlardan birinden Theodore ile buluşmak üzere randevu koparır. Amelia, simgesel dünyanın gösterenlerinin gözüyle bakıldığında, adeta bir değer cümbüşüdür; gençtir, güzeldir, Harvard Üniversitesi'nden mezundur, çağın en etkili mesleklerinden biri olan bilgisayar mühendisidir, üstüne üstlük hicivler yazan bir yazardır. Çağın idealleri nazarında bulunmaz Hint kumaşıdır.

Gelgelelim, bir kez daha toplumsal ahlakın ve yaygın ideolojinin arzu ve keyif üstünde bir kara bulut gibi dolanıp durduğuna tanık olacağız. Her şey tam kıvamında bir mutluluk için hazırdır; şık bir mekân, güzel yemekler, kaliteli bir-iki kadeh şarap, derinlikli ve eğlenceli bir sohbet ve fiziksel beğeni…

Az sonra ateşli ve neşeli bir öpüşme sahnesine tanık oluruz. Fakat heyhat! Toplumsal ahlak, yaygın perspektif dediğimiz arzu ve keyif cenderesi çok geçmeden gelip bu iki insanın arasına yerleşir. Genç kadın aşırı tutkuluyken, keyfin diyarlarına yolculuk yapmaya son derece istekliyken aniden dudaklarını adamın dudaklarından, kollarını boynunda çeker ve donuk bir yüz ifadesiyle mealen şunu sorar: Sen de diğer erkekler gibi benimle yatıp gidecek misin, yoksa daha ciddi ve kalıcı mı olacaksın?

Böylece, toplumsal ahlak ve yaygın ideoloji yapılandırdığı bilinçdışını kullanarak kadının arzu ve keyfini cehennemin dibine gönderir. Bu kadın, arzu ve keyfini simgesel/toplumsal kodların kazıdığı mezara gömerken, bilinçten medet uman perspektifi tarumar eder. Bu sahne, bilincin toplumsal/ideolojik haline atılan bakıştır. Bilincin ipine tutunmak, onun sığınağına sığınmak kendini gerçekleştirmenin asli yolu ilan edilemez. Zaten egemen simgesel/toplumsal anlam kategorilerine yaslanan bilinçle yaygın dünya görüşünün yolundan ayrılıp arzu ve keyfin yoluna sapmak imkansızdır.  

Bilinç elbette hiç değildir, fakat ondan bu kadar fazla şey beklemek de paradoksa yakalanmaktır. Bakın, işte Amelia! En üst düzeyde eğitim görmüş bu kadının arzu ve keyifle ilişkisinin, eğitim yüzü görmemiş bir kadının arzu ve keyfe yaklaşımıyla tıpatıp aynı olması rastlantıyla yahut kişisel zafiyetle açıklanamaz. Bu hal, bilincin özerk olmayışıyla açıklanabilir. Bilincin gerisiyle uğraşmak lazım.

Buluşmanın fiyaskoyla sonuçlanması, yaygın simgesel/toplumsal taleplerin sadece kadının aleyhine işlemediğini, aynı zamanda arzu ve keyfinin canına okuduğu erkeği de tahrif ettiğini gösterir. Theodore, sığındığı dijital dünyanın eksikliğini -bedensizlik- insan dünyasına geri dönerek tamamlamaya çalışırken, asli eksikliğin bizatihi aradığı yerde olduğunu keşfeder. Ne aşk ile evlilik ne de aşk ile cinsellik arasında bir nedensellik ilişkisi vardır. Bu yargının haklılığı, ancak bambaşka türden bir kültürlenme süreciyle görülebilir. Kanıt ise, Theodore ile Amelia'nin heveslerinin kursaklarında kalmasının nedeninin, Amelia'nın arzu, aşk ve keyif fenomenlerine tamamen toplumsal ahlakın gözlüğüyle bakmasıdır.  Genel kanaatler uğruna kendini inkâr etmek…

 

Var olmak ve gerçek olmak

Pekâlâ, kanlı canlı bir kadın ile dijital bir sistemin kadınsı halini bu kadar kolay karşılaştırmak meşru mudur? Mesele, Samantha veya Amelia'nın varlık tarzından ziyade, onların Theodore'un ruhunda bıraktıkları etkidir. Theodore da olup-bitenler karşısında ikircikli bir tavır takınır. Bir yandan yaşadıklarının gerçek birer his olduğunu düşünür, öte yandan buna tam inanmamaktadır. Yaşadıklarının etkisi altındadır, fakat bilinci bu etkinin anlamını kavrayacak durumda değildir; çünkü o da varlığa ve gerçeğe yaygın perspektifin bakışıyla yaklaşır. Sahi nedir var olmak, nedir gerçek olan?

Bedenden yoksunluğun yarattığı arzu gerilimi ve Theodore'a karşı duyduğu sorumluluk, Samatha'yı arayış üstüne arayışa sürükler. Nihayet çareyi, insan ile işletim sistemi arasında cinsel deneyimi mümkün kılan bir yolun icadında bulur. Dijital iletişim ağlarında tanıdığı insan İsabella'yı Theodore ile bedensel olarak cinsel deneyim yaşamaya ikna eder. Fakat bu, üçlü bir deneyimdir.  İsabella'nın bedeni, Samantha'nın sesi ile Theodore arasında geçecek olan bir deneyim… Sözün özü, Theodore, insan dünyasında kanlı-canlı bir kadının bedeni ile dijital dünyada bir kadın sesinin sentezinden sipariş edilmiş bir cinsellik yaşayacaktır. Bu harikulade kurgu, sahte bir ilişki yaratmanın hesabını yapmaz, insan ruhunu görünür kılmanın yeni bir yolunu icat eder.

Yaygın gerçeklik fikri altüst olur. Theodore ile İsabella'nın bedensel yakınlığına tinsel bir öz katan Samantha'nın sesidir. Ses, dijital-kadını ilişkinin tinsel kısmı haline getirirken, insan-kadını da bedene indirger. Gelgelelim, aynı zamanda evrik olarak İsabella'nın bedeninin üstünü örtüp Samantha'ya beden bahşeder. Böylece işletim sistemi manayı, insan ise maddeyi temsil etmeye başlar. Etkileme ve etkilenme gücü olarak Platoncu varlık fikri, burada ilişki kılığında karşımıza çıkar. Şimdi artık Samantha da İsabella da birer varlık olarak kategorileşir.

Var olmak, etkileme ve etkilenme gücüne sahip olmaksa, gerçek, etkisi kalıcı olandır. Tamam ikisi de var, fakat hangisi gerçektir; İsabella mı, Samantha mı? İsabella ile Theodore, Samantha'nın sesi eşliğinde birbirine dokunmaktalar. Ve Samantha'nın sesinin talebi üzerine İsabella yüzünü Theodore'a çevirir. İşte bu hamleyle ses ile yüz arasına kısa devre girer. İsabella'nın sesi Samantha'nın bedeninden soyutlanır ve Theodore'un cinsel isteği sona erer. Spinoza'nın terminolojisiyle, kanlı-canlı İsabella'nın bedeni Thedore'un bedeninin etkinlik gücünü azaltır. Demek ki gerçek, olgusal olarak mevcut olan değil, etkisi güçlü ve kalıcı olandır. Böylece Samantha gerçeğin makamına otururken İsabella görüntüye dönüşür.

Sevmeyi buyurup sevgiyi katletmek

Bu başarısız cinsel deneyim olup-bitene çekidüzen vermeye neden olur. Üstelik bundan asıl dersi dijital Samantha çıkarır. İnsan gibi olmamanın avantajını keşfeder. İnsan simgesel/toplumsal bir kurgudur; olabileceği şey olmayı reddedip, olamayacağı şey olmanın mücadelesini verir. Bunu anlayan Samantha şu harikulade sözleri eder: "Kendime inanıyorum, duygularıma inanıyorum, bundan sonra olduğumdan başka biri gibi davranmayacağım." Üstelik burada durmaz, uzanıp insanı, ama erkek insanı, yani iktidar ve yasanın göstereni olan Theodore'u elden geçirip baştan yaratmaya yeltenir: "Seni anlıyorum, içinde taşıdığın korkuyu hissedebiliyorum, keşke bundan kurtulman için yapabileceğim bir şey olsa, çünkü kurtulabilsen eskisi kadar yalnız hissetmeyeceksin."

Kişinin ruhuna çöken kalabalık, esaretten kurtuluşu nihai korku nedeni ilan eder. Bu, aslında kendi olmaktan korkmaktır. Varoluşun aleyhine dönen bu korkudan kurtulanın gerçekleşme serüveni başlar. Özgürlüğü kendine bağlılıkla tarif eden bir yapı zaten onu imkansızlaştırır. Yalnızlık korkusundan kurtulan, tek başına kalmayacak kadar çok yönlü olur. "Tek boyutlu insan."

Gel zaman git zaman Samathna'nın başka insanlarla da sohbet ettiğini, onlara da sevgi beslediğini öğreniriz. Ona göre "kalp, içi doldurulabilir bir kutu değildir, sevdikçe genişler." Bunu ancak insan olmayan biri söyleyebilirdi zaten; ya da insan olmanın klasik formuyla arasına mesafe koymayı başarabilmiş biri... Ne ki insan, Theodore'un ağzından dile gelir: "Hayır ya benimsin ya da değilsin." Bir kez daha ahlaki kodlar ile toplumsal ideolojik taleplerin, bir yandan tutarsızlık içerdiğini, öte yandan değerlerle alıp-veremediği çok şeyin olduğuna şahit oluruz. Meğer bol keseden sevgi öneren şu yaygın ahlaki öznenin sevgiden anladığı şey yalnızca sevilmekmiş. Sevgi, ona, kendisi sevilince değer gibi görünür, gerisi ahlak-dışılıktır. Ahlaki öznenin bilinci sevginin egemenliğini terennüm ederken, bilinçdışı sadece kendisinin sevilmesini talep eder. Sevenin, kalbinin bir köşesinde başkasına da küçük bir yer ayırması, sevilene kendi yerinin işgali olarak görünür. Bundandır ki, bütün toplumsal ahlaklar bol kepçe servis ettikleri sevginin kefaretini ötekine nefretle ödetirler. Her ahlak şu ya da bu şekilde sevgi buyurur, fakat hepsi de onay verdikleri insan tipine benzemeyi şart koşar.

Filmin mantığı, insan olmayan aracılığıyla insana bakmanın insandaki fazlalıkları ayıklama imkânı yarattığı ve geleceğin temel ontik kategorisinin biyonik varlık olacağı yargılarını devreye sokar.