Yalçın Doğan

15 Kasım 2019

Zınk diye durun: “Dost Hilal”

Böylelikle, aziz Türk medyasının hal-i pürmelali Beyaz Saray’da tescil ediliyor, bizim basın tarihinin utanç verici bir kilometre taşı Beyaz Saray’a çakılıp kalıyor

Ankara, La Paz (Bolivya) ve Beyaz Saray... Üç tarih yazılıyor, aynı günde bu üç yerde.

Aynı işi yapmalarına, aynı sınıftan gelmelerine, aynı çıkarlara sahip olmalarına ya da aynı ezilmeye mahkûm edilmelerine karşı, kuruluşlarından bu yana onları hiçbir güç, hiçbir olay, hiçbir kişi yan yana getiremiyor, sanki “düşman kardeşler” gibi. Bütünüyle birbirlerinden ayrılar.

Üç büyük işçi konfederasyonu DİSK, Türk-İş ve Hak-İş.

Hak-İş AKP’nin arka bahçesi, eski başkanları AKP’den milletvekili seçiliyor. Söylemi ve uygulaması AKP’nin ideolojisine tıpatıp uygun. AKP işçilere özellikle Hak-İş’e üye olmaları için baskı yapıyor.

Türk-İş, elli yıldır askerler dahil, hemen bütün iktidarlarla, uyum içinde. Son olarak Türk-İş Başkanı'nın toplu sözleşmede AKP ile kurduğu uyum, hükümeti koruma çabası mikrofonlardan canlı olarak bütün Türkiye’ye yansıyor.

En aykırı olan DİSK. Kurulduğu 1967’den bu yana, her iktidar karşısında dimdik ayakta ve sol sendikacılığın temsilcisi.

İdeolojileri, uygulamaları, ekonomiyi ve hukuku değerlendirmeleri birbirine bütünüyle zıt, hiç bir konuda anlaşamayan bu üç işçi konfederasyonu tarihte ilk kez aynı masada, bir iktidara karşı ortak taleplerde bir araya geliyor.

Konu yeni vergi yasasına itiraz... Temelde “ekonomik kriz”... Çalışanların krizde nasıl ezildiklerini, nasıl geçim sıkıntısı çektiklerini, buna ek olarak getirilmek istenen yeni vergilerle, çalışanların bir kez daha okka altına girdiğini belirterek “ortak davranacaklarını” açıklıyorlar.

Tarihte ilk kez, üç işçi konfederasyonu bir iktidara ortaklaşa ültimatom veriyor.

Ne zaman?

Aynı günde, Beyaz Saray’da Trump ile Erdoğan’ın görüştüğü günde.

La Paz: Somos sosyalistas

La Paz; sözcük anlamı “barış”, ancak şu anda orada barıştan eser yok. Bolivya’nın başkenti La Paz bir Amerikan darbesiyle düşürülen seçilmiş başkanı Evo Morales’i Meksika’ya sürgüne göndermek zorunda kalıyor.

Aynı gün... Trump-Erdoğan görüşmesine rastlayan gün, Bolivya 1825’ten bu yana yaşadığı 193, evet yüz doksan üç darbeden sonra, yüz doksan dördüncü darbenin sonuçlarıyla karşı karşıya kalıyor.

Trump Beyaz Saray’da, ama Bolivya’da bir Amerikan darbesi daha. Çünkü:

Morales, “Somos sosyalistas”, hepimiz sosyalistiz, diyerek yola çıkıyor.

Bolivya, Amerika’nın ihtiyaç duyduğu, elektrik bataryalarında kullanılan madenlerden lityum yatakları açısından çok zengin. Dünyadaki lityum yataklarının yüzde altmışı Bolivya’da. Ayrıca, çinko, gümüş, altın, doğalgaz ve petrole sahip.

Morales bu yeraltı zenginliklerinin işletmesini Amerikan firmalarının elinden alıyor, devletleştiriyor. Yine Amerikan tekellerinin elinde bulunan su kaynaklarını da millileştiriyor.

Eh, bu kadarı artık fazla! Morales Amerikan damgalı bir darbeyle düşürülüyor.

Trump Erdoğan ile görüşürken bir aklı da Bolivya’da.

Beyaz Saray'da skandal

Aynı gün Erdoğan ile görüştüğü saatlerde, Trump’ın kulağı Kongre'de başlayan Başkanlık'tan azil sürecinin işletilmek istendiği oturumda.

Beyaz Saray’dan bir kaç kilometre uzaklıkta, kendisi için hayat, memat meselesi olan tartışmalar sürerken, Erdoğan ve Türkiye üzerinde ne ölçüde yoğunlaşabilir ki!

Zaten açıklamalarına, verdiği görüntülere bakınca, harcı alem, sıradan, Türkiye ile sorunları bürokrasinin çözümüne bırakmış bir ruh hali içinde.

Erdoğan’ın ve bizim aziz medyanın verdiği öneme bakınca, Trump’ın vurdumduymazlığı daha net ortaya çıkıyor.

Ama, Beyaz Saray’da skandal çok başka bir konuda ortaya çıkıyor.

İkilinin basın toplantısında, Trump ile Erdoğan Suriye, S-400’ler, mektup filan bir kalem geçin, buluştukları ortak nokta “dost gazeteciler” arayışında. İkisi de, ters sorulardan hoşlanmıyor, bunu Trump açıkça vurguluyor:

“Dost bir gazeteci sorsun soruyu!”

Erdoğan hemen bir “dost gazeteciye” söz veriyor, Sabah’tan Hilal Kaplan’a!

Trump soru karşısında öyle şaşkın ki, Kaplan’a dönüyor ve “Gazeteci olduğuna emin misin” diyerek, onu ve onun şahsında Türk medyasının bugünkü durumunu perişan ediyor.

Salonda bulunan, Türkiye’yi iyi tanıyan ve Erdoğan muhalifi senatör Lindsay Graham yanındaki meslektaşına fısıldıyor, “Zaten başka türlüsü kalmadı ki!”

Böylelikle, aziz Türk medyasının hal-i pürmelali Beyaz Saray’da tescil ediliyor, bizim basın tarihinin utanç verici bir kilometre taşı Beyaz Saray’a çakılıp kalıyor.

Böyle bir rezaletin ardından Hilal Kaplan ve diğer “dost gazeteciler” bundan sonra ne yazarlar, TV’lerde ne söylerler? Ne söylerlerse söylesinler, ne yazarlarsa yazsınlar, kimin umurunda!

“Dost gazeteciliğin” cenaze törenine Atlantik ötesindeki Beyaz Saray tanıklık ediyor.