Yalçın Doğan

14 Eylül 2016

Yaz-boz tahtasında bir ülke

Kararlar bu kadar keyfi alınırken, “milli irade” nereye oturacak?

Bir dönemi simgeleyen, bir kuşağı etkileyen, herhangi bir gizli örgüt üyeliği ile en küçük ilişkisi bulunmayan, darbelere karşı çıkan, politika ise, bunu inandığı legal bir partide yürüten bir yazara ödül verilecek. 

“Kültür ve Turizm Bakanlığı 2008 Yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü.”

Kime verilecek?

O tarihte Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay. Ona göre, bu ödül yukarıda kendisinin tanımladığı ölçüleri temsil eden birine verilmeli.

Günay tercihini yapıyor, “Çetin Altan.”

O sırada Bakanlık Müsteşarı daha sonra Milli Savunma Bakanı, bugün Milli Eğitim Bakanı, Tayyip Erdoğan’ın yıllardır en yakınında yer alan isimlerden İsmet Yılmaz.

Günay tercihini Yılmaz’a açıkladığında, o “çok iyi bir isim” diyerek, desteğini veriyor.

Çetin Altan adı Başbakan Erdoğan’a götürüldüğünde, hiç itiraz etmiyor, bir an bile duraksamadan kabul ediyor.

Ödül töreninde Erdoğan yine “tarihi” sözlerinden birini patlatıyor:

“Eleştiriye tahammül olmadan ilerleme olmaz.”

Neymiş, ne?

Eleştiriye tahammül olacakmış, hatta tahammül olmaz ise, ilerleme olmazmış.

"Umarım pişman olmazsınız"

Ama, o sözün söylendiği yıl 2009. Arada çok sular akıyor. “Eleştirinin” e’si bile artık ve çoktan “suç” sayıldığı yıllara geliniyor.

En küçük bir eleştiri, en küçük bir muhalefetin uç verdiği kişi ve kurumlar topa tutuluyor. Örneğin, bir bildiri yayınladılar diye, yüzlerce akademisyen üniversiteden atılıyor, evleri aranıyor, gözaltına alınıyor.

Kendisi ile aynı düşünceyi paylaşmayan “yakın yol arkadaşları” tasfiye ediliyor. 15 Temmuz darbe girişimi, fırsat bu fırsat, muhalifler birer birer içeri alınıyor. 

Ödül töreninde söz sırası Çetin Altan’a geldiğinde:

“Bu ödülü bana vermekle, umarım ilerde pişman olmazsınız.”

Tayyip Erdoğan Çetin Altan’ı ayakta dinlerken, en çok alkışlayanlardan biri.

Bugün Çetin Altan’ın oğulları Ahmet Altan ve Mehmet Altan gözaltında. Çetin Altan sanki “pişmanlığı” yedi yıl önce görmüş gibi.

Doğru ne, yanlış ne? 

Çala kalem kapat, insanları çala kalem işinden at, çala kalem konuş.

OHAL kararnamesiyle pek çok kurum kapatılıyor. “FETÖ’cü” damgasıyla. Şimdi o kurumlardan 51’i yeniden açılıyor. Çünkü, “karar yanlış-mış.”

Ya o kurumlarda çalışan insanların bu süre içinde yedikleri damga, işittikleri küfür, çektikleri ızdırap ne olacak?

Tamam, yanlıştan dönmek erdemdir, ama ülke yönetmek bu değildir.

Tıpkı, “çözüm süreci” gibi. Aylarca “çözüm süreci, çözüm süreci” nutukları, “Yeter ki, birliğimizi beraberliğimizi, kardeşliğimizi ilerletebilelim, biz çözüm sürecini bu amaçla başlattık” gibi sihirli sözler.

Sonra, aniden o süreçten vazgeç, kan gölüne dönen ülke, “Çözüm mözüm yok.”

Binlerce insanı işinden at, mal varlıklarına el koy, sonra “At izi iti izine karıştı” diyerek, atılan isimleri yeniden taramaya başla. Bir bölümünü geri almak için.

Yaz - boz tahtası, ülke yönetmek bu değildir.

10 Ağustos 2014’te Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinde:

“Bugün yeni Türkiye’nin kuruluş günüdür. 77 milyonu kucaklayan bir Cumhurbaşkanı olacağım.”

Nasıl kucakladığı ortada.

"Milli irade"

AKP iktidarında en çok duyduğumuz kavramlardan biri, “milli irade.” Her fırsatta.

Bu konuda pek çok nutka ek olarak, o kadar ki, çeşitli dernek, sendika ve vakıflardan oluşan hemen hepsi AKP yandaşı tam 278 sivil toplum kuruluşu bir araya getiriliyor, bir platform oluşturuluyor,  “Milli İrade Platformu.”

“Milli irade"nin önemini ve anlamını halkın bilincine yerleştirmek amacıyla.

Orada yer alan kuruluşların başkan ya da üyelerinden bazıları şimdi AKP milletvekili.

Adı geçen platform “milli irade” panelleri düzenliyor, açıklamalar yapıyor, gazetelere ilanlar veriyor.

Sadece o platform değil, başka dernek ve vakıflar da, yine her fırsatta “milli irade” toplantıları, panelleri düzenliyor.

O panellerde konuşan Tayyip Erdoğan:

“-Gücünü milletten almayan her girişim anayasa ve yasalar karşısında gayrimeşrudur.

-Millet iradesinin karşısında durulmaz.

-Bu ülkenin sahibi millettir, bu milletin karşısında dürüst ve harbi olacaksınız.”

Seçilmişler ve atanmışlar

Ve çok daha iddialı, 19 Şubat 2012’de AKP İl Gençlik Kolları Kongresinde:

“Seçilmişleri atanmışlara kul ettirmeyiz”

“Seçilmiş” olmak, en üstün değer. 

Ya pratikte?

Milli iradeyi sadece Meclis’te istediği yapmak olarak anlıyor, o hızla yargıyı yürütmenin etkisini altına alıyor ve 24'ü DBP'li 28 belediyeye kayyım atanmasını eleştirenlere karşı dün aniden:

“Bazıları seçilmişler görevden nasıl alınır, diyorlar. Bal gibi de alınır, seçilmiş olmak size devlet ve millet aleyhinde sınırsız tasarruf yetkisi vermez.”

Ne oldu “milli irade?” 28 belediyede seçilmişler yerine “atanmışlar” geliyor, ne oldu “seçilmişleri atanmışlara kul ettirmeyiz” ilkesi?

Hangi söz doğru?

İşine geldiği yerde ve anda bir söz söyleyip, onu “millete” kabul ettirmek, gelmediği yerde tersini savunmak.

Hangisi doğru?

“Millet” neye inanacak?

Kararlar bu kadar keyfi alınırken, “milli irade” nereye oturacak?

Tek yere, “Meclis’te, milli irade beni seçti, çoğunluğum var, istediğimi yaparım.”

Ve akabinde, çok daha iddialı, “yüzde 52 ile seçilen bir Cumhurbaşkanıyım.”

Hukuk kavramlarının, sosyolojik kavramların, siyaset sosyolojisinin allak bullak olduğu yılları yaşıyoruz.