- Ekonominin günlük işleyişini OHAL ile çözmeye çalışıyor.
- Kağıt üstünde yazılanlara aldırmayın siz, nerede, nasıl kullanılacağı belli olmayan milyonlarca lirayı OHAL ile topluyor, Türkiye Varlık Fonu’na.
- Yüzlerce akademisyeni, sadece ve sadece düşüncelerini açıkladıkları, sadece ve sadece barış istedikleri için OHAL ile üniversitelerden atıyor.
- Binlerce memuru, öğretmeni OHAL ile devletten atıyor, sonra bir kısmını “pardon yanlışlık olmuş” diyerek, OHAL ile geri alıyor.
- Turistik alanlar seçiyor, onları OHAL ile yine Türkiye Varlık Fonu'na devrediyor.
- Yüksek Seçim Kurulu’nun “seçim sırasında muhalefete yer vermeyen radyo ve TV kanallarına ceza kesme yetkisini” OHAL ile kaldırıyor. Böylece referandum kampanyası boyunca, radyo ve TV’lerde bol bol “evet” mitinglerine kapı açıyor. “Hayır” kampanyasına pek çok radyo ve TV’nin kapılarını kapatmış oluyor.
Siyaseti, ekonomiyi, sağlığı, kültürü, çevreyi, maliyeyi, savunmayı, kısaca “bir devletin faaliyetleri arasında ne varsa, hepsini” kararnamelerle yönetiyor. Aldığı kararları kararnamelere dönüştürüyor.
Olağanüstü Hal Kararnameleriyle, OHAL ile.
Üstelik, o kararnameler Meclis’ten geçmeden, hayata geçiyor.
Kimseye hesap vermiyor
Bütün bunları yaparken, “ben yaptım oldu” mantığı geçerli. Astığı astık, kestiği kestik.
Hiç kimseye hesap vermiyor.
Ayrıca, sıradan vatandaşları geçiniz, herhangi bir mililetvekili soru sormak, kararların nedenlerini öğrenmek istese, bunun yolları kapalı.
Soru sormak bir yana, alınan kararlara yargı yolu kapalı.
Özellikle devlette görevlerine son verilenler, haksızlığa uğradıklarına inandıklarında, haklarını aramak için “hukuku arıyor”, hangi hukuk, ne hukuku, ara ki, hukuku bulasın. Hukuk kapıları kapalı.
Son büyük kırım
Hele de, 330 akademisyenin üniversitelerden atılması OHAL kararnameleri içinde tarihe kalacak en çarpıcı uygulamalardan biri.
O akademisyenler ki, “bilim adına” yurt içi ve dışında yıllarca dirsek çürütüyor, Türkiye adına bilime katkıda bulunuyor ve fakat bir gecede kendini üniversitenin dışında buluyor.
Ya da kararnamelere gerek kalmayan durumlar da var. Yine aynı gerekçelerle, “FETÖ ya da terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yüzlerce gazeteci, aydın, milletvekili hapisanelere atılıyor. Aradan aylar geçiyor, hala iddianameleri bile ortada yok.
Aradan aylar geçiyor, yargıç karşısına hala çıkmayan gazeteciler, aydınlar var.
Hukuk Fakültesi birinci sınıf, birinci ders, “suçsuz ceza olmaz” kuralı, Roma’dan beri, yani yüz yıllardır var. O evrensel hukuk kuralı günümüz Türkiye’sinde işlemiyor.
Ne üniversiteden atılanlar, ne devletten atılanlar, ne hapis yatanlar suçlarını bilmiyor. Çünkü, iddianame yok, çünkü OHAL’de gerekçe göstermek yok.
Keyfi uygulama.
Tarihte değişik ülkelerde ve bizim ülkemizde, otoriter yönetimlerin hedefinde hep aynı iki kesim var:
- Üniversiteler,
- Basın.
Bu hiç değişmiyor.
İster darbeyle gelmiş askeri yönetimler, ister demokratik seçimle iş başına gelmiş ama, sonradan otoriterleşmiş yönetimlerin bir eli hep bu iki kurumda.
OHAL bahane
Olağanüstü Hal neden ilan ediliyor?
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında “FETÖ ve terörle mücadele, darbecileri ortaya çıkarma” ama, özellikle darbecileri temizlemek amacıyla.
Yaklaşık yedi aylık uygulamaya bakıldığında, tablo şu:
Türkiye artık OHAL kararnameleriyle yönetiliyor.
Bu tespit yeni değil. Ancak, her geçen gün alanı genişliyor, demokratik haklar ve özgürlükler her geçen gün darbe üzerine darbe alıyor.
“FETÖ ve terörle mücadele” adı altında, o mücadeleyi çoktan aşan, çoktan geride bırakan yeni bir rejim doğuyor.
Aslında bu yeni rejim, anayasa değişikliği referandumda kabul edilirse, yarınki rejimin provası, yarınki rejimin kalıcı hali.
Eğer anayasa değişikliği kabul edilirse, o yeni rejim işte aynen bugün OHAL ile yaşadığımız otoriter, sınır tanımaz, hesap sorulmaz rejimin ta kendisi olacak.
Anayasa değişikliğine göre, “Başkanlık rejimi” 2019’da başlıyor.
Yanlış, çok yanlış.
“Başkanlık” OHAL ile çoktan başlamış durumda.