Ankara’dan kalkan ekspres Lozan Garına girdiği akşam saatlerinde, İstanbul Bakırköy’de iki sinema tıklım tıklım, heyecan dalgası halinde.
Halide Edip’in Kurtuluş Savaşını anlatan ünlü romanı “Ateşten Gömlek” senaryo haline getiriliyor. Romanı senaryolaştıran Muhsin Ertuğrul filmin yönetmenliğini üstleniyor.
İlk kez iki Türk kadını filmde rol alıyor, Bedia Muvahhit ve Neyire Neyir.
Oysa, o güne kadar geleneksel yapı Türk kadınlarının filmde rol almalarına izin vermiyor. Bunu bir kez Afife Jale göze alıyor, pek çok tepki çekmesinin üzerine, kadınların sahneye çıkması yasaklanıyor.
Ama, bu gece başka bir gece. Bu gece bir başka tarihe gebe.
İsmet Paşa ile birlikte Türk heyetini taşıyan tren Lozan’a girerken, Bakırköy sahnelerinde “Ateşten Gömlek” filmi halka yeniden Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın heyecanını aşılıyor, o günleri yeniden yaşatıyor.
Filmin başladığı haber Ankara’ya ulaştığında, Mustafa Kemal gülümsüyor, müthiş memnun:
“Tarihin akışını değiştiren bu halk önümüzdeki aylarda daha da mesut olacak, ülkeyi kendileri yönetecek.”
Mustafa Kemal’in çevresinde bulunanlar birbirine aynı soruyu soruyor:
“Yoksa, Cumhuriyet’in ilanına doğru mu gidiyoruz?”
Bu soru bazılarında kaygı yaratırken, büyük çoğunluk sevinç dalgasına bürünüyor.
İhanet önergesi
O sevinç dalgasını önlemek isteyenler, bir kaç gün sonra Meclis’te Mustafa Kemal’e akla gelmedik bir tuzak hazırlamakta gecikmiyor.
Niyetleri belli bir grup Meclis’e çok sıradan bir öneri veriyor. “Seçim Kanununda bir değişiklik.”
Başlangıçta kimsenin dikkatini çekmeyen, belki de hiç üstünde durulmaya gerek bile görülmeden ele alınacak öneriyi Mustafa Kemal okuduğunda aniden geriliyor, derhal söz istiyor:
“Efendiler, bu öneri özel bir maksat taşıyor, doğrudan beni hedef alıyor. Bu önerinin amacı beni vatandaşlık hakkından yoksun bırakmaktır.” (Turgut Özakman, Cumhuriyet, Türk Mucizesi, s.186)
Herkes meselenin farkına o sözler üzerine farkında varıyor. Önerinin 14. maddesi çok cince hazırlanmış, aynen şöyle:
“Milletvekili seçilebilmek için Türkiye’nin bugünkü sınırları içindeki yerler ahalisinden olmak veya bir yerde en az beş yıl oturmak şarttır.”
Cumhuriyet’e giden yolda, Kurtuluş Savaşı daha yeni bitmiş, Lozan daha yeni başlamış, yeni bir devletin temelleri daha yeni atılmak üzere, ama birilerinin hesabı başka.
Malum, Mustafa Kemal Selanik doğumlu ve o tarihte bir yerde en az beş yıl oturmuşluğu yok.
“Seçim yasasında değişiklik” kılıfı altında, Mustafa Kemal’i tasfiye hareketi.
Cumhuriyet’ten korkan hainlerin, Cumhuriyet düşmanlarının o tarihteki denemelerinden biri.
"Ben müstesna olamam"
Mustafa Kemal kürsüde müthiş öfkeli:
“Efendiler, doğum yerim yazık ki, bugünkü sınırlarımız dışında kalıyor. Cepheden cepheye koştuğum için de, bir yerde beş yıl oturabilmiş değilim.
"Düşmanlarımız beni hizmetten alıkoymak isteyebilirler. Ama, bu Meclis’te onlar gibi düşünecek kimselerin bulunabileceğini aklımdan dahi geçirmezdim. Şimdi millete ve bu arkadaşların seçim bölgelerindeki halka bu öneriyi paylaşıp paylaşmadıklarını soruyorum ve cevap istiyorum.”
Üç, beş kişi hariç, milletvekilleri öfkeyle yerinden fırlıyor:
‘Hayır, katiyyen, haşa.”
Önergeyi verenler ezile, büzüle kürsüye çıkarak “yanlış anlaşıldıklarını” geveliyor. Bir milletvekili Musafa Kemal’e “”siz müstesnasınız” dediğinde, Mustafa Kemal:
“Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur ve ben müstesna olamam.” (Turgut Özakman, a.d.k., s. 188).
Her cümlesi tarih, her cümlesi örnek.
Dünya tarihini, bir ulusun tarihini değiştirmiş, buna rağmen ihanet çemberi hiç eksik değil. En güç zamanlar dahil.
Şölen ve ayrılık
Ama, O hedefine adım adım yaklaşmaktan hiç bir zaman yılmıyor. 1923 yılının Eylül ayında, yani Cumhuriyet’in ilanına iki ay kala İngiltere’de yayınlanan The Saturday Evening Post gazetesine verdiği röportaj sarsılmaz iradesinin kanıtı:
“Demokrasi insan ırkının ümididir. O ümidi hayata geçirecek olan yönetim biçimi Cumhuriyet’tir.”
Eylül’de bu röportaj yayınlandığında Anadolu’da her gün bir şölen yaşanıyor. 1 Eylül’de Uşak, 2 Eylül’de Eskişehir, 6 Eylül’de Balıkesir, 7 Eylül’de Aydın, 8 Eylül’de Manisa, 9 Eylül’de İzmir’in kurutuluş günleri kutlanıyor.
Bakırköy sinemalarında ise, “Ateşten Gömlek” seyirci rekorları kırmaya devam ediyor.
Cumhuriyet’in ilanına doğru giden günlerde İstanbul ve Anadolu kurtuluşun tadını çıkartırken, Ankara’da dolaplar dönmeye, taraflar netleşmeye devam ediyor.
Eski silah arkadaşları ile yollar birer birer ayrılıyor.
Bir zamanlar omuz omuza savaşmış insanlar, tarihe adlarını yazdırmış komutanlar “Cumhuriyet” denildiğinde, ne yazık ki, bunu içlerine sindiremiyor.
Tarih de, onlara hükmünü vermekte gecikmiyor.
93 yıl ömre bedel
Cumhuriyet’in ilanından bugüne 93 yıl geçiyor.
Türkiye’nin 93 yılı içinde bu dünyadan kim gelmiş, kim geçmiş ise, bugün kim hayatta ise, kim hangi görevde ise, kim ne yapıyor ise, varlığını, konumunu Cumhuriyet’e borçlu.
Demokrasiye borçlu.
28 Ekim 1923 akşamı Çankaya’da Mustafa Kemal’in “yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” dediği sofrasına davetli arkadaşları var:
İsmet Paşa, Fethi Okyar, Kazım Özalp Paşa, Halit Paşa, Kemalettin Sami Paşa, Fuat Bulca, Ruşen Eşref Ünaydın.
Hepsinin de anıları var. Hepsi birer tarih.
Ya 93 yıl?..
Hepimizin, ulusça ömrüne bedel.
Görmemizin, duymamızın, nefes almamızın, kısaca yaşamamızın anlamı.