Yalçın Doğan

01 Temmuz 2020

Türkiye’nin her yerinden çan sesleri duyuluyor

Çağlayan’dan Ilgın’a, tekmil Anadolu’ya... Nazım’ın dediği gibi, "koşun kurşun eritmeye çağırıyorum..."

"Dünyanın herhangi bir yerinde bir çan sesi duyduğunda, bil ki, o çan senin için çalıyor."

Bu satırın yazarı Hemingway’i anmanın tam zamanı, dün öğle saatlerinde "Çağlayan’da çanlar çalıyor, bil ki, o çanlar senin için çalıyor".

Çağlayan Adliyesi önünde toplanan avukatlar baroları bölmeye yönelik tasarıyı protesto için bir araya geliyor. Çağlayan’da çanlar çalıyor.

O çanların sesi aynı anda sadece birkaç TV kanalından duyuluyor. Malum yandaş kanallar aynı dakikalarda ne çalıyor?..

Ne çalacak, "baroları parçalayan yasa tasarısının Meclis’e sunulması" haberini çalıyor! Onların haber siteleri ise suskun, sanki öyle bir protesto yok! Ne ki, susmak protestoyu önlemekte aciz kalıyor.

İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu avukatların kararlılığını bir kez daha vurguluyor. Avukatlar ilk kez ayaklanıyor, ilk kez "çan çalıyorlar", iktidar bunu duymuyor ya da duymazdan geliyor.

Nasıl gelişeceği belli olmayan, ama belli olan, "yeni bir gerginlik ve onun getireceği sorunlar" bekliyor Türkiye’yi.

Ilgın'da çan sesleri

Çağlayan’dan çan sesleri yükselirken...

Ilgın’a gidiyorum, Konya Ilgın Çavuşçugöl Köyüne...

Maskesini takmış, sosyal mesafeye dikkat eden o köyün kadınları çıkıyor ekrana arka arkaya, çocukları çıkıyor, sonra da erkekler ve hepsi "aynı çanı çalıyor":

"- Nefes alamıyoruz...

- Pınarlarımız kurudu...

- Köyümüzde yaşayamıyoruz...

- Astım oldum...

- Kanserden ölümler arttı köyümüzde...

- Arazilerimiz elden gidiyor, karnımızı nasıl doyuracağız biz...

- Kömür ocağı istemiyoruz biz köyümüzde..."

Kasım 2019’da birileri Çavuşçugöl Köyü’ne geliyor, köylünün arazisini satın almak istiyor. Köylü nasıl satsın, o araziler, o buğdaylar, arpalar, sebzeler onların geçim kaynağı.

Elbette satmıyorlar.

Satmıyorlar ama, kasımda satmıyorlar, aralıkta Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile o araziler kamulaştırılıyor, sonra da o arazilere kömür ocakları geliyor!..

Hepimizin gözü önünde müthiş bir insanlık trajedisi yaşanıyor Ilgın Çavuşçugöl Köyü’nde. İnsanlar ölüyor kanserden ya da astıma yakalanıyor, "pınarlar kuruyor" o köyde.

Hemingway ne diyor, dünya edebiyatının ilk on romanı arasına giren "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" kitabının önsözünde:

"Dünyanın herhangi bir yerinde bir insan ölürse, senin de bir parçan ölür onunla birlikte."

Çağlayan’daki çan sesleri Çavuşçugöl Köyü’ne uzanıyor, oradan İstanbul’a dönüyor.

"Ya kanal ya İstanbul"

Ne bilimi dinliyorlar, ne insanların sesini, "çan seslerini" şimdilik duymazdan gelseler de, duyacaklar ille de...

Bu Korona günlerinde, bu çan sesleri arasında, birkaç gün önce yine de bir hazırlık, bir plan... "Kanal İstanbul" hazırlığına devam... Kanal İstanbul deyince...

1- Türkiye dünyada deprem tehlikesi altındaki ilk on ülkeden biri.

2- İstanbul en riskli kentlerin başında geliyor.

3-İstanbul’da bir milyon 600 bin bina var, 900 bini deprem riski ile karşı karşıya.

4- 1999 depreminden sonra, AKP’nin iktidara geldiği tarihten bugüne kadar İstanbul’da, gösterişin ötesinde, depremle ilgili ciddi hiç bir hazırlık yapılmıyor.

5- İstanbul’da beklenen 7.2 - 7.4 şiddetindeki depremin 50 bin ile 150 bin kişinin hayatına mal olabileceği, bir kaç yüz bin binanın oturulamayacak hale geleceği gibi, korkutucu ve fakat bilimsel tahminler var.

Gerçek böyle iken...

Bir de bunların üstüne, Kanal İstanbul Projesi...

Daha iki gün önce Kanal İstanbul ile ilgili yeni bir düzenlemeye gidiliyor, yeni imar planları, vs., bilmem ne...

Bilim konuşuyor

İki buçuk yıl önce yirmi bir bilim insanı 125 sayfalık rapor hazırlıyor, "Ya Kanal ya İstanbul" başlığı ile.

Yani, "Kanal İstanbul’u yaparsan, İstanbul’dan vazgeçiyorsun" anlamında... O kadar tehlikeli, o kadar maliyetli...

Binlerce insanın hayatı söz konusu... Milyarlarca dolarlık zarar söz konusu... Türkiye’nin belini kıracak, kim bilir bir daha ne zaman doğrultacak, tahminleri aşan hasardan söz ediliyor...

Neden bu haykırış, bu uyarılar?..

Beklenen depremin gerçekleşmesi halinde, Kanal İstanbul İstanbul’u felakete götürecek olağanüstü tehlikeler taşıyor.

Bilim insanları, son olarak Prof. Dr. Naci Görür Kanal İstanbul ve depremle ilgili yeniden uyarılarda bulunuyor. "Marmara’daki aktif faylara" dikkat çekerek, "beklenen deprem gerçekleşirse, Kanal’ın Marmara ağzı 9-10 şiddetinde etkilenebilecektir" diyor.

Kısaca...

Bir depremde Kanal İstanbul’un vereceği hasar İstanbul’u ne hale getirecek, düşünmek bile kabus ve kabus ve kabus...

Her gün bir "çan" sesi

Türkiye son yıllarda belki hemen her gün "yeni bir çan sesi" ile uyanıyor.

Ya yeni bir felaket... Ya yeni bir adaletsizlik... Ya yeni bir kutuplaşma... Ya yeni bir trajedi... Ya yeni bir haksızlık... Türkiye’nin herhangi bir köşesinde... İnsanlar haykırıyor...

Böyle bir ortamda yine de "iyi ve güzel" olan bir şey var, nedir o?..

O çan sesleri insanları kendine getiriyor, dertlere ortak ediyor herkesi...

Hemingway’e hak veriyorum:

"Bir çan sesi duyduğunda, bil ki, o çan senin için çalıyor."

Çağlayan’dan Ilgın’a, tekmil Anadolu’ya...

Nazım’ın dediği gibi, "koşun kurşun eritmeye çağırıyorum..."

O kadar ağır...