Yalçın Doğan

16 Şubat 2017

Savaşa mı gidiyoruz, referanduma mı?

Bu ne biçim söz, bu nasıl bir tehdit, bu ne biçim referandum?

2 Ocak 2017 bir KHK imzalanıyor, Bakanlar Kurulu kararıyla. İmza sahipleri arasında normal olarak Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da var.

2 Ocak 2017 tarihli o KHK bir kısım insanların devletteki görevine son veriyor.

Aynı gün, 2 Ocak 2017 günü ikinci bir KHK imzalanıyor. Bakanlar Kurulu kararıyla. İmza sahipleri arasında normal olarak Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da var.

2 Ocak 2017 tarihinde imzalanan ikinci KHK, 2 Ocak 2017’de imzalanan birinci KHK’da devletteki görevine son verilen insanları yeniden devlete alıyor.

Yanlış okumuyorsunuz.

Aynı gün iki KHK, ilki bir kısım insanları devletten atıyor. Birkaç saat sonra imzalanan ikinci KHK, bir kaç saat önce atılan insanları geri alıyor.

Alay eder gibi, insanların hayatlarıyla oynanıyor.

Neresinden, nasıl tutulacağı, nasıl niteleneceği belli olmayan bu durum, her iki KHK’da da imzası bulunan, hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a soruluyor. Kurtulmuş:

“Ya öyle mi?.. Bir bakayım.”

Dalga filan geçmiyorum.

Başbakan Yardımcısı ya neye imza attığını bilmiyor ya da KHK’lar önceden imzası alınan bakanların bile bilgisi olmadan, bir kaç kişinin inisiyatifiyle doldurulup, yayınlanıyor.

Neye göre atıyorsun?

Aylardır binlerce insanın devletteki görevine son veriliyor, her meslekten.

2 Ocak KHK’ları böyle iken, devletten ihraç edilen ve ihraç nedeniyle, emeklilik dahil, bütün haklarını kaybeden o insanlar nasıl isyan etmesin?

Devletten ihraç edilirken, onlara hiç bir gerekçe gösterilmiyor. Zaman zaman “pardon, yanlış yapmışız, sizi geri alıyoruz” KHK’ları yayımlanıyor.

Ya geri alınmayanlar? Sabah attığını, akşam geri alıyorsa, diğer KHK’larla görevlerine son verilenler ne yapsın?

Neye göre atıyorsun, neye göre geri alıyorsun?

Hukuki gerekçe, mantıki açıklama hak getire.

Hangi hukuk, ne hukuku, neredeki hukuk?..

Akademisyenler ve YÖK Başkanı

Bu hukuksuzluğun bir başka örneği, üniversitelerde görevlerine son verilen 330 akademisyen. Gerekçeyi YÖK Başkanı Yekta Saraç açıklıyor:

“Bildiriye imza atanların bildiriden imzalarını geri çekmeleri istendi. Çekmeyenler atıldı.”

Hangi bildiriye?

Barış isteyen bildiriye.

Nedir o bildirideki suç?

Düşüncesini açıklamak.

Üniversitelerde özgür eğitimi, analitik düşünceyi, bilimsel uğraşı, özgün ve demokratik düşünceyi yerleştirmekle sorumlu YÖK Başkanı aslında şunu söylemeye çalışıyor:

“Bildiriye imza atarak, düşüncelerini açıkladılar, biz de düşüncelerini açıklamaktan geri adım atmadıkları için, onları üniversiteden attık. Çünkü, açıkladıkları düşüncelere katılmıyoruz.”

Gelişi güzel söylemiyorum, tam beş yüz yıl öncesinin tavrı. Rönesansın doğuşu ile birlikte noktalanan bir tavır.

Yüz yıllar boyu, yüzlerce düşünür tarafından tekrar tekrar vurgulanan düşünce özgürlüğü ve bilimsel özgürlük gibi evrensel ilkeye taban tabana zıt sözler.

Adının başında “Profesör” unvanı bulunan bir “bilim adamı” (!) için hazin bir durum. Kendi meslektaşlarına reva gördüğü işe bakın siz.

Bu arada 330 akademisyenin görevine son verilmesi üzerine Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli “yeniden değerlendirilecek” derken, YÖK Başkanı Saraç “biz görevimizi yaptık” diyerek, Canikli’yi ofsayta düşürüyor.

Gazeteciler ve yaklaşık iki yüzyıl

Ve 14 Şubat 2017 ve 15 Şubat 2017 günleri, dün ve önceki gün.

İki günde toplam 28 gazeteci yargılanıyor.

Kimsenin inanmadığı şu gerekçeyle, bu gerekçeyle. Bazı gazeteciler, örneğin Hasan Cemal ceza alıyor ama, erteleniyor.

Kararların çoğu ya ileri tarihe bırakılıyor ya verilen cezalar erteleniyor.

İlk gazete Takvim-i Vekayi 1831 yılında yayınlandığına göre, Osmanlı dönemi dahil, Cumhuriyet tarihi boyunca, yani yaklaşık iki yüz yıldır iki günde mahkeme karşısına çıkartılan bu kadar çok gazeteci yok.

Aylardır haklarında henüz iddianame bile yazılmadan hapiste tutulan gazeteciler ayrı.

OHAL ve Binali Yıldırım

KHK’lar, görevden atmalar, yargılamalar, gözaltılar, tutuklamalar... Arkası kesilmiyor. OHAL koşullarında Türkiye referanduma gidiyor.

Başbakan Binali Yıldırım iddialı bir söz söylüyor:

“OHAL koşullarında referandum yapılıyor, dedirtmem.”

Geçiniz.

OHAL koşulları bir yana, partisinin bir il başkan yardımcısı dün ne diyor:

“Referandumda başarılı olamazsak, iç savaşa hazır olun.”

“Başarlı olamazsak,” yani “hayır” çıkarsa.

Bu ne biçim söz, bu nasıl bir tehdit, bu ne biçim referandum?

Merak ediyorum:

Savaşa mı gidiyoruz, referandum mu yapıyoruz?

Tolstoy “Savaş ve Barış” romanını 1869’da yazıyor.

Türkiye “Savaş ve Referandum” sözlerini 2017’de duyuyor.