Yalçın Doğan

01 Haziran 2018

"Sanatçıları" var, “Gazetecileri” var, ama Temel nerede?

"Muharrem İnce de, bu olayı diline doluyor, o kadar ki, Erdoğan İnce’ye dava açıyor..."

-“Son nefesime kadar Tayyip Erdoğanın yanındayım...”
-“Sonuna kadar Erdoğancığım, hatta büyük harfle feriştahıyım...”

Bu destek başka türlü sürüyor, Erdoğan bir mitingde Gezi olaylarında hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın ailesini yuhalatınca, bu yuhalatmayı “insani bir şey” diye savunuyor, bunun üzerine Elvan Ailesin ona sembolik, beş kuruşluk tazminat davası açıyor.
O da, yetmiyor, Erdoğan için şiir yazıyor, bütün Türkiye açık hapishaneye dönüyor, hazret oturuyor şiirinde Erdoğan’a “özgürlüğün sesi oldu” diye övgüler düzmeye devam ediyor.
Kim bu kişi?
Yavuz Bingöl.
Hani, şu ses “sanatçısı” var ya...
Eh, bu kadar övgüden sonra, Erdoğan ona mükafat vermez de, ne yapar?

Sıra MESAM’da

MESAM... Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Birliği...
1986’da kurulan bu birlik müzik konusunda söz yazarı, aranjör, editör gibi eser sahiplerinin çıkarlarını korumak için kuruluyor.
Aradan otuz iki yıl geçiyor, MESAM kendi yolunda, kimseye zarar vermeden ilerliyor. Müzik dünyası kendi için zaman zaman yönetimleri değiştiriyor, değiştirmek bile değil, “seçiyor”.
Son olarak yönetimde Arif Sağ, Cahit Berkay, Ali Rıza Binboğa, Metin Karataş, Ali Haydar Timisi, Ahmet Can Akyol, Celal Ulusu var.

Kültür Bakanlığı devrede

MESAM kendi halinde yolan devam ederken, devreye aniden Kültür Bakanlığı giriyor. Öyle ki, bakın iki gün önce bir tespitte bulunuyor:
“... İleri sürülen iddialar neticesinde, yapılan tespitlere dayanarak...”
Artık o “tespitler” ne ise, Bakanlık MESAM Yönetimini, Arif Sağ ve arkadaşlarını görevden alıyor. Yerine kimleri atıyor?
Evet, biliyorsunuz...
Erdoğan’a şiirlerle ve ayrıca her fırsatta övgüler düzen “sanatçı” Yavuz Bingöl’ü...
Bu Bingöl onların sanatçısı...
Bir yandan seçim kampanyasında her fırsatta “demokrasi” nutukları, “seçim ve sandık” nutukları atıyor Erdoğan, bir yandan da, on altı yıldır olduğu gibi, hala sandık ve seçime taban tabana zıt kararlara imza atmakla meşgul. Hiç bitmediği gibi. Her zamanki gibi.
Kim “bizden” ise, ona kıyak çekmek, “bizim işimiz”. Erdoğan’ın vazgeçilmez parolası.

Nasuhi Güngör

Yavuz Bingöl “onların sanatçısı...”
Ya “onların gazetecisi?..”
O da, günümüz açısından ibretlik biri, Nasuhi Güngör adında bir “gazeteci”..
Bu vatandaş AKP’nin iktidara gelmesinin öyküsünü anlatan bir kitap yazıyor. AKP’yi allayan, pullayan bir kitap.
O kitapta “Erdoğan 2000 yılında Amerika’ya gittiğinde, Fethullah Gülen ile bir araya geldi” diye yazıyor.
Muharrem İnce de, bu olayı diline doluyor, o kadar ki, Erdoğan İnce’ye dava açıyor.

Yalanlama

İbretlik durum bu alanda da, devam ediyor:
1-Kitabı yazan Nasuhi Güngör kim bilir nasıl sıkışıyor ve sıkıştırılıyor ki, “o kitap belgeye değil, dedikodulara dayanmaktadır” diye yalanlamada bulunuyor. Kendi yazdığını yalanlıyor. Herhalde “alanla şunu” baskıları sonucu.
2-Olayın ikinci aşaması daha ilginç. Bu Nasuhi Güngör 2012 yılında, kitabıyla ilgili olarak bir tweet atıyor, “geçmişte yazdığım her şeyin arkasındayım” diyerek...
Bu da, “onların gazetecisi”..
Bir ara TRT Haber Dairesi Başkanı oluyor bu vatandaş, eh “yakışır”.
3- “İbretlik” faslının bir başka ilginç olayı, bir seçim kampanyası sırasında Erdoğan’ın İnce’ye dava açması.
Bu seçim, herkes herkesi farklı biçimde eleştirir, nerede görülmüş, kampanyada söylenen sözler üzerine dava açmak? Hakaret yoksa...
“Gündem yaratmayı” Erdoğan’nın elinden alan İnce’yi, o davalarla durdurmaya çalışıyor.

Temel ve Dursun soruyor

Neyse, “onların sanatçısı ve gazetecisi” böyle...
Kafamızı dinlemek için, şimdi bir fıkra...
Binali Yıldırım Karadeniz’de bir okula gidiyor ve övgüyle iktidarını anlatan olayları sıralıyor. Öğrencilere “sorunuz var mı” diye dönüyor, Temel ayağa kalkıyor:
“Üç sorum var efendim. Bir, bu kadar yıprandığınız halde, oylarınızı nasıl arttırdınız? İki, özelleştirme ile bütün önemli kurumları sattınız, bu paraları ne yaptınız? Üç, bu paralar nerede?”
O sırada zil çalıyor, Binali Yıldırım “teneffüsten sonra yanıtlarım” diyor.
Teneffüs bitince, Yıldırım aynı sınıfta, “nerede kalmıştık” diyor.
Bu kez Dursun ayağa kalkıyor:
“Benim beş sorum var efendim. Bir, bu kadar yıprandığınız halde, oylarınızı nasıl arttırdınız? İki, özelleştirme ile bütün önemli kurumları sattınız, bu paraları ne yaptınız? Üç, bu paralar nerede?”
Ve Dursun’un dördüncü ve beşinci soruları:
“Dört, biraz önce teneffüs zili neden yarım saat önce çaldı?
Beş, Temel nerede?”

Fıkra AKP’nin özeti gibi.