CHP Yedinci Büyük Kurultayı, 1947.
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Şef. Arkasında koskoca Kurtuluş Savaşı, Birinci ve İkinci İnönü Meydan Muharebeleri ve de Lozan Zaferi var.
İsmet Paşa hem Cumhurbaşkanı ve Milli Şef, hem de CHP Genel Başkanı. Yani, “partili Cumhurbaşkanı”.
Kimin aklına gelirdi ki, 1947 CHP Kurultayı bugüne çizgi çekiyor. Kurultayda CHP Tüzüğünün bir maddesi değişiyor, İsmet Paşa’nın, Milli Şef’in isteği ile:
“CHP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı ise, CHP Genel Başkanlığından ayrılır”.
Tek parti dönemi, Milli Şef, koca İsmet Paşa Cumhurbaşkanı olarak CHP Genel Başkanlığından ayrılıyor.
Devamı da, “yetmez ama evet”, yine bugüne çizgi çektirecek ölçüde dikkat çekici.
Yok öyle anında oy
İsmet Paşa CHP Kurultayına, “Genel Başkan Vekili” sıfatıyla partiyi yönetmek üzere görevi üstelenecek bir aday öneriyor, Hilmi Uran’ı.
Öneren Milli Şef, öneren istese hem Cumhurbaşkanlığı, hem CHP Genel Başkanlığını devam ettirecek olan İsmet Paşa.
Paşa öneriyor, Hilmi Uran 646 delegeden sadece 328’inin oyunu alabiliyor.
Beş oy farkla da olsa, gerçi salt çoğunluğu elde ediyor ama, delegenin neredeyse yarısı İsmet Paşa’nın önerdiği adaya oy vermiyor.
Ben buna demokrasi derim, ben buna parti içi demokrasi derim, ben buna delegelerin kendi özgür iradelerine sahip çıkmış olmaları derim, ben buna delegelerin tepedeki adama, koca İsmet Paşa’ya, “her isteğinize evet diyecek değiliz” itirazını serbestçe, korkmadan, ürkmeden, özgürce yapabilme iradesi derim.
İlhan Kesici nefes kesti
Gerek Cumhurbaşkanlığı ile parti genel başkanlığının ayrılması, gerekse delegelerin en tepedeki “Reis’in” sözüne kulak asmayıp, kendi iradelerini kulanmaları günümüze cuk oturan örnekler.
Daha 1947’de, üstelik yıllarca uygulamadan sonra “partili Cumhurbaşkanlığı” sakıncalı görülüyor ve bu iki güç birbirinden ayrılıyor.
Demokratik bulunmadığı gerekçesiyle.
Ya delegeler?
Son yıllarda çok kez olduğu gibi ve son olarak anayasa değişiklik tasarısında görüldüğü gibi, “boş kağıda imza atmak” yerine, yukarıdan gelen direktife kulak tıkıyor ve gönüllerinden geçen adaylara oy kullanıyor. 1947’de.
İbretlik, tarihsel ve çok anlamlı örnekler.
AKP ve hatta MHP milletvekillerine ithaf olunur.
Bu örnekleri veren kişiyi ise, alkışlamak gerek.
CHP Milletvekili İlhan Kesici’yi.
Kesici bu örnekleri geçen cuma günü bütçenin tümü üzerinde son görüşmeler sırasında, CHP adına yaptığı konuşmada aktarıyor.
İlhan Kesici son zamanlarda dinlediğim ya da okuduğum en iyi konuşmalardan birine imza atıyor. Hem siyaseten, hem ekonomik olarak.
Ve iktidar sahipleri, buna MHP’yi de eklemek gerek, İlhan Kesici’yi pür dikkat izliyor. O dikkate rağmen, acaba Kesici’nin aktardığı olaylar üzerine kendi dünyalarına dönüp düşünmüşler midir, onu anayasa değişikliği sırasında göreceğiz. Hem AKP, hem MHP adına.
Cumhurbaşkanlığı ve partili genel başkan yok, yukarıdan gelen emre gözü kapalı uymak yok. Tek parti döneminde, 1947’de.
Dolar kuru
Kesici bir zamanlar DPT Müsteşarı, ekonomiye çok hakim.
Verdiği CHP 1947 Kurultayı örneği sonrasında, ekonomiye geliyor. Çok az da olsa, bir kaç küçük laf atma, ekonomiyi anlatırken, hani öyle deneme yapan AKP’liler çıkıyor, sonra ister istemez dinlemek zorunda kalıyorlar, Başbakan Binali Yıldırım ve ekonomiden sorumlu bakanlar dahil.
Günümüzde ekonominin odağında “doların yükselişi” yatıyor. Kesici:
“Onuncu Kalkınma Planında 2018 yılı için doların ortalama kurunu 1.97 lira olarak ilan ettiniz”.
1.97 lira… 2018 için...
Ne plan ama.
“Yetmez ama evet”, Kesici devam ediyor:
“Daha iki ay önce hazırladığınız Orta Vadeli Ekonomik Programda doların kurunu 2018 için bu sefer 3.30 lira lan ettiniz”.
Ne 2018’i, dolar daha bugün 3.50’lerde dolaşmaya başlıyor.
Bu planı ve iki ay önce orta vadeli programı yapanlar hemen oradaki sıralarda oturuyor. Kesici nazik adam, sadece rakamları söylemekle yetiniyor, bu planı yapanların oturduğu sıralara bakıyor.
Ne plan, ne orta, ne vadeli, ne ekonomi yönetimi ama.
Bu planlar, bu tahminlerler, bu yönetim sonucunda Türkiye dünyadaki en kırılgan ekonomiye sahip üç ülkeden biri, hatta ilki.
Yüz tane Atatürk Barajı
Ekonomi söz konusu olduğunda, son on dört yılda en sık duyduğumuz laflardan biri “faiz lobisi”.
Kesici’nin tespitlerine göre:
“Son on dört yılda 2.4 trilyon dolar ithalat, 1.6 trilyon dolar ihracat yaptı Türkiye. 773 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. Yani, cepte olmayan parayı kullandık, borçlandık.
O kadar faiz lobisi diyorsunuz, on dört yılda 433 milyar dolar faiz ödedik. 433 milyar dolar, on dört yılda yüz tane Atatürk Barajı eder, yüz tane Atatürk Barajının faiz olarak ödendiği anlamına gelir”.
Bir karşılaşma veriyor Kesici:
“1975 - 2002 arasında ödenen faiz 127 milyar dolardır. Bu yıllar arasında yıllık ödenen faiz 5.02 milyar dolar iken, AKP döneminde ödenen yıllık ortalama faiz 31 milyar dolardır”.
Al sana “faiz lobisi”, o kadar uzakta aramaya gerek yok.
AKP’ye ve onun artık yolunda yürüyen MHP’ye acı dersler. Siyaseten ve ekonomik olarak.
Anayasa değişikliği bugün komisyonda görüşülmeye başlanıyor, pek ümidim yok ama, hani belki yine de kulaklara küpe olur belki bu örnekler.