Kampanya büyüyor. Kampanya siyasal bir nitelik kazanıyor. Ama, aynı zamanda kampanyaya karşı “birileri” harekete geçiyor.
Kampanyayı başlatan “The Boston Globe” gazetesine saldırı ihbarları üzerine, gazete polis kordonu altına alınıyor ve korunuyor.
Koruyan Amerika’daki öteki hükümet.
Boston’da yayınlanan “The Boston Globe” gazetesi Başkan Trump’ın basına dönük söylemi üzerine bir kampanya başlatıyor. (Dünkü yazımda ayrıntıları var, “Spotlight” yazısında).
Trump gazetecileri “halk düşmanı” ilan ediyor, gazete de bütün Amerikan medyasına çağrıda bulunarak, “gazeteciler halk düşmanı değildir” kampanyası başlatıyor. Kampanyaya bir anda 350 Amerikan gazetesi destek veriyor.
Patlayan bombalar
Çok klasik, çok tanıdık, çok bildiğimiz bir olay kampanyanın destek gördmesinin ikinci gününde orada da ortaya çıkıyor.
“The Boston Globe” binasının yakınlarında ufak, tefek de olsa, bomba türü bir şeyler patlıyor.
Yetmiyor, gazeteciler tehdit ediliyor.
Bunun üzerine, polis harekete geçiyor ve gazeteyi kordon altına alıyor.
Polise o görevi veren kim?
İşte, burası hayli ilginç.
Amerika’daki ikinci hükümet.
Birinci ve ikinci hükümet?.. Nasıl yani?.. Kim onlar?
Trump ile birlikte, kısa sürede Amerika’da ikinci hükümet ortaya çıkıyor.
Trump kabinesi içinde iki hükümet var. Biri Trump’ın kendisi, diğeri kendi atadığı bakanlar. Trump kendi hükümetinde tek başına kalıyor ama, hükümet devam ediyor!..
Trump ile atadığı bakanlar arasında olağanüstü anlaşmazlıklar var.
Senato devrede
Dün başka bir gelişme yaşanıyor.
350 gazetenin kampanyasına bu kez Amerikan Senatosu da katılıyor.
Senato “basın halkın düşmanı değildir” diye bir önerge kabul ediyor.
Önerge ya da açıklamada uzun uzun basın özgürlüğünden söz edilerek, insan hakları evrensel bildirilerine gönderme yapılıyor ve:
“Basın ve basın özgürlüğü demokrasinin temelleri için vazgeçilmez değerdedir. Amerika bunun öncülüğünü yapmıştır, bundan sonra da yapacaktır”.
Trump’a Amerikan Senatosundan darbe.
O formülde “işlet”
Amerika 350 gazetenin kampanyasını konuşurken, biz Amerikan parasını, doları konuşuyoruz. Şimdi daha ayrıntıya girerek, dolara bağlanmış yatırımlar için durup dururken ödemek zorunda kaldığımız paraları.
Hemen her gazetede var.
-Avrasya Tüneli için: Yılda 100 milyon dolar garanti, müteahhide, araç geçsin geçmesin.
-Osman Gazi Köprüsü için: Yılda 510 milyon dolar garanti, müteahhide, araç geçsin geçmesin.
-Yavuz Selim Köprüsü için: Yılda 150 milyon dolar garanti, müteahhide, araç geçsin geçmesin.
- İstanbul Üçüncü Hava Alanı için: On iki yıl boyunca yolcu başına dış hatlarda 20 Avro, iç hatlarda 3 Avro ödenecek.
Dünyanın hangi ülkesinde böyle garantili yatırım var? Nerede böyle anlaşmalar?..
Bunun adı “yap - işlet - devret” formülü!..
Bu formülün bir tek yanı doğru, o da “işlet” faslı..
Birileri hepimizi “işletiyor”, durup dururken, Deli Dumrul misali, geçsen de, geçmesen de, senden benden parayı alıyor.
Olağanüstü savurganlık
Yine yatıp kalkıp doları konuşurken, doların tırmanmasına karşı ekonomik önlemleri konuşurken, “israfı, yani savurganlığı önlemek” üzerinde duruluyor, yani sıkı mali politika. Doğru bir adım.
Ama, gerçek çok başka.
Şu tabloya bakın, son tablo bu yılın ilk yedi ayındaki durumu gösteriyor:
-Devletin temsil giderleri 84 milyon 500 bin lira,
-Kamu binaları kiraları 605 milyon 33 bin lira,
-Araç kiralama 299 milyon lira harcanıyor.
Örtülü ödenek tutarı ise, ilk yedi ayda bir milyar 229 milyon 130 bin lira.
Bu ne biçim savurganlık, bu ne biçim temsil, kira v.s. Devlette paralar su gibi harcanıyor. Kimsenin de hesap sorduğu yok. Zaten “yeni rejiimde” sorgu, sualin kapısı kapalı, Meclis’te bile.
Ekonomik önlemler için iş dünyasına ve halka çağrıda bulunurken, devletin önce kendisine bakması gerek.
Çığrından çıkmış bir savurganlık!..
Orada Trump’ın, burada bizim işimiz zor.