Yalçın Doğan

17 Ocak 2023

Muğla'da "endamın yeter": Adım adım "siyasi emniyet" kaygısı

Yargıçılar ve savcılar ayağa kalkar, alkışlar... Paşalar alkışlar... Valiler Erdoğan'ı öven sazlı, sözlü videolar yayınlar... Hem de, seçime giderken!.. İsmet Paşa'nın üstüne basa basa vurguladığı "siyasi emniyet" nerede?..

Eylül 1947...

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Doğu illerini ziyaret ediyor. O sırada "Hem Cumhurbaşkanı, hem CHP Genel Başkanı."

İlk durak Erzurum.

"Erzurum'da, önce CHP il merkezini, ardından Demokrat Parti il merkezini ziyaret ediyor. Partili Cumhurbaşkanının muhalefet partisi örgütüne bu ilk ziyareti."

Sonra Kars'a geçiyor, Kars'ta halka sesleniyor:

"İdare mekanizmasının en küçük jandarma karakoluna kadar partilere karşı eşit gözle bakan tarafsız ve adaletli durumda olması, siyasi hayatta emniyetin ilk şartıdır." (Taha Akyol, Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca, s.121).

Cumhurbaşkanı İsmet Paşa "siyasi emniyeti" de şöyle tanımlıyor:

"Siyasi emniyetin, yani güvenli bir siyasi hayatın oluşması için üç şart vardır. Biri güçlü hükümet. İkincisi açık ve serbest muhalefet.

Üçüncüsü ise, idarenin tarafsızlığı."

Memurların partizanlığı

1947'nin Kasım ayında CHP'nin 7. Kurultayı toplanıyor. Demokrasi tarihimiz açısından dönüm noktası:

"Cumhurbaşkanının partisiyle bağı kesiliyor. Daha önce parti - devlete dönüşmüş düzenden vazgeçiliyor, devlet ve parti birbirinden ayrılıyor. Partiyle ilgili bütün işler CHP Genel Başkanı Vekilinin yetkisine bırakılıyor."

O kurultayda İsmet Paşa yine aynı konuya dönüyor, devlet memurlarının partizanlık yapmasından yakınıyor.

Dikkat!..

Aslında kendisine ve partisine bağlı devlet memurlarının partizanlığından kaygı duyuyor:

"Nüfus, tapu, vergi, ilam, karakol muameleleri gibi vatandaşın en sade ve küçük işlemlerinde devlet memurlarının bir siyasi parti gayesi gütmesinden endişe duyuyorum.

Vatandaşı her şeyden bezdirecek daha elemli azap tasavvur edemem.

Vatandaşı bu beladan kurtaracak tek çare, memurların tarafsız olmasıdır." (Taha Akyol, a.g.k. s.126).

Günümüzde hayal bile edilemeyecek bir tavır.

Valiler partinin il başkanı

Yıllarca parti - devlet düzeninin en tepesinde yer alan İsmet Paşa ülkenin bundan büyük zarar gördüğünü, halk arasında kutuplaşma ve bölünmeye yol açtığını, halkın devletle olan işlerinde siyasetin temel rol oynamasının acı sonuçlar yarattığını fark ediyor.

Demokrasinin böyle bir düzenle birlikte bozulduğunu görerek, önce kendisi CHP Genel Başkanlığından vazgeçiyor, ardından en tepeden en küçük memura kadar, devlette görevli tüm memurları uyarıyor.

Kendisi CHP Genel Başkanlığından ayrıldığı gibi, bir başka adım daha atıyor. Devlet memurlarının partizanlığından yakınırken, CHP'nin bir uygulaması var.

"1935 yılında CHP Tüzüğünde yapılan bir değişiklikle valiler aynı zamanda CHP il başkanı!.."

Neyse ki, İsmet Paşa'nın deyimiyle, "siyasi emniyeti" ağır biçimde zedeleyen bu uygulamaya 1939 yılında son veriliyor. Valiler ve il başkanlığı birbirinden ayrılıyor.

Zorla miting alanı

Neden bu tarihi hatırlatma?..

Neden bu tarih dersi?..

Bugün öncelikle Muğla Valisi Orhan Tavlı'ya ders. Neden ona?..

Tayyip Erdoğan Muğla'da miting yapıyor.

Önce:

"Başka illerdeki AKP mitingleri gibi, Muğla'da da kamu kurumlarında çalışanlar mitinge katılmaya zorlanıyor. İnsanlar bir partinin miting alanına resmi araçlarla taşınıyor.

Özel fabrikalarda çalışan işçiler, patronlar tarafından izinli sayılarak, onlar da zorla miting alanına taşınıyor."

Maksat, miting alanı kalabalık görünsün!..

Valiliğin resmi hesabı

Bu zorlamayı başka bir skandal izliyor.

"Erdoğan'ın AKP bayraklarıyla mitingi VALİLİĞİN RESMİ SOSYAL MEDYA HESABINDAN, Erdoğan etiketlenerek, Endamın Yeter şarkısı eşliğinde bir kliple paylaşılıyor."

Vali Orhan Tavlı sazlı sözlü bir kliple Erdoğan'ın mitingini sosyal medyaya servis ediyor. Video ve fotoğraflarla birlikte.

"Muğla Valisi olmuş sana AKP Muğla İl Başkanı!.."

Valilerin bir partinin il başkanı olmalarının getirdiği onca acı ve tecrübenin üzerinden yaklaşık seksen yıl geçtikten sonra, yaşadığımız şu hale bakın!..

"Parti - devlet bütün haşmetiyle yeniden karşımızda!.."

Vali Orhan Tavlı'ya yöneltilen çok sayıdaki eleştiri gibi, siyasete o kadar meraklı ise, bu ölçüde AKP'li ise...

"Bıraksın valiliği, gitsin AKP'den aday olsun!..

Vali kimliği ile ortada dolaşmasın!.."

Vali skandalı, parti - devlet uygulamalarının ilk örneği değil.

Erdoğan salona girerken yargıçların ve savcıların, üstelik resmi cübbeleriyle ayağa kalkmaları, onu alkışlamaları...

Ya da geçen hafta Sakarya'da yaşandığı gibi, "generallerin, kuvvet komutanlarının Erdoğan'ı alkışlamaları" günümüzde parti - devlet yönetiminin ürpertici manzaraları arasında.

Avustralya örneği

Askerlerin Erdoğan'a alkış tutması deyince...

Şimdi dünyanın öbür ucuna, Avustralya'ya gidelim.

Avustralya'da bir Bakan gazetecilere açıklama yapıyor. O sırada arkasında üç, dört asker duruyor. Bakan siyasi bir açıklama yapıyor. Askerlerin komutanı Bakanın sözünü kesiyor, yanına gidiyor ve onu uyarıyor:

"Sayın Bakan özür dilerim, siz açıklama yaparken arkanızda askerler duruyor, lütfen!.."

Bakan arkasında duran askerlere dönüyor, oradan uzaklaşmalarını söylüyor.

"Bırakın alkışları...

Bırakın komutanları...

Birkaç küçük rütbeli askerin bir Bakanın arkasında sessizce durması bile, iktidar - asker ilişkisini zedeleyecek düşüncesiyle, askere ve iktidara, özünde demokrasiye gölge düşürebilir görüşüyle yine küçük rütbeli bir komutan Bakanı uyarıyor."

O küçük rütbeli komutanın uyarısı bir ülkenin demokrasiyi ne kadar içine sindirdiğinin göstergesi.

Ya burada?..

Her gün, her olay burada demokrasiden bir parçanın daha koptuğunu, parti -devlet mekanizmasının gün geçtikçe nasıl yerleştiğini gösteriyor.

"Siyasi emniyet" nerede?

Yargıçılar ve savcılar ayağa kalkar, alkışlar...

Paşalar alkışlar...

Valiler Erdoğan'ı öven sazlı, sözlü videolar yayınlar...

Hem de, seçime giderken!..

İsmet Paşa'nın üstüne basa basa vurguladığı "siyasi emniyet" nerede?..

"Siyasi emniyet" mi kaldı?..

Yalçın Doğan kimdir?

Yalçın Doğan, 1965 yılında Alman Lisesi'ni, 1969'da İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi.

Gazeteciliğe 1973 yılında Cumhuriyet'te ekonomi muhabiri olarak başladı. 1981 yılında Cumhuriyet Ankara Temsilciliğine atandı.

1989'da köşe yazarı olarak geçtiği Milliyet'te önce Yayın Koordinatörü, 1999'da Genel Yayın Yönetmeni görevlerini üstlendi. 2003'te Hürriyet Gazetesi'nde sürdürdüğü köşe yazarlığı 2015 yılında sona erdi. O tarihten bu yana T24'te köşe yazarlığına devam ediyor.

Türk Dil Kurumu, Sedat Simavi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'in çeşitli ödülleri yanında, 2014'te yılın en iyi köşe yazarı, Halk TV'nin 'Kırılmayan Kalemler' ödülünü kazanan gazeteciler arasında yer aldı.

Her biri özgün araştırma içeren IMF Kıskacında Türkiye, Dar Sokakta Siyaset, Fenerbahçe Cumhuriyeti, Savrulanlar kitapları ile anılarını derlediği Sussam Susulmaz Yazmasam Olmaz kitaplarını yazdı. Ayrıca, Komünist Enternasyonelde Faşizmin Tahlili başlığı ile yayımlanan Almanca'dan yaptığı bir çevirisi bulunmaktadır. Almanca ve İngilizce bilir.