“En büyük itirafını”, belki de, on beş yıllık iktidarının “en büyük itirafını” önceki gün Kandilli Rasathanesindeki törende yapıyor Tayyip Erdoğan.
Neden erken seçim kararını aldıklarını açıklarken, konuşmasının sonuna doğru söylediği şu sözlere bakın ve bunu tarihe kaydedin:
“24 Haziran’da seçim kararı aldık. Bunu bir çeşit depreme hazırlık faaliyeti olarak görüyorum. Türkiye’nin önünde ekonomide yatırımlara, savunmadan temel hizmetlere kadar her alanda atılması gereken adımlar var.”
Ve devamındaki şu tarihi itiraf:
“Depremin yıkıcı etkilerine karşı hazırlık yapmış olacağız. Aksi takdirde, son iki asırda olduğu gibi, bu süreçten zararlı çıkmamız kaçınılmaz hale gelecektir”.
“Son iki asır”
Erdoğan bu sözleriyle aslında on beş yıllık iktidarının özetini yapıyor.
“Depreme doğru gidiyoruz...”
Üstelik, o deprem öyle “yıkıcı” olabilir ki, “son iki asırda olduğu gibi”...
Son iki asır...
19. yüzyılda Osmanlı toprak üstüne toprak kaybediyor. Aynı zamanda aldığı dış borçlarla hem tam bataklığa saplanıyor, hem Batı’ya teslim oluyor.
19. asrın sonu, 20. asrın başında ise, o öve öve bitiremedikleri, bırakın her türlü baskı, sansür, sürgün ve zulmü II. Abdülhamit zamanında toprak kaybı had safhaya ulaşıyor.
Son iki asır...
20. yüzyılın başında ise, Osmanlı İmparatorluğu savaş üstüne savaş kaybıyla parçalanıyor, dört, beş milletin işgaline uğruyor ve batıyor.
Demek durumumuz bu ölçüde ciddi.
Danışıklı zamanlama
Demek bir “yıkıcı deprem etkisi” ile karşı karşıyayız.
Sorumlusu kim?
AKP İktidarı ve Erdoğan.
Şimdi “depremin yıkıcı etkisinden” kurtulmak için adım atılması gerekiyor. Erken seçim kararının arkasında yatan büyük gerçek bu, Erdoğan’ın kendi sözleriyle.
Erdoğan’ın bu tespitleri bir günde ortaya çıkmıyor. Bu kadar vahim bir durumu herhalde önceden, yani erken seçim kararı açıklanmadan önce biliyor.
O zaman şu:
Devlet Bahçeli’nin açıkladığı erken seçim takvimini Erdoğan önceden biliyor, ama ona açıklattırıyor, bir tür danışıklı karar.
Erken seçim gibi hayati bir kararı alırken ve bunun tarihini belirlerken, Erdoğan - Bahçeli görüşmesinin sadece yarım saat sürmesi bile, bunun danışıklı olduğunu gösteren bir başka kanıt.
Son bir aydır Erdoğan hemen hemen bütün AKP il ve ilçe kongrelerine katılıyor, oralarda halka da konuşmalar yapıyor.
Ve her konuşmasının sonunda, “seçime hazır mıyız” diyerek halkı kendi yanına çekmeye çalışıyor.
Kongrelere katılmaların, gezilerin, bu soruların gerçekte erken seçime hazırlık olduğu şimdi ortaya çıkıyor.
Çünkü “deprem” geliyor, “deprem”.
“Deprem” öyle yakın ki, eğer seçim 2019’a kalmış olsa, “o yıkıcı etkisi” altında, belli ki, hepimiz kalacağız. Kendi iktidarı ile birlikte, hepimiz.
Erken seçimle, şimdilik paçayı kurtarma şansı yakalamaya çalışıyor.
İttifak şart
Erdoğan’ın karşısına kim çıkmalı? Önce şu:
HDP mutlaka bir aday çıkarmalı. Adayın kimliği belki ikinci planda gelebilir ama, mutlaka bir aday çıkarmalı. İlk yarışta HDP de olmalı.
Ya diğer muhalefet cephesi?..
Şöyle bir bakınca...
-CHP’nin tek başına bir aday çıkarması pek mantıklı görünmüyor.
-İyi Parti ile Saadet Partisi’nin de tek başına aday çıkarmaları, aynı ölçüde mantıklı gelmiyor.
Partilerin kendi başlarına tek tek aday çıkarmaları Erdoğan’ın şansını arttırabilir.
Bu bir başka çözümü zorunlu kılıyor:
CHP - İYİ Parti ve Saadet Partisi arasında ittifak şart, vazgeçilmez bir şart.
İttifak demek, “ortak aday” demek.
Hem sağdan hem soldan
“Ortak aday” kim olabilir?
Hem sağdan, hem soldan oy alabilecek, cerbezeli, halka sempatik gelebilecek bir isim...
Örneğin...
Meral Akşener.
Akşener AKP tabanından da, MHP tabanından da, Saadet Partisi tabanından da ve hatta CHP tabanından da oy alabilecek bir isim.
Ben o kadar çok sosyal demokrat ve merkezde yer alan insanlar biliyorum ki, o kadar çok kararsız seçmen biliyorum ki, “Meral Akşener” adı geçtiğinde, “ben ona oy verebilirim” diyor.
Yani, sağ ve merkez seçmene yakın görünen Akşener, CHP seçmenine de uzak görünmüyor.
En doğru ortak aday Meral Akşener gibi.
Seçim ikinci tura kaldığında, HDP’nin de Akşener’i destekleyeceği ortada.
Erdoğan’ı en çok zora sokacak strateji bu olsa gerek.