Gün geçmiyor ki, yandaş medyadan birileri AKP yönetimini eleştirmesin ya da çoğunlukla adını vermeden Tayyip Erdoğan’ı uyarmasın!..
Bazen bir AKP milletvekili, bazen hâlâ körü körüne AKP’yi öven gazetelerin yazarları ve TV’lerdeki yorumcuları, bazen eski AKP milletvekilleri, bazen Erdoğan’ın yanında çalışmış danışmanları, bazen on dört, on beş yıl boyunca AKP’yi her koşulda desteklemiş gazeteciler, bazen iş adamları...
Hepsi huzursuz, hepsi kaygılı, hiç biri gidişattan memnun değil.
Nasıl olsunlar ki?..
Özdağ’ın kitabı
Bu gidişin adını koymak gerek. İyi Parti milletvekili Prof. Ümit Özdağ yeni yazdığı kitapta adını koyuyor:
“Kaçınılmaz Çöküş, AKP Rejiminin Dörtlü Krizi.”
Özdağ dörtlü krizi dört dörtlük anlatıyor. Kitap öyle bilgi ve tespit dolu ki, bir kaç hafta içinde dördüncü baskısını yapıyor. Bazı kitap raflarında engellenmek istenmesine rağmen.
“Devlet krizi, milli birlik krizi, ekonomik kriz ve başını Suriyelilerin çektiği, dış göçlerle birlikte gelen kriz”, bugün yaşadığımız “çöküşün” ana elemanları.
Hepsi bir ülkeyi tek başına çok güç duruma itebilecek krizler. Ama, biz özellikle 2016 referandumundan sonra bu krizlerin hepsini aynı anda yaşıyoruz ve bu hepimize çok pahalıya mal oluyor.
Ekonomik çöküş
Özdağ’ın ekonomik tespitleri doğru.
AKP’nin sürekli ve en büyük propaganda araçlarından biri, ekonomik büyüme.
Bu ne ölçüde doğru?..
“2002 ile 2018 arasında büyüme oranı ortalama sadece yüzde 4.4 olmuştur. Bu dönemin ilk aşaması olan 2002 ile 2007 arasında yüzde 6.8 iken, 2008 ile 2019 arasında yüzde 3.6’ya düşmüştür.” (Ü. Özdağ, a.g.k., s.45).
Ekonomik büyüme masalını çökerten bir kaç önemli etken var. Türk Lirası’nın dolar karşısında sürekli değer kaybetmesi, yatırımların durma noktasına gelmesi, enflasyonun artışı, işsizlik, bütçe açıkları.
Bu kaos içine giren ekonomiye 6 Mayıs YSK Darbesi tuz biber ekiyor. CHP’nin araştırmasına göre:
“İstanbul Belediye seçimlerinin belirsizliğe düştüğü 1 Nisan ile 22 Mayıs arasında milli gelir 81 milyar dolar azalıyor. Bu kişi başına 3 bin 342 lira ek yük getiriyor.
Aynı sürede dış borçlar 272 milyar lira artıyor.
Türk firmaları 206 milyar lira zarara uğruyor.”
Demokrasiden sapmanın, iktidar hırsının, ülkeyi yönetilmez hale getirmenin ağır faturası. Bu fatura AKP’ye oy veren aziz halkımız dahil, hepimize.
Yoksa, tepede israf ve lüks alabildiğine sürüyor. İşte, AKP belediyelerinin ve bazı vali ya da kaymakamların lüks düşkünlüğü, belediyelerin olağanüstü gereksiz harcamaları, pahalı ihaleler gün be gün ortaya dökülüyor.
“2013’te 12.480 olar olan kişi başına milli gelir, 2018’de ancak 9.385 dolar olmuştur, 2019’da ise, 7.615 dolara düşmesi beklenmektedir”. (Ü.Özdağ, a.g.k., s.46).
Hep birlikte yoksullaşıyoruz.
“Milli birlik krizi”
“Türk Devletleri tarihinde Safeviler dışında, tarikatlara devlet bünyesinde müsaade eden hiç bir devlet olmamıştır. Oysa, AKP bürokrasiyi tarikatlar federasyonuna dönüştürmüştür”.
Özdağ’ın bu tarihsel tespiti, (a.g.k., s.27), onun deyimiyle, “milli birlik krizine” yol açan adımlardan birisi. Ne yazık ki, orada kalmıyor:
“Türkiye’de toplum kesimleri arasındaki ilişki / gerilim / çatışma konusunun değerlendirildiği kriterde Türkiye 2018’de 10 üzerinden 10 ile yüksek alarm aşamasında değerlendirilmiştir. Türkiye 178 ülke arasında birinci sırada ve en kötü dört ülkeden biridir. Diğer üç ülke Sudan, İsrail Batı Şeria ve Kongo’dur”. (Ü.Özdağ, a.g.k., s.35).
Toplumsal çatışma konusunda herkes sesini yükseltirken, iktidarı son zamanlarda sık sık eleştiren, koyu İslamcı ve AKP’li bir yazar, dün şunu yazıyor:
“Bir işe ille de İmam Hatiplilerin gelmesi şart değil. Ehliyet ve liyakat sahibi birinin gelmesi şart. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelir”.
Toplumsal bölünmenin en büyük göstergelerinden biri, “bizden olanlar ve olmayanlar”. Muhalefeti temsil eden “Millet ittifakı”partilerini “zillet ittifakı” diye aşağılamak, sadece bir örnek.
Suriyeli sığınmacılar
Özdağ’ın kitabının en çarpıcı bölümü, bana göre, bugüne kadar hiç bir yerde görmediğim “Suriyeli sığınmacılara” ilişkin bilgi ve analiz bölümü.
120 sayfalık kitabın 65 sayfasını Özdağ Suriyeli sığınmacılar politikasına ayırıyor ve o politikayı “ülkemizin geleceği için büyük tehdit” olarak niteliyor.
Suriyelilerin yanı sıra, Türkiye’ye Afganlar, İranlılar ve Iraklılar olmak üzere büyük bir göçün gerçekleştiğini belirten Özdağ şu uyarıda bulunuyor:
“Batılı uzmanlar kitlesel göçlerin medeniyetleri yıkan bir silah olduğunun uzun zamandan beri farkındadırlar. Bundan dolayı Kitlesel İmha Silahları kavramından hareketle ‘Kitlesel Göç Silahları’ kavramı üretilmiştir”. (Ü.Özdağ, a.g.k., s.67).
Resmi açıklamalara göre, bugün Türkiye’de 3 milyon 800 bin Suriyeli, 500 bin Iraklı, 145 bin Afgan ve 35 bin İranlı yaşıyor.
Bize ne bunlardan?..
“İnsani yardım” tamam da, bu insanların geçimini, barınmasını, eğitimini, sağlığını, çocuklarını, bir bütün olarak yaşamlarını düşünürsek, bugün ve gelecekte, onların Türkiye için nasıl bir “yük” ve onun ötesinde, siyasi anlamda nasıl bir “tehlike” olduğu ortada.
Kendimize yetmeyen biz ve dört buçuk milyonu bulan yabancılar!..
“Doğru olabilir mi?” sorusu
Erdoğan ve yakınlarının en büyük yanlışlarından biri, nereden gelirse gelsin, “eleştirilere kapalı” olmaları. Kapılar mutlak kapalı.
Eleştirel bir söz, yazı ya da eylem mi var, üzerinde bir an bile düşünmeden, onu karalamak, hiç kulak asmamak gibi, özünde kendilerine ve fakat aslında hepimize zarar veren tavır hemen hazır.
“Acaba bu söylenen ya da yazılan doğru olabilir mi” diye, hiç düşünmeden hemen mahkum etmek... Bugünlere böyle geliyoruz. Yıllardır değişmeyen klasik tavır.
Neden?..
Çünkü, “bunları yazan ya da söyleyen bize karşı!..”
Ya, mesele o değil, mesele hep birlikte uçuruma yuvarlanıyoruz, acilen harekete geçmek gerek!..
Artık bunu herkes söylüyor, biraz kulak versenize!..
Örneğin, Erdoğan’ın çevresinden biri, “Ümit Özdağ’ın kitabının özetini Erdoğan’a anlatsa, o da üzerinde düşünse”, belki yararlı olur.
Ben yoksa “Harikalar Aleminde” mi dolaşıyorum?..