Yalçın Doğan

18 Mart 2016

At üstünde mor kaküllü şehzade: Kayseri pazarlığı

Pazarlık, bizimkinin hayallerinden ibaret, “keşke olsa” faslından...

Alman Basını dün, hemen bütün Alman gazetelerinin internet sitelerinde;

Birinci haber:

İstanbul Alman Lisesi, İstanbul Alman Başkonsolosluğu ve Ankara’daki Alman Büyükelçiliğinin terör eylemi ihtimali üzerine kapatılması,

İkinci haber, bir hatırlatma olarak:

Sultanahmet’teki saldırıda on iki Alman turistin hayatanı kaybetmiş olması,

Üçüncü haber:

Ankara’da 37 insanını hayatini kaybettiği saldırıyı TAK’ın üstlenmesi,

Dördüncü haber, çok ayrıntılı, çeşitli görüşler aktarılıyor:

Ahmet Davutoğlu’nun bugün katılacağı Türkiye-AB Zirvesi.

Hepsi tek tek ve bir bütün olarak okunduğunda, ortaya çıkan Türkiye fotoğrafı vahim. Türkiye’ye güven sıfır.

Alman Lisesi ile Büyükelçilik ve Başkonsolosluğun kapatılma gerekçesi, “nihai olarak kanıtlanmamış bir terör eylemine ilişkin önlem” olarak niteleniyor. Kapatma her ne kadar, sadece bir gün ise de,“bizden haber bekleyin” diye bir not var.

Nevruz yaklaşırken, çeşitli kentlerde terör eylemine ilişkin uyarılar birbirini izliyor. Yine de, Almanların bu uyarısının zamanlaması dikkat çekici.

Tam Türkiye-AB Zirvesine rastlıyor.

“AB’nin anlaşmaya çalıştığı ülke, terörün cirit attığı, istikrarın kaybolduğu bir ülke” demeye getiriyor. Haksız da, değiller.
 

Biz hiç kapatmadık
 

Büyükelçilik. başkonsolosluk, okul kapatmak, bir günlüğüne bile olsa, hiç sıradan bir tavır, aniden alınmış bir karar değil. Sanılanın ötesinde etkili bir adım.

Bir hatırlatma yapmanın sırası.

1970’ler ve 80’lerde Türk diplomatları, Türk Büyükelçilikleri Ermeni terör örgütü ASALA’nın hedefi. ASALA Avustralya’dan Kanada’ya, Amerika’dan çeşitli Avrupa başkentlerine kadar dünyanın her yerinde Türk diplomatlarına saldırıyor, öldürüyor. Büyükelçilerimiz, müsteşarlarımız, ateşelerimiz hayatını kaybediyor.

Buna rağmen, biz yıllarca dünyanın hiç bir yerinde büyükelçiliğimizi, konsolosluğumuzu kapatmıyoruz. Saldırılara rağmen, o ülkelerde yine de belli bir güvenlik sistemi var.

Şimdi Almanlar kapatıyor, çünkü bizdeki güvenlik sistemine güvenmiyor.

Kapatmaları bu açıdan da, dikkat çekici.

Mesaj açık, Türkiye güvenliği kalmayan bir ülke.
 

Saygı duruşları

 

Avrupa’nın her yerinde Türkiye bağlantılı herhangi bir toplantı oldu mu, son terör saldırıları sonrasında mutlaka saygı duruşu yapılıyor. O toplantı ama bir iş, ama bir kültür organizasyonu, ama bir spor karşılaşması, fark etmiyor, saygıda kusur yok. İnsani dayanışma.

Buna karşılık, AB’ye üyelik görüşmeleri, vizesiz seyahat, sığınmacılar gibi Avrupa açısından hayati konulara geldiğinde, işin rengi değişiyor.

Avrupa liderlerinin eleştirileri birbirini izlerken, Merkel’in Almanya’nın üç eyaletindeki seçimlerde “Türkiye’ye sığınmacılar bağlamında verdiği sözler” nedeniyle yenilgiye uğraması, Merkel’in de geri adım atmasına yol açıyor.

Daha önce “Türkiye’de ne olursa olsun, sığınmacı konusunda ben Türklerle anlaşırım” diyen Merkel, şimdi farklı sinyaller vermeye başlıyor.
 

Üç ve altı milyar dolar
 

Davutoğlu son Brüksel zirvesinden dönerken, uçakta gazetecilere “Kayseri pazarlığı yaptık” diyor. O pazarlığı şöyle anlatıyor:

“Biz üç milyar doları bir yıl için istedik, onlar iki yıl için ısrar etti. Biz yeni bir boyut getirdik, üç milyar daha istiyoruz dedik, Kayseri pazarlığı iyi oldu, artı üç milyar dolar daha yani, 2018’e kadar altı milyar olacak.”

Her zamanki gibi, yine hayal aleminde dolaşıyor, olanları farklı anlatıyor.

Kayseri pazarlığı filan zaten yok, böyle bir pazarlık zaten kabul filan görmüyor.

Bugün Brüksel’deki zirvede, eğer giderse, ne altı milyar var, ne vizesiz seyahat, Kayseri pazarlığı bizimkinin hayallerinden ibaret. “Keşke olsa” faslından.

Kayseri pazarlığı bir yana, dün itibariyle Avrupa’da esen hava, inanılmaz olumsuz, hatta Davutoğlu’nu zorda bırakacak taze sorular hazırlanıyor. İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, terör ve teröristin yeni tanımı, tutuklanan üç akademisyen, sınır dışı edilen İngiliz akademisyen gibi, dumanı tüten sorular.

Otoriter kimliği hızla yoğunlaşan bir ülkeden duyulan rahatsızlık, artık arş-ı alaya çıkmış bulunuyor.

Böyle bir durumda sığınmacı sorunu nasıl ele alınacak, nasıl çözülecek, bu görüşmelerde çözüm bulunur mu, hepsi askıda.
 

Cennet, cehennem

 

Askıda olmayan tek bir şey var:

AB kapıları Türkiye’ye bir kez daha kapanıyor, kim bilir, bir daha ne zaman açılmak üzere.

Doksan yıllık Cumhuriyet’e baktığımda, o Cumhuriyet’e sonsuz bir bağlılıkla sadık kalan bir Türk yurttaşı olarak, böyle kötü bir Orta Doğu ülkesinde yaşayacağıma hiç bir zaman inanmazdım.

Onlarca kez gittiğim Orta Doğu ülkelerinden ne zaman ülkeme dönsem, “bu cennet vatan” şarkısı dilimden düşmezdi.

Şimdi Nazım’ın dediği gibi, “bu cennet, bu cehennem bizim.”