“2015” denilince, aklıma binlerce sahne geliyor, herkesin geldiği gibi. Ama, “2015” denilince, akla gelen o binlerce sahneden birini ayıklıyorum:
Cizre’de bir kadın sokağa çıkıyor, koluna serum takılmış, elinde beyaz bayrak.
Günlerdir sokağa çıkma yasağının sürdüğü Cizre’de, tam o günlerde, orta yaşlı bir kadın hasta, nasıl olduysa, evinde ona serum takılıyor. Serumun değişmesi gerek, çünkü bitmiş. Kadın sokağa çıkacak, hastane ya da dispansere gidecek.
Sokakta ölüm kol geziyor, tank, top, tüfek, nereye vuracağı, kimi öldüreceği belli değil. Yaprak kımıldasa, topla havaya uçuyor.
Kadının sağlık hizmetine ihtiyacı var.
Kendi ülkesinde, bir gayret, hatta bir cüret göstererek, sokağa çıkıyor.
Kendi evinin önünde, kendi ülkesinde, kendi askerine, kendi polisine beyaz bayrak gösteriyor.
Korkunç bir tablo.
İç savaş
Simgesel anlam taşıyan bu tabloyu katmerlendiren felaketler var 2015’te.
Yüzlerce ölüm, onlarca katliam, yıkıntı, bir felaketten ötekine koşan bir ülke 2015’te.
İç savaş, kentlerin orta yerinde, iki yüz bin insan göç etmek zorunda kalıyor.
Binlerce iş yeri kapanıyor, binlerce insan işsiz kalıyor, okullar kapanıyor, kentler kent olmaktan çıkıyor. Pek çok il ve ilçede günlerce süren sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor.
Türkiye Cumhuriyet tarihinin en ağır krizlerinden birini değil, en ağır krizini yaşıyor 2015’te.
Kara tablo
İç savaşın yanı sıra, 2015’te:
-Türkiye’nin hiç bir yerinde, can güvenliği kalmıyor.
-Demokrasinin en klasik kuralı, kuvvetler ayrılığı sona eriyor.
-Hukukun üstünlüğü yok oluyor.
-Adalete inanç kayboluyor.
-Temel hak ve özgürlüklerin üstü çiziliyor.
-O özgürlüklerin başında gelen ifade ve basın özgürlüğü ayaklar alına alınıyor.
-32 gazeteci sadece gazetecilik yaptıkları, haber peşinde koştukları, yorum yazdıkları için hapse atılıyor.
-Hapse atılan gazetecilerden Can Dündar ile Erdem Gül’e yapılan hukuksuzluk uluslararası alana taşıyor.
-Sıradan en küçük eleştiri ya da gösteri hakkı, “hakaret” suçlaması ve terör örgütü iddiasıyla mahkemeye taşınıyor.
-Kürt Sorunu ülkenin bir numaralı sorunu olarak, sadece topa, tüfeğe bağlanıyor.
-İşsizlik artıyor.
-Yolsuzluk iddiaları “hükümete darbe” tezleriyle, soruşturulmuyor.
-Meclis iradesi gölgeleniyor.
-Toplum “bizden ve sizden” söylemiyle kabak gibi ikiye bölünüyor.
-Refah düşüyor, yoksulluk artıyor.
-Dış politikada kavga etmediğimiz ülke kalmıyor.
Terörüyle, ekonomik çıkmazıyla, dış politika kavgalarıyla, hukuksuzluk zincirleri ile kara bir yılı geride bırakıyor Türkiye.
Derler ya, “çivisi çıktı” diye, 2015’te Türkiye’nin çivisi çıkıyor.
2015’te beş ayda iki genel seçim yapıyor, iki genel seçim arasında 400’e yakın insan teröre kurban gidiyor. Ve terör hala ve hala, her gün şiddetini daha da arttırarak devam ediyor.
DNA’da bozulma
Toplumsal değerler anlamını yitiriyor. Yalan söylemek sıradan bir hal alıyor.
İktidarı destekleyenler ile karşı olanlar arasında diyalog tamamen kopuyor, diyaloğun yerini karşılıklı öfke alıyor. İktidar, yatıştırıcı olmak varken, tersine öfkeyi körüklüyor. Sosyal barış bitiyor. Gelenekler yıkılıyor.
TV’lerde “çalkala yavrum çalkala” programları, diziler, muhabbet seansları öne çıkıyor.
Aklı başında tartışmalar pek tutmuyor.
“Tartışma” adı altında, tek ses, tek nefesli programlarda “gazeteci kılıklı” birileri türüyor. O gün hangi konu ise, iktidarı öven, ertesi gün iktidarın tavrı değişmiş ise, o değişikliğe paralel, anında çark eden “gazeteci kılıklı” birileri.
Türkiye’nin DNA’sı bozuluyor, 2015’te bu bozulma haddini aşıyor.
Kayıplarımız
2015’te birbirinden değerli yazar, sanatçı, devlet adamı, iş adamı aramızdan ayrılıyor. Türkiye’yi Türkiye yapan, bir zamanlar Türkiye’nin DNA’sını oluşturan insanlar.
Süleyman Demirel, Yaşar Kemal, Çetin Altan, Müzeyyen Senar, Oktay Akbal, Bedri Koraman, Fikret Otyam, Erol Büyükburç, Zeki Alasya, Levent Kırca, Sadun Boro, Kayahan.
Onlar gibi, pek çok insan, hangi siyasal görüşte, hangi tutumda olursa olsun, Türkiye’nin çimentosu olan insanlar. Birbirlerini tamamlayan kimlikler.
Davalar fos çıktı
Son beş yılın acil kodu, iktidarın en palavra parolası “darbe girişimi, terör örgütü üyeliği”.
Bu nedenle açılan büyük davalar 2015’te fos çıkıyor. Balyoz, Ergenekon, ODA TV, Poyrazköy, fuhuş gibi davaların ortak yanı, “siyasi iktidara darbe girişimi, terör örgütü üyesi olmak”.
Bu davalarda yargılanan insanların başka derdi, iktidara darbe yapacak. Ama, bu davalarda yargılanan insanlar dört, beş yıl boşu boşuna hapiste yatıyor. General, amiral ve subaylar mesleklerinden oluyor. Hayata bedel kayıpların bir hiç uğruna tezgahlandığı ortaya çıkıyor.
Ortada ne darbe var, ne marbe, ne başka bir şey. Sadece koca bir yargı faciası. Tam bir cadı avı.
Son örnek: çArşı
Dün bu trajik zincire yenisi ekleniyor.
Yargıç anlı şanlı çArşı’ya soruyor: “Darbe mi yapacaktınız? Terör amaçlı örgüt mü kurdunuz?”
İnsan ağlasın mı, gülsün mü, bilemiyor. Ama, şakası yok, otuz beş çArşı üyesi için istenen ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis. Sırf Gezi olaylarına katıldıkları için.
Dün o dava da beraatla sonuçlanıyor.
2015, İkinci Dünya Savaş yılları dahil, en feci yıl. Benzerini bir daha yaşamamak umuduyla.