1930 tarihli Umumi Hıfzıssıhha Kanunu madde 76:
"Etrafında bulunanlara sari ve salgın hastalıklardan birini nakle vasıta olduğu muhakkak olan kimseler muvakkaten ve zail oluncaya kadar meslek ve sanatlarının icrasından Hıfzıssıhha Meclislerinin kararıyla men olunur."
Yani:
"Herhangi bir salgın hastalığa yakalanmış bir kişinin hastalığı bulaştırması kesin olduğunda, o kişi geçici olarak ve hastalıktan kurtuluncaya kadar yapmakta olduğu işten yasaklanır."
Şimdiki gibi, dükkanı kapatılıyor, iş yapması yasaklanıyor ve fakat, aynı yasanın 83. maddesi şöyle:
"Cebri tecride tabi olarak müessesatta veya evlerinde tecrid edilen kimselerle 76. maddede zikredilen şahıslardan muhtaç olanların kendilerinin veya ailelerinin iaşeleri masarifi hükümetçe tesviye edilir."
Yani:
"Zorunlu kısıtlamaya (karantinaya) tabi olan kişiler ile 76. maddede anılan kişilerden muhtaç durumda olanlar ile ailelerinin geçim masrafları hükümetçe karşılanır."
1930... Dünya Ekonomik Bunalım yılı... "Büyük bunalım" diye tarihlere geçen, üzerine yüzlerce kitap, binlerce makale yazılan ekonomik bunalım yılı.
O yıl, 1930...
Türkiye Cumhuriyeti henüz yedi yaşında.
Toplamında on yıl süren Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sonrasında, küllerinden doğan bir Cumhuriyet, o yokluk yıllarında:
"Herhangi bir salgın hastalığa yakalananların masraflarını karşılamakla hükümeti yükümlü kılıyor."
1930'da...
1930... 2020...
Esnafa, o da belli koşulları yerine getiren esnafa, üç kuruşluk yardım yapıldı diye, davul çalanlara ithaf edilir!..
Cumhuriyet'i küçük görme hastalığına tutulanlara, Cumhuriyet'i kastederek, "doksan yıllık parantez kapandı" diye, kendini aldatanlara, her fırsatta Cumhuriyet'le hesaplaşmayı adet edinenlere hatırlatma olarak...
Varlığımızın temeli, varlığımızın nedeni olan "Cumhuriyet" o yokluk yıllarında bile, herhangi bir salgın hastalıkta "sosyal devleti" ön plana çıkartıyor.
TÜİK bile tezkip ediyor
1930'dan günümüze...
Bakan Hanım, Zehra Zümrüt Selçuk tarihsel noktayı koyuyor:
"Yoksulluk sorun olmaktan çıktı."
Sen, ben söylemiyoruz, "onların TÜİK'i bile", o TÜİK'in verileri bile 2019 yılı itibariyle:
"Son beş yılda ekonomik sıkıntı nedeniyle 1.370 kişi intihar etmiştir."
Birkaç gün önce Samsun... Orta yaşlı bir insan...
"Elindeki pankartta 'aş ve iş' yazıyor...
Ardından intihar ediyor."
Altı, yedi gün önce, Sivas'ta bir kişi "açım, ailemi geçindiremiyorum" diye, intihar girişiminde bulunuyor, polis son anda engelliyor.
Bu ülkede ne yoksulluk var, ne açlık!.. Sadece yoksulluk ve açlık nedeniyle intihar edenler var.
Şimdi...
2019 yılı Sayıştay Raporu:
"Sarayın gıda harcamaları tutarı 3 milyon 82 bin liradır. İçecekler için harcanan para 1 milyon 300 bin liradır."
Ne açlığı, ne yoksulluğu!..
Zehra Bakan doğru söylüyor, rakamlar ortada!..
Günlük harcama
2020 yılında:
"- Sarayın bir günlük harcaması 8 milyon 600 bin lira. Bu rakam eşittir 3 bin 700 asgari ücretlinin bir aylık maaşı.
- Asgari ücret ayda 2.324 lira. Sarayın bir dakikalık gideri 7.675 lira. Bir dakikalık gider, bir aylık asgari ücretin üç katından fazla.
- Sarayın mal ve hizmet gideri 428 milyon lira. Bu rakam 184 bin asgari ücretlinin bir aylık maaşına denk geliyor."
Saray bünyesinde dört bütçe
Cumhurbaşkanlığı Bütçesi 4 milyar 39 milyon lira. O da dahil olmak üzere, Cumhurbaşkanlığı bütçesinin bünyesinde toplam dört bütçe var:
1- Doğrudan, 4 milyar 39 milyon lira.
2- Strateji ve Bütçe Başkanlığının içinde var olan yedek ödenek, 10 milyar 100 milyon lira.
3- Milli Saraylar Bütçesi, 230 milyon lira.
4- İletişim Daire Başkanlığı Bütçesi, 422 milyon lira.
Tamam mı?.. Değil!..
"Kimin için, ne zaman, ne amaçla harcandığı belli olmayan 6 milyar 600 milyon liralık örtülü ödenek, onu da eklemek gerek."
Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı Bütçesi barındırdığı kurumlarla birlikte, toplam:
"21 milyar 391 milyon lira!.."
Yakışır "Reis'e"!..
Bu tabloya bakınca, Zehra Bakan haklı, "Türkiye‘de yoksulluk sorun olmaktan çıktı."
Öncelik yurttaşlarda
1930'da devlet "yurttaşı" yönetiminin odağına yerleştiriyor, her türlü özveride bulunuyor, "sosyal devlet" anlayışının ürünü olarak, "yönetim anlayışı" olarak.
O tarihte yürürlükte bulunan 1924 Anayasası'nda "sosyal devlet" kavramı yer almıyor. Ne fark eder?..
Hükümet, yurttaşlara verilen değerin olağan sonucu olarak, "sosyal devleti" fiilen uyguluyor.
"Kendi refahını düşünmeden!.."