Yalçın Doğan

25 Kasım 2016

12 Eylül’de bile yapmadığını AP şimdi yaptı

Daha düne kadar “bir devlet” bile kuramayan ülkeler bugün ya AB üyesi ya da üyeliğin büyük adayı

En can alıcı, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) kararında büyük rol oynayan saptaması kendini şu cümlede  gösteriyor:

“Türk Hükümeti Türkiye’yi Avrupa yönünden daha farklı bir yere doğru çekmektedir.”

Şanghay İşbirliği Örgütüne üye olmak isteği filan değil, doğrudan ve daha ağır olmak üzere, AP “Türkiye’de rejim değişikliğinden” söz ediyor.

İdamın geri getirilmek istenmesi, OHAL uygulamaları, yargı bağımsızlığının çiğnenmesi, gazetecilerin ve siyasilerin tutuklanması rejim değişikliğinin “kanıtları” olarak gösteriliyor.

Avrupa Parlamentosu Türkiye ile ilişkilerin dondurulmasını ezici bir çoğunlukla kabul ediyor.

Bu Türkiye - Avrupa Birliği ilişkileri tarihinde bir ilk.

12 Eylül askeri darbe döneminde bile, böyle bir karar yok.

Çünkü, o tarihte Avrupa Türkiye’de rejim değişikliğine ilişkin herhangi bir işaret almıyor. Ama, şimdi alıyor. Demek, durum şimdi daha ağır.

Hangi rejim?

Avrupa’dan uzaklaşan hangi rejimden söz ediyor AP?

Demokratik olmayan, otoriter bir rejimden, hafif tertip İslama kayan bir rejimden.

Demokratik olmayan, otoriter bir rejimin Avrupa’da işi yok, diyorlar.

12 Eylül askeri darbesi otoriter bir rejim değil miydi?

Adı üstünde, “askeri darbe.” Hem de, en alasından otoriter bir rejimdi.

Demokrasiyi fiilen askıya almasıyla, işkenceleriyle, sansürüyle, temel hak ve özgürlüklere getirdiği her türlü kısıtlamayla, parlamentoyu feshetmesiyle, siyasi partileri kapatmasıyla otoriter rejimin ta kendisi.

AP onu kastetmiyor.

12 Eylül’ü Türkiye’yi Avrupa’dan, daha genel anlamda Batı’dan kopartacak bir rejim olarak görmüyor. Avrupa Parlamentosu o tarihte “Türkiye’nin diktatörlük ya da İslami bir yapıya doğru kayma” kaygısını taşımıyor.

12 Eylül askeri rejimini kalıcı değil, geçici bir yönetim olarak görüyor.

Geçekten de 12 Eylül üç yıl süren o vahşi dönemden sonra 1983 Kasım ayında seçimlere gidiyor ve Turgut Özal iktidara geliyor.

Bugün ise, demokratik rejimin başka bir yöne doğru kaymasından kaygı duyuyor, bunu belki durdurabilmek açısından, ilişkileri dondurma tezini ileri sürüyor.

Bu bir ilk.

Etkileri

Dondurmaya gerekçe olarak gösterdiği maddeler arasında, “ilişkileri kopartabilecek” konu “idamın geri getirilmesi.” İdam gerçekten geri gelirse, Avrupa Birliğini kim bilir ne zamana kadar, artık unutmak gerek.

AP kararı karşısında bizimkilerin atıp tuttukların aldırmayın siz. Bunun etkileri elbette olur ve olacaktır.

Gerçi, bu kararın hemen somut bir yaptırımı yok ancak, belli bir dönem içinde hem siyasal, hem ekonomik, hem hukuki, hem sosyolojik açıdan bizi “yıpratması” kaçınılmaz. Avrupa Birliği’nin kurum olarak ve Avrupa Birliği ülkelerinin tek tek tavırları, yaptırımları, alacakları önlemler açısından kaçınılmaz.

Bizi etkilemeyeceğini düşünmek kendini aldatmakla eş anlamlı.

Dolarsa dolar dolmazsa dolmaz

Doların yükselişi karşısında, Binali Yıldırım her ne kadar, “dolarsa dolar. dolmazsa dolmaz” gibi muhteşem bilimsel bir tespitte bulunmuş olsa da, şimdi paçası tutuşmuş görünüyor. Arka arkaya “yüksek ekonomik toplantılar” birbirini izliyor.

AP’nin kararından sonraki ilk etki, doların bir kez daha tırmanmasında görülüyor. Bu henüz perdenin açılışı.

Gerçi, o yükselişi tetikleyen başka etkenler de var. Örneğin, “altına dönelim” sözü.

Merkez Bankası yükselişi önlemek üzere piyasaya dolar sürüyor, ne var ki, AP kararı o sürümü süpürüp götürüyor.

AB'nin de yatacak yeri yok

Türkiye’nin bugünlere gelmesinde AB’nin hiç mi payı yok?

Madalyonun bir de diğer tarafı var.

1963 Ankara Anlaşmasından bu yana kapıda beklettikleri bir Türkiye var, 1963 - 2016, ayıp be.

Her sefer bir başka gerekçe uydurarak.

Bazen Türkiye’nin işgücünden korkarak, bazen nüfus ve coğrafi büyüklüğünden ürkerek, bazen sanayileşme yönünde attığı adımlardan tedirgin olarak, bazen halkının yüzde 99’unun Müslüman olmasını bahane ederek, bazen eğitim ve sağlıkta yetersizliğine vurgu yaparak.

Daha düne kadar “bir devlet” bile kuramayan ülkeler bugün ya AB üyesi ya da üyeliğin büyük adayı.

Bu açılardan AB’nin yatacak yeri yok. Bunu bilmeleri gerek ve elbette biliyorlar.

Bununla birlikte, Türkiye’nin AB ilişkilerinin dondurulması “çağdaş uygarlıktan uzaklaşma” adına, yine de bize zarar verecek vahim bir karar.

Bu arada Ömer Çelik

Bu arada en şaştığım tepkileri veren kişilerden biri Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerinden sorumlu Bakan Ömer Çelik.

O ilişkilerden sorumlu olmak, Avrupa ile kavga etmek anlamına gelmiyor. Tam tersine, her şeye rağmen, “ilişkileri düzenlemek, düzeltmek, sağ duyulu davranmak” anlamı taşıyor.

Ömer Çelik ne yapıyor?

O da, hükümetin diğer üyeleri ve hatta sanki Devlet Bahçeli’nin de görevi imiş gibi, belki artık görevi (!), Avrupa Parlamentosu’nu, Avrupa Birliği’nin yerden yere vuruyor.

Siyaseten böyle durumlarda akıcılığı sağlayan bir kanal bırakılır, yok bizimkiler, züccaciye dükkanına hep birlikte fil gibi girmekte pek mahir.

O atıp tutmalara aldırmıyorum, mesele şimdi ağır, bundan sonra pirincin taşı nasıl ayıklanacak, ilişkiler nasıl normale dönecek, hepimizin dert etmesi gereken bu.

Korkarım ki, bu karar Türkiye’nin yeni maceralara sürüklenmesine yol açabilir.