24 Ekim 2011
Birinci Hamur Blog
Teknolojinin günümüzdeki gelişme hızı nedeniyle şu sıralar konuşmayı...
Teknolojinin günümüzdeki gelişme hızı nedeniyle şu sıralar konuşmayı en çok sevdiğimiz konulardan biri, içerik tüketimimizin nasıl değiştiği. Müzik, video, yazı; tüm içerik türlerine dair alışkanlıklarımız ve kullandığımız araçlar artık çok farklı. Tüm bu içerikleri oluşturan mecralar arasında, üzerinde en çok tartışılan ise şüphesiz gazeteler.
Gazetelerin bu dönüşümünü tamamlayabilmesi için, Steve Jobs'ın müzik için yaptığı devrimi gazeteler için yapmasını dileyen kişi sayısı, hiç de az değil. Gerçekten de uzunca bir süre gazeteler, basılı gazetedeki tüm tasarım anlayışı ve iş akışını birebir koruyarak internet yayıncılığı yapmaktaydı. Maalesef Steve Jobs gazete tüketimini nasıl yorumlayıp bir çözüm getirirdi hiçbir zaman göremeyeceğiz, ancak iBooks ile kitap kategorisinde yaptıkları ciddi değişim, bize bazı ipuçları veriyor.
Teknoloji mi ihtiyaçlarımızı ve alışkanlıklarımızı değiştiriyor, yoksa ihtiyaçlarımıza göre mi teknoloji değişiyor sorusu, artık bize hiç de eskisi kadar etkileyici gelmiyor. Herkes teknolojinin hayatımızı şekillendirdiğine neredeyse emin. Hiçbirimiz, yıllardır ATM'lerde kullandığımız dokunmatik ekranların, iPad'le tanıştıktan sonra hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olacağını tahmin etmemişti şüphesiz.
Buraya kadar olan kısma aslında çoktan alıştık, alışkanlıklarımız çoktan değişti. Ancak bu süreçte çok ilgi çekici bir model daha var, teknolojinin değiştirdiği ve sanal dünyaya taşıdığı bir fiziksel ürünün, değişmiş haliyle tekrar fiziksel hayata dönmesi. Kısaca bu değişimin sadece ileri yönde olmadığını, aslında bir daire şeklinde de olabileceğini gösteren, 'hibrit' modeller. Bunlardan birini incelemek, asıl değişimin gazetelerde değil, haber kaynakları ve bilgi alışverişinde olduğunu anlamamızda son derece önemli rol oynuyor.
Bloglar hayatımıza gireli çok oldu. Bazılarımızın tek bilgi kaynağı haline geldi, bazılarımız ise bir türlü alışamadı. Bloglar ilk kurulduğu zamanlardaki 'kişisel günlük' kapsamından çıkıp, birer haber kaynağı haline geldiğinde ise, daha önemli bir değişimin başladığı açıkça ortadaydı.
Derinlemesine bir analiz yapmadan, hızlıca bloglar ve basılı gazeteler arasındaki farklara bakalım. Gazeteler günlük çıkar, bloglar ise anlık olarak güncellenebilir. Toplam gazete sayısı sınırlıdır, okuyabileceğimiz blog sayısı ise neredeyse sınırsız. Gazetenin sayfa sayısı sınırlıdır, blogların ise sınırsız. Gazetelerde yazar tanımı son derece belirliyken, herhangi bir kişi istediği an blog yazarı olabilir. Gazeteler tek yönlü bir iletişim aracıdır, bloglar çift yönlü ve interaktiftir. Gazetelerin ele aldığı konuların ana hatları son derece belirginken, bir blog akla gelebilecek her tür konuyla ilgili yazılar içerebilir. Gazeteler kitle iletişimi yaparken, bir blog yayınlandığı dilde sadece 100 kişinin ilgilenebileceği çok niş bir konuyu ele alıyor olabilir.
Bu basit karşılaştırmada bile, bilgi alışverişinde blogların yerlerini almasının, ileri yönlü bir değişim olduğunu düşünmek son derece normal. Bloglar daha hızlı, daha güncel, daha fazla, daha sınırsız. Yeni çıkan her teknoloji 'daha …' tanımlamasıyla hayatımıza giriyor, bu nedenle değişimlerin tamamının sadece ileri yönlü olabileceğini düşünmekte haklıyız. İşte tam burada bizi çok şaşırtacak, bu değişimi daire içine alıp blogları sürecin en başına götüren, Türkiye'de henüz rastlamadığımız bir ürün var: The Printed Blog.
The Printed Blog, internetteki blog yazılarından seçilmiş özel bir içerikten oluşan basılı bir gazete. The Printed Blog'u hiç bilmeyen birine gösterip ne olduğunu sorarsanız, vereceği tek bir cevap olacaktır, 'gazete'. Sadece bu kadarı bile kafaları karıştırmaya yeterli, eğer belirli bir boyutta gördüğümüz basılı içeriğe içgüdüsel olarak 'gazete' diyorsak, kısaca gazeteyi gazete yapan aslında materyal ise, 'gazete' noktasından yola çıkarak içeriğe şekil vermek ve 'internet' gazetesini yaratmaya çalışmak, ne kadar doğrudur?
Joshua Karp tarafından, 2009 yılında Chicago ve San Fransisco'da kurulan The Printed Blog her açıdan ezberleri bozan bir proje. İsminde 'Blog' kelimesi yer alsa da, periyodik olarak yayınlanıyor, anlık güncellenemiyor, tek yönlü bir iletişim sunuyor ve sınırlı yazı alanına sahip. Kısaca yukarıda saydığımız bloglara ait pek çok özelliği yitirmiş durumda. İşin ilginç tarafı, gazetelere ait özelliklerin de pek azına sahip; yazarlarının çoğu aslında hobi olarak bu işi yapan amatör kişiler, ele aldığı konular bir gazete gibi belirli değil, işin aslı basılı olmasının dışında bir gazeteye neredeyse hiçbir ortak özellik taşımıyor. Kurucularının da The Printed Blog'a seçtikleri slogan aslında bunu doğruluyor:
''İnternet gibi, sadece ateş alıp yanabilir''.
Peki bu ürünü gördüğümüzde hiç düşünmeden 'gazete' dememiz, okuyucular ve gazetelerin mimarları arasında bu kelimenin algılanmasında ciddi bir fark olduğunu gösterir mi?
The Printed Blog, bloglara ve gazetelere dair saydığımız özelliklerin çoğunu içermeyen bir kesişim noktası. Sağladığı en önemli yenilik ise, aslında bu değişimin özünü bize açıklar nitelikte: Yeni haber kaynakları oluşturmak.
Hiçbir gazetede belki de hayatları boyunca yazmayacak pek çok insan tarafından, yine hiçbir gazetede belki de yer alması uygun görülmeyecek pek çok konu hakkında yazılan yazılar, gazete olarak tanımlamaya alıştığımız bir ürün olarak kapımıza geliyor. Biz ise bu içeriği yıllardır yaptığımız gibi, sayfalarını çevirerek, kıvırarak okuyoruz. Teknoloji alıştığımız gazete biçimini değiştiriyor, hepsini internete yönelmek zorunda bırakıyor, internet üzerinde yeni bir içerik türü ortaya çıkarıyor, sonrasında ise bu süreci tepe taklak edip bu yeni içerik türünü fiziksel bir ürün olarak tekrar bize sunuyor.
Belki de kaçırdığımız en önemli nokta, teknolojinin yetişmesi zor bu hızı yüzünden, şekil ve biçimlerde oluşan değişimlerin ardına bakacak fırsat bulamamamız. İnternetin gazeteler üzerinde yarattığı değişim, online gazeteler, blog dünyası, bu gelişmelerin hiçbiri aslında kağıtla, web tasarımıyla, hızla veya güncellemeyle alakalı değil. Hayatımıza getirdiği asıl ve en önemli yenilik, bize eskiden hayal edemeyeceğimiz kadar fazla sayıda haber kaynağına bağlanma imkanı vermesi.
Gazete dünyasının Steve Jobs'ı ise, bu bağlantıyı en iyi şekilde kurmayı keşfeden kişi olacak.