7 Haziran seçimlerinin çok açıdan kritik olduğu yaygın olarak biliniyor. Son günlerde AKP’nin TBMM’de 367, 330, ya da daha düşük sandalye kazanmasının siyasi sonuçlarının neler olabileceği durmaksızın tartışılmakta. Bu yazıda kısaca secim-ekonomik ortam ilişkisini incelemek istiyorum. Ancak, bunu yaparken mümkün olduğu kadar konunun siyasi değil de ekonomik boyutuna odaklanacağım. Bu konuda iki yönlü bir analiz yapmanın faydalı olacağını düşünüyorum: Hem son yılların ekonomik ortamının seçimleri nasıl etkileyebileceğini, hem de olası seçim sonuçlarının ekonomiye etkisinin ne olacağını tartışmak istiyorum. Çeşitli senaryoları tartışmadan önce son 1-2 yılın ekonomik koşullarının kısa bir değerlendirmesinin yapılması gerekiyor.
Çok yakın geçmişin ekonomik portesi!
Son birkaç yılın ekonomik performansının AKP iktidarın ilk 10 yıldaki durumdan çok farklı olduğu bir gerçek. Bunda hem Gezi Parkı, iktidar-cemaat ilişkilerindeki dramatik değişme gibi iç siyasi gelişmelerin, hem de FED’in faiz politikasını değiştirecek olması gibi küresel ekonomik faktörlerin önemli bir rol oynamış olduğu mutlak. Her şeyden önce, 2003-2011 döneminde ortalama olarak yüzde 5’lik bir büyüme sergilemiş olan ekonomi son iki yılda yüzde 3 civarında büyümekte. Büyüme hızının petrol fiyatlarındaki olumlu gelişmeye rağmen yukardaki düşük rakamda takılmış olması önemli bir faktör. Ayrıca, geçmişte büyüme hızı eksenli olarak, cari açık ve bütçe açığı arasında bir takas söz konusu iken veriler bu durumun da muhtemelen değişmiş olduğunu göstermekte. Eskiden büyüme hızı yüksek olduğunda “kötü olay” cari açık cephesinde gerçekleşir, “iyi olay” ise bütçe açığının düşük olarak gerçekleşmesi şeklinde olurdu. Düşük büyüme hızı ise cari açık konusunda olumlu, bütçe açığı boyutlu olarak olumsuz bir gelişmeyi temsil ederdi. Büyüme hızının düşük olmasına rağmen cari açığın inatçı bir şekilde beklentilerin üstünde gerçekleşmekte olması ilerisi için muhtemel bir “ikiz açık” probleminin geçerli olabileceğini gösteriyor.
Son yılların önemli ve olumsuz başka gelişmeleri ise faizler, enflasyon ve döviz değerlerinde cephelerinde gerçekleşti. Gezi Parkı olayları öncesi rekor düşüklükte olan faizler neredeyse ikiye katlanmış durumda. Öğreğin 2 yıllık faiz Mayıs 2013’de yüzde 4.61 iken bu hafta yüzde 10 ile flört etti. TCMB’nin enflasyon hedefi yüzde 5 olmasına rağmen son veriler bu enflasyonun yüzde 8’in üstünde olduğunu gösteriyor. Yüksek enflasyonun, enerji fiyatlarındaki önemli düşüşe rağmen gerçekleşmekte olmasının çok kötü bir haberi temsil etmekte olması şüphe götürmüyor. Mayıs 2013’den bu güne TL dolara karşı yüzde 46’lik bir değer kaybı yaşadı, BIST’deki düşüş ise yüzde15 civarında oldu. Ayrıca, işsizlik oranı son 6 yılın zirvesinde. Ek olarak konut fiyatlarında bir balonun oluşmakta olması ihtimali gibi ek senaryolardan bahsedilebilir, ama bunların detaylarına girmeye gerek yok. Ozet olarak ekonomide olumlu faktorler bulma konusunda zorlanmaktayım. Zaten önemli boyutlu zayıflıkların yaşanmakta olan ekonominin kırılganlık derecesi gittikçe daha da yükselmekte.
Ekonomik faktörleri seçi sonuçlarına muhtemel etkisi
Peki, bu ekonomik tablonun secim sonuçlarına etkisi ne olabilir? Bence, iktidar seçimlerin daha geç bir tarih yerine 7 Haziran’da yapılacak olması konusunda çok şanslı. Ekonominin durumu bir “saatli bomba” olarak tanımlanabilir. Tabii ki bu bomba iki günde patlamayacak. Su konuda şüphem yok: Secimler yıl sonunda olsaydı, hatta belki yaz sonunda olsaydı, iktidarın durumu önemli derecede zayıflamış olacaktı. Ekonomideki olumsuzlukların tüm menusu henüz ortaya çıkmamış olmasına rağmen, yine de yukardaki veriler yeterli derecede olumsuz ve bir ekonomist olarak bu durumun iktidara oy kaybı yaratmayacak olması senaryosunu düşük bir ihtimal olarak görmekteyim.
Yatırımcılar açısından “en olumlu” secim sonuç senaryosu
Yatırımcılar, bilhassa yabancı yatırımcılar bir koalisyon senaryosu istemiyor. AKP iktidarının geçmişteki “başarılı” ekonomik performansından bence iki faktör sorumlu. Her şeyden önce başarılı kelimesini neden tırnak içine koyduğumu açıklayayım. Benim görüşümce, geçmişin ekonomik performansı başarılı değildi. Bunun iki nedeni var: 1. İktidar aktif olarak bir basari sergilemek yerine küresel ekonomik faktörlerin Türkiye’ye düsen payından faydalandı. 2007 öncesi dünya bir “lale devri” yaşadı: volatilite, faizler, enflasyon düşük, üretkenlik, büyüme yüksek olarak gerçekleşti. 2007-2009 krizi bile Türkiye gibi gelişen ülkeler için olumsuz olmayan bir durumu temsil etti: Gelişmiş ülke merkez bankaları, reel sektörlerini krizin etkilerinden izole etmek için likidite musluklarını açtılar ve faizleri “sıfırladılar”. Tabii, bu durum Türkiye gibi yüksek diş finansman ihtiyacı olan ülkelerin hem gereken finansmanı bulabilmelerini, hem de çok ucuz olarak bulabilmelerini mümkün kildi. Daha sonra ise, Türkiye gibi enerji tüketen gelişen ülkeler için yine çok olumlu bir faktör gerçekleşti: Petrol fiyatlarındaki düşüş. Ancak, Türkiye %60’a varan bu düşüşün tüm faydasını doların TL’ye karşı değer kazanması nedeniyle göremedi.
İkinci olumlu faktör ise, tek parti iktidarı olmanın koalisyon hükümetlerine kıyasla politik istikrarı olan bir ortam yaratmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, neden yatırımcıların bilhassa yabancı yatırımcıların koalisyon sonucu yaratan bir secim sonucu istemediklerini anlaşılıyor. Ancak, ayni zamanda yabancı yatırımcılar 367 sandalyeli bir AKP iktidarı da istemiyorlar. Bunun nedeni ise Cumhurbaşkanı’nın gittikçe artan otoriter eğilimlerinden memnun olmamaları. Nitekim, Cumhurbaşkanı’nın TCMB’ye faiz konusunda baskı yapmasından, “yüksek faizler, yüksek enflasyon yaratır” gibi 300 kusur senelik ekonomik kanıtları inkar etmesinden memnun değiller.
İktidarın ekonomik performansını eleştirmek de mümkün: Yapısal reformlar, acı bir ilac temsil eder. Bu nedenle, ideal olan bu reformların ekonomik koşulların olumlu olduğu ortamda gerçekleştirilmesidir. Türkiye ekonomisinin yıllardır çözüm bekleyen kronik problemleri var. Bu listede işsizlik, düşük tasarruf oranı, cılız sermaye piyasaları, kayıt dışı ekonominin boyutu, çarpık vergi sistemi, çok düşük seviyeli doğrudan yatırımlar yer alıyor. AKP iktidarı suresinde bu kronik faktörlere, cari açık, yüksek dış finansman ihtiyacı, düşük kaliteli dış finansman, yine düşük kaliteli büyüme, özel sektörün döviz borcu, ve kredi hacminin çok yüksek büyüme hızı gibi 2002 sonrası ortaya çıkan yepyeni problemleri de eklemek gerek. İktidar çok olumlu ekonomik koşullara rağmen ne kronik olan ne de 2002 sonrası ortaya çıkan yeni problemlerin çözümüne yönelik önemli yapısal reformlar yapmayarak büyük bir fırsatı kaçırmış oldu.
Olasalı secim sonuçlarının secim sonrası ekonomik ortama etkileri
Secim sonuçları ne olursa olsun, yukarda bahsettiğim saatli bombanın yakında patlayacak olacağından şüphem yok. Türkiye ekonomisinin çok kırılgan olduğu şüphe götürmüyor. Dolayısıyla, secim sonrası ekonomiyi güneşli günlerin beklediğini iddia etmek mümkün değil. Yatırımcıların umduğu “en iyi senaryo” olarak tanımladığım durum gerçekleşirse piyasaların ilk reaksiyonu bir “ferahlama rallisi” olacak. Ama, korkarım bu geçici bir durumu temsil edecek.