Dün Doğan beyin 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkenceleri anlatan ikinci yazısını okuduktan sonra öğle yemeğine çıktım ve canım baklava çekti.
Uzunca bir süre baklavanın ilk dilimini ağzımda tuttum.
(...)
Bugünkü yazımız üç puro fıkrasına ayrıldı.
İlk fıkra
Kızgın kadın, ağzında puro, nefesi alkol kokan ve yakasında kırmızı ruj lekesi olan kocasını sabaha karşı kapıda karşılar ve burnundan soluduğu halde sakin davranmaya çalışır:
Eve sabahın bu saatinde gelmen için çok iyi bir nedenin olmalı.
Soğukkanlı koca:
Evet var... Kahvaltı!
(...)
İkincisi
İki puro sevdalısı din adamı eski arkadaş, yılda bir kez bir araya gelir, birlikte sohbet eder ve puro içerlermiş. Doğal olarak bir gün, yaptıkları şeyin günah olup olmağını merak etmişler ve her ikisi de konuyu kendi hocalarına sorma kararı almış.
Ertesi yıl tekrar bir araya gelmişler. O da ne! Birisi puro içerken diğeri içmiyor. Puro içmeyen:
Dostum bana öyle bakma; benim hocam ibadet ederken puro içmenin günah olduğunu söyledi.
Puro içen buna hemen itiraz eder ve sorar:
Nasıl sordun?
Hiç... Öylesine. Sadece “akşam dua okurken puro içmek günah mı” diye sordum, o da “evet günah” dedi.
Puro içen rahatlar ve kendiden emin bir şekilde ağzından duman halkaları çıkararak:
Ben hocama “akşam puro içerken dua etmek günah mı” diye sordum, o da “hayır” dedi!
(...)
Son
Eczanede purosunu yakan müşteriyi eczacı uyarır:
Kusura bakmayın bayım ama,burada puro içemezsiniz!
Müşteri bu müdahaleye sinirlenir:
İyi ama bu “diktiğimin” şeyini buradan aldım...
Buradan aldınız ama, biz burada prezervatif de satıyoruz!