İmalat olmadan “gelişme” olmaz. İmalat olacak ki “inovasyon”, “verimlilik” ve “rekabet gücü” konuşabilelim. İmal edilmiş “mal”, inovasyon ve rekabetçiliğin somutlaşmış ifadesidir.
Tarımdan sanayiye geçmek, daha yüksek bir verimlilik düzeyine çıkmak ve yaşam standardının yükselmesi demekti. İmalat, son 300 yıldır ekonomik “büyümenin ve yaşam standardımızı artırmanın” en önemli yoluydu. İmalat sanayi, halen inovasyonun ve verimliliğin yuvasıdır. Gelişmiş ve gelişmekte olan büyük imalatçı ülkelerde ihracatın yüzde 70’i sanayi ürünüdür. AR-GE harcamalarının yüzde 90’ıysa imalat sektöründe yapılır. İmalat sanayini ihmal ederek uluslararası rekabet gücü kazanılamaz, 2023 yılı hedeflerinin kıyısına dahi yaklaşılamaz.
Sanayi devriminden itibaren 1890 yılına kadar dünya sanayi üretiminde İngiltere lider ülkeydi. 1890 yılında liderlik ABD’ye geçti. Halen liderliğin Çin’e geçmiş olması kuvvetle muhtemel. Hatta 2010 yılında yapılan yeni hesaplamaya göre geçtiğine dair yazılar var.
Üzüleceksiniz biliyorum ama, küresel imalat sektörü katma değeri itibariyle ilk 15 ülkeyi, 1980 – 2010 dönemleri arasında onar yıllık dönemler itibariyle sıralayan aşağıdaki tabloya bakın:
Yukarıdaki tabloyu The McKinsey Global Institute’ün geçen ay yayımladığı ”Geleceği imal etmek: Küresel büyüme ve inovasyonda sonraki çağ” (Manufacturing the future: The next era of global growth and innavoation) adlı raporundan aldım.
Tablo diyor ki, Çin, Brezliya, Hindistan, Endonezya ve Rusya gibi büyük gelişmekte olan ülkeler hızla üst sıralara tırmanıyor.
Şimdi soru şu: 1985 yılında 25. sırada olan Güney Kore 2010’da 7.’liğe nasıl yükseldi! 2000 yılında 20. olan Endonezyane ne yaparak 2010 yılında 13. sıraya yükseldi? 2000 yılında 21. olan Rusya nasıl oldu da 2010 yılında on basamak çıkarak 11. olabildi? 1990 yılında 13. ve 2000 yılında 15. olan Türkiye ne oldu da 2010 yılında ilk 15’e giremedi?
Türk lirası değerliyken, kişi başına düşen gelirimiz o kadar yükselmişken, gelişmiş ülkelerin resesyon yaşadığı son 4 yılda büyüme hızımızla övünürken, beyaz eşyadan eklektrik ve elektroniğe, tekstilden otobobile kadar her konuda hem doğrudan yabancı sermaye girişi artmış, hem de yerli üreticilerimiz hızla büyümüşken, ne oldu da ilk 15'teki yerimizi muhafaza edemedik?
Size bir ipucu vereyim: Katma değer.
2023 hedefleriyle ilgili yeterince yazdık. Ancak halen Merkez Bankası Başkanı 'Türkiye yüzde 5 büyümeyi tutturursa 2023 hedeflerine ulaşılabilir' dedi.
Hatırlayın 2023 hedefleri arasında ülkemizi ilk 10 büyük ekonomi arasına sokmak vardı. Bu hedefe varmak için ilk 10’daki ülkelerin bize yer açması (yani gerilere düşmesi) ve önümüzdeki 8 ülkenin de bizden daha kötü bir ekonomik performans göstermesi lazım ki, en az 10. olabilelim.
İlk 18 büyük ekonomi sıralamasında önümüzdeki gelişmekte olan ülkeler Brezilya, Rusya, Hindistan, Meksika, Güney Kore ve Endonezya. Şimdi yukarıdaki tabloya tekrar bakın ve önümüzdeki bu ülkelerin imalat sektöründe nasıl üst basamaklara tırmandıklarını bir kez daha görün.
Türkiye yıllardır cari açık ve bütçe açığı, yani tasarruf açığı sorunu nedeniyle ekonomi politikalarında önceliği uluslararası rekabet gücüne dayalı sanayileşmeye değil, mali istikrara verdi. Şimdi de ekonomimizin önceliği fiyat istikrarı ve finansal istikrardır. Bu nedenle mali disiplinden taviz vermemeyi halen istikrarın “ankoru” olarak görürüyoruz.
Son 30 yıldır ekonomi politikalarımız, imalat sanayimizi geliştirmeyi ve sanayimizde katma değeri artırmayı hedeflemedi, hedefleyemedi.
Siyasetçimiz dolar yükseldiği zaman enflasyon kontrol altına alınamaz; bu nedenle hükümetin gidici olduğunu bilir. Bilir ama, kalıcı önlem alma yoluna da gidemez. Gidemez, çünkü bu bir ulusal seferberlik işidir ve strateji, önceliklendirme, özel sektör kamu sektörü uyumu, etkin koordinasyon, çalışma, fedakarlık, zaman ve emek ister. Ne demek istediğimizi, bir anlığına genç Türkiye Cumhuriyeti yıllarına dönerek somutlaştıralım:
Cumhuriyetimiz kurulduğunda nüfusumuz 12 milyondu. Nüfusumuzun çoğu okuma yazma bilmiyordu. Hızlı kalkınma gerekiyordu. İzmir İktisat Kongresi toplandı. Amaç tanımlandı ve uygulanacak ekonomik model belirlendi. Bu sayede 1929 – 1939 yılları arasında dünya sanayi üretimi yüzde 19 artarken, Türkiye'de sanayi üretimi yüzde 96 arttı. 1924 – 1938 arasındaki 11 bütçenin kesin hesabı denk bağlandı, 3'ü de fazla verdi. 1930 – 1937 yılları arasında sürekli olarak dış ticaret fazlası verdik.
Tecrübe gösteriyor ki tasarruf açığı sorununun çözümü katma değeri yüksek imalat sanayi üretiminden geçiyor. Merkezi planlamadan, planlı ekonomiden, her konuda devlet müdahalesinden değil; akıldan, tecrübeden, stratejik ekonomi yönetiminden bahsediyorum.
Dahası var: Maalesef bu sorunu çözebilmek için çok uygun bir zaman dilimini kaçırmaktayız. Nakdin ve likiditenin bu kadar bol olduğu bir 10 yıl bir kez daha daha bulmak çok zor olacak.
10.02.2011 tarihli “Neden Çin?” başlıklı yazımız şöyle bitiyordu:
“Evet, dünya lideri olmanın yolu sanayi üretiminden geçiyor. Unutulan bir gerçek: Ekonomik büyümeyi uzun dönemde üç faktör belirer:
1) İşgücünün büyüme oranı,
2) Teknolojik ilerleme oranı ve
3) Sermaye stokunun büyüme oranı.
İşgücünün verimliliği hem teknolojik ilerleme oranına, hem de sermaye stokunun büyüme oranına bağlıdır. Ne kadar çok sermaye yatırımı yaparsanız işgücünüz o kadar verimli olur. Sermaye stokunuzun büyüklüğü yatırım oranınıza bağlıdır. Yatırım da tasarruf oranına.
Daha fazla tasarruf, yatırımların artmasına yol açar. Bu yolla hem daha fazla sermaye stokuna sahip olursunuz, hem de daha verimli bir işgücü stokuna.
Bugün az tüketen yarın daha çok tüketir. Kural budur.
İşte sorumuzun cevabı: ABD’de gayrisafi tasarruf oranı %10,7, Çin’de 54.
Başka söze gerek var mı?”
@vedatozdan