CHP’nin son 64 yılda girdiği seçimlerde aldığı oy oranlarının aritmetik ortalaması yüzde 30.
Yani eskisi gibi kalarak CHP’nin tek başına iktidar şansı yok!
Cumhurbaşkanlığı, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlıkları’nda CHP’nin desteklediği adayların adlıkları oylar Ankara yüzde 43.83, İstanbul yüzde 43.69, Cumhurbaşkanlığı seçimi yüzde 38.44.
Bir iddia: “CHP’yi belediye ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde merkeze götürenler, seçmene dövdürdüler. Sonucu gördüler.”
Bir soru: Bu nasıl dayak?
Oy verdiğiniz partiyi sormuyorum, siz nasıl solcu ya da sağcı oldunuz?
Aileden ya da arkadaş çevresinden birlerinin etkisiyle mi? Yoksa büyüdüğünüz mahallede ya da okuduğunuz okulda aksi mümkün değildi diye mi?
Peki hangi futbol takımını tutacağınıza nasıl karar verdiniz?
İşin başını soruyorum. Gerekçelerinizin rasyonelliği bakımından bir fark bulabildiniz mi?
Size küçük bir itiraf: Bir Fenerbahçeli olarak ben Mallorca’yı 4-1 yenip UEFA’da çeyrek finale kalınca bir yurttaş olarak çok sevinmiş ve gizli bir Galatasaray “taraftarı” olmuştum. Keza, Van depremzedeleriyle dayanışmak için Beşiktaş-Galatasaray derbisinin 65’inci dakikasında Çarşı Grubu’nun üstünü çıkarmasını izlerken, bu kez de gizli bir Beşiktaş “taraftarı” oldum.
Bir soru daha: Tuttuğunuz takımı neden değiştiremiyorsunuz?
Soruları artıralım: Sağ homojen midir? Sağ neden yanadır, neye karşıdır? Sağın yana olduğu herşeye sol karşı mıdır? Sağın karşı olduğu herşeye sol taraf mıdır?
Niye öyle peki?
Eleştirel akıl ve serbest düşünce ile oluşturabileceğimiz bir değerler sistemini benimseyen herkesi kabul yerine, neden böylesine dışlayıcı bir “aidiyet çemberi”ne ihtiyacımız olsun?
Simgesel sol ya da sağ ne işe yarar?
Belgesel kanallarını izleyen herkes hayvanlar aleminde kokuyla, sesle, dokunmayla anlaşılan “bu benim”, “burası bana ait”, “bu bizden”, “bu bizden değil” türü aidiyet çemberlerine (etiketlere) şahit olmuştur.
1980 öncesini hatırlayın. Varsayın ki, Stalin modeli “pos bıyıklısınız” ve hiç tanınmadığınız bir şehirde bir MHP mahallesine düştü yolunuz...
Ya da “sarkık bıyıklısınız” ve hiç tanımadığınız bir şehrin sol mahallesine.
Korkutucu değil mi?
Bu durumu, yaşam alanının (domain) sınırlarını üresiyle tayin eden bir erkek aslanın, başka bir aslanın kendi yaşam alanına girmesi hâlinde verdiği tepkiyle kıyaslayın!..
Ne fark var?
Simgesel sol ya da sağ, sahiden farkı var mı?
Yuvalarından dışarıya doğru ya da muhtelif istikametlerden yuvalarına doğru telaşla koşuşturan ve “yuva arkadaşı” olduklarını vs.’yi teyit etmek için birbirlerini antenleriyle selamlayan karıncaları hatırlayın.
Bu durumu, kitleyi “zafer”, “kurt” ya da “rabia” işaretiyle selamlamakla kıyaslayın!
İnsanın yaşam hakkına saygı duymayan bir değerler sistemini simgeliyorsa ne farkı var?
Olmadı, Hazal Özvarış’ın Aytekin Yılmaz’la yaptığı “PKK, DHKP-C, TİKKO: Yoldaşlarını nasıl öldürdüler?” başlıklı söyleşisini hatırlayın...
17’sinde öldürülen Şimel, sevgilisiyle görüşteyken bıçaklanan Ramiz, dağda kurşuna dizilen Sorgul, 'Hakkımdaki ölüm kararını ben uygularım' diyen Devrim ve diğerlerinin can yakan hayata veda anlarını düşünün...
Bu çocuklara kıyan ellerle, 1980 darbesi sonrasında Mamak, Diyarbakır, Metris, Sağmalcılar cezaevlerinde, DAL, Gayrettepe ve bir dizi polis merkezinde işkence yapan eller arasında ya da 8 Ekim 1978 günü Bahçelievler’de Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Ersan ve Salih Gevence adlı ana kuzularını katleden veyahut da bu dünyada Allah adına bir nizam inşa ediyorum diye masum insanları, başlarını keserek infaz eden kanlı IŞİD elleri arasında ne fark var?
Neden eleştirel aklı tahakküm altında tutalım?
Başa dönelim. Varsayın ki tek tek memleket sorunlarının bir envanterini yaptık ve bu sorunları nasıl çözeriz diye bir arenada toplandık. Diyelim ki 100 kişiyiz ve 100 sorunumuz var. Bu 100 sorunun her birisi için sadece A ve B diye iki çözüm yolu olsun. Niye iki? (Şeytan - tanrı, işçi sınıfı – burjuvazi... dualite sorunu!..)
Cevabı yok! Sol ve sağ dışında seçeneksiziz ya, kolaylık olsun diyelim. Sorun 1’in çözümü için 30 kişinin A tercihi, 70 kişinin de B tercihi yaptığını varsayalım. Hangisine sol hangisine sağ diyeceğiz?
Diyelim ki A’lar sol olsun, B’ler de sağ. Bu durumda Sorun 1’de toplumun yüzde 30’u solcu, yüzde 70’i sağcı oldu diyebiliriz. Sorun 2’ye geçelim.
Hangi çözüm şekline A, hangisine B diyeceğiz? Peki oranın aynı kalması mümkün mü? Kalsa dahi A ve B tercihini yapan kişilerin Sorun 1’dekilerle aynı olması mümkün mü?
Peki diyelim ki kaldı ve Sorun 3’te A tercihi yapan sayısı 40, B tercihi yapan sayısı 60 oldu. Yani Sorun 1 ve 2’nin çözümü için B tercihi yapanların bir kısmı (10 kişi) Sorun 3’ün çözümünde A tercihi yaptı. Tercih değiştiren 10 kişiye ne diyeceğiz?
Kolaylık olsun diye 100 sorunun 51’inde A tercihi yapanlara solcu diyelim, 49’unda B diyenlere de sağcı. Dikkat edin aradaki fark sadece iki.
Soru şu: Arenada toplantımız bitti ve bir daha toplanmamak üzere gündelik hayatımıza döndük. Artık 100 kişiyiz ya, 51 kişinin solcu, 49 kişinin sağcı olduğunu biliyoruz. Diyelim ki solcusunuz. Peki, daha sonra ortaya çıkan tüm sorunlarla ilgili olarak solcu diye etiketlenen 50 insanla ömür boyu, sanki ebedi akit imzalamış gibi aynı tercihi yapacağınızı kim garanti edebilir?
Yani, iki sorunun çözümüyle ilgili farklı düşünmek bize, bir insanı bir daha ilelebet değişmeyecek bir şekilde sol ya da sağ kökenli diye bir etikete mahkûm etme imkânı verir mi?
Sorun sayısını üç yapın, beş yapın isterseniz. Konuştuğumuz şey din değilse ne fark eder ki? Kaldı ki, dinde bile etiketlemenin bir faydasının olmadığını yaşayarak görmüyor muyuz?
Kutsal kitabı mevzuat olarak görenlerle aynı kefede miyiz?
Bir parantez açıp geçenlerde bir sohbet sırasında bir dostumun söylediklerini paylaşmak isterim.
“Din – Tanrı, biz solcular için kutsal, yüce şeyler... Adamlar için öyle değil. Adam Kutsal Kitabı mevzuat olarak görüyor!.. Kutsal Kitap beş şart koşmuş. Onları yapıyor. Mevzu bu kadar basit yani. İşin bir de kadın bedeni boyutu var. Adam kadını bir bütün olarak görmüyor. Kadın deyince adamın aklına muhtelif organlar geliyor. Bacak, göğüs, göbek, saç, dudak, el, ayak falan... Bunları da tahrik gücüne göre tasnif etmiş. Adam kadından değil, bedenin bir parçasından tahrik oluyor. Sonra da işi şeytana atıyor. Yani kendisinde hiçbir arıza yok! Kadın öyle giyinmese, adam şeytanın tuzağına düşmeyecek! Ahlak demek adam için kadın bedeni demek! O kadar yolsuzluğa, haksızlığa kulak tıkıyor, sonra kalkıp başkalarına kadın bedeni üzerinden ahlak dersi veriyor. Yok öyle "tatava"! Sonuç şu: o da Müslüman, ben de Müslümanım! İtirazım var arkadaş! Tanrı gözünde o adamla aynı kefede olmak istemiyorum...”
Konumuza dönüyor ve şunu demek istiyorum: Sorun odaklı bakınca etikete pek de ihtiyacımız kalmıyor ve daha önce solcu ya da sağcı (türbanlı, MHP'li, dindar vesaire dahil) diye bir araya gelmediğimiz bir sürü insanla ortak değerlere dayalı eleştirel aklın yolunda bir araya gelebiliyoruz.
Keza, daha önce sağcı veya solcu diye müttefikimiz sandığımız bir sürü insanla bazı sorunların çözümü konusunda ayrı düşebiliyoruz.
O zaman aramıza katılanların "tetovir"lerine karşı bu merak niye?
vozdan@hotmail.com