Vedat Özdan

22 Aralık 2010

Sırtını rezerv para basan Merkez Bankası'na dayamak!

2001 yılının sonlarında patlak veren Enron skandalını ve peşi sıra Arthur Andersen adlı...

Soru şu: Nereye kadar?
2001 yılının sonlarında patlak veren Enron skandalını ve peşi sıra Arthur Andersen adlı bağımsız denetim firmasının başına gelenleri bilmeyen yoktur. 
Hatırlayın, 2008 krizi sonrasında riskleri göremedikleri ve yanlış değerlendirme yaparak yatırımcıları yanlış yönlendirdikleri iddiasıyla ilk suçlananlar derecelendirme kuruluşları olmuştu. Ama sonrasında, iş dünyasında hayatına son verilen bir derecelendirme kuruluşuna şahit olmadık! 
Halen bu kuruluşların nasıl çalışmaları gerektiği konusunda uluslararası bir insiyatif yok!  Bunlara özgü muteber ve uluslararası güvence sağlayan bir uluslararası denetim prosedürü tanımlanmış değil! Bunu yapacak organizasyonun kim olması gerektiği tartışılmıyor! 
Öte yandan şaşkınlıkla izliyoruz ki, ülke notumuz halen yatırım yapılabilir seviyede değil! 
Peki neden?
Bir sürü etken var. Önce bir terminolojik karışıklığa açıklık getirelim. İngilizce’de “sovereign rate” karşılığı, Türkçe’de “ülke notu” tabir ediyoruz. Maalesef “sovereign” ülke demek değil. Terim bir ülkede egemen olan güç anlamına geliyor. Bunun demokrasilerdeki karşılığı bence “yürütme organı”. Yani hükümet ve ona bağlı olarak çalışan (kuvvetler ayrılığı gereği) yargı dışı devlet organizasyonu. 
Şimdi kısa bir borçlanma tarihi notu: 
1945 – 1970’li yıllarda daha çok (donor ülke ABD – Marşal örneğinde olduğu gibi) devletlerden devletlere borç verilirdi. 
Daha sonra ABD bundan sıkıldı ve uluslararası para sistemini gözetecek ve ihtiyacı olana borç verecek uluslararası kurumlar olsun istedi.
1970 – 1990’lı yıllar arasında uluslararası kurumlar da (IMF, Dünya Bankası, IFC, IBRD vs.) devletlere borç vermeye başladı. 
Önce mal hareketleri serbestleşti, sonra sermaye hareketleri...

1990 – 2008 yıllar arasında bu trend kısmen devam etse de bu dönemde devletler, esas olarak para piyasalarında bono satarak özel sektörden borçlanmaya başladı. 
2008 yılı ve sonrasında ise tuhaf bir gelişmeye şahit olduk. Şöyle ki: 1970 – 1990’lı yıllar arasında patlak veren krizlerin müsebbibi olarak para basarak popilist politikaları için kamu harcaması yapan yürütme organları görülürdü. Bu nedenle merkez bankaları bağımsız olsun ve kamu hazinelerine avans vermesin dendi. Biz de bu tartışmanın üzerine kısa vadeli avans uygulamasından vazgeçtik ve Merkez Bankamızı daha bağımsız hale getirdik. Ancak şaşkınlıkla izliyoruz ki, son iki yıldır “gelişmiş dünya” gayet vurdumduymaz bir şekilde, özel sektör borçlarını üstlenen yürütme organlarına bol keseden borç veren eski merkez bankacılığı dönemine döndü!.. 
Yazımızın başındaki sorumuza dönelim: Krizden çıkış için rezerv para basan merkez bankalarına sırtını yaslamak!.. İyi de nereye kadar?
Devletlerden devletlere ve uluslararası kurumlardan devletlere borç verilen dönemlerde derecelendirme kuruluşlarına ihtiyaç yoktu. ABD kendi borç verdiği ülkede gerekirse darbe dahi yapıyordu! Ne zamanki özel sektörden özel sektöre ve devlete borç verme dönemi başladı, işte o zaman darbeler bitti ve borç alanın kredibilite bilgisi için bir piyasa oluştu. Şimdi para piyasalarında bono – tahvil satmak isteyen bir yürütme organı, parasını ödeyerek kendi kredibilitesi hakkında derecelendirme yaptırmak zorunda...
Biraz daha teknik ayrıntı: Ülke notu derken derecelendirilen konu o ülkenin egemen gücü olan yürütme organının kredibilitesidir; yani, borcunu zamanında ödeyip ödemeyeceğidir. Derecelendirme kuruluşları verdikleri dereceye göre belli bir yıl aralığında o ülkenin temerrüde düşme (default) olasılığını hesaplarlar. Diyelim ki notunuz AAA. Bu not, önümüzdeki 10-20 yıl gibi bir süre içinde hiç temerrüde düşmeyeceğiniz anlamına gelir. Dereclendirme kuruluşlarının kendi özel modelleri vardır. Kullandıkları metodolojiyi de belli aralıklarla revize ederler. Ancak işin içinde çok fazla subjektivite vardır. 
Şimdi Aralık ayında yapılmış olan ve Euro/USD paritesini etkilemeye yönelik iki önemli açıklamayı paylaşmanın tam zamanı:
Bernanke (2 Aralık günü):  “ABD'nin normal işsizlik oranı seviyesine gelmesi dört-beş yıl alabilir.” 
Yani?  Niceliksel gevşeme için ne süre, ne de miktar olarak elimizi tutan yok! Para basmaya devam edeceğiz, parite yükselsin.
Herman Van Rompuy (bu hafta Salı günü Budapeşte’de): “Avrupa Birliği euro bölgesinin istikrarı için gerektiğinde daha fazlasını yapmaya hazır.” Yani, biz de basacağız, parite düşsün.
Tekrar dönelim ülke notuna.
Bir soru: ABD’nin ülke notu neden halen AAA? 
İşte size cevap: Çünkü rezerv paraya sahip. Yani istediği zaman para basarak borcunu ödeyebilir. Aynı şey euro bölgesi ülkeleri için de geçerli. Örnek: Yunanistan euro basamıyor, ama istediği zaman Avrupa Merkez Banakası’na bono satarak piyasa faizinden çok daha düşük bir oranla bir başka rezerv para olan euro alıp kamu harcama yapabiliyor! Sizce bu hak mı? 
Euro alması değil, ama halen yatırım yapılabilir ülke notuna sahip olması?
Hiç de değil! Peki sizce derecelendirme kuruluşlarının metodolojisi bir küresel finansal mimari sorunu değil mi? Peki neden çözülemiyor? Yani birilerinin çıkıp, “arkadaş senin modelin kriz öncesi dünyada kaldı, değiştir şunu” demesi geremiyor mu? Bu sorunu G20 ya da Birleşmiş Milletler’in ele alması gerekiyor mu? Peki bizim hükümet bu konuda yumruğu masaya vuruyor mu?
Son sorunun cevabını bilmiyorum ama şurası bir gerçek: Çünkü bu kötü düzenden istifade edenler, dünyaya ideolojik olarak dikte ettikleri kurallara, yapılara, metodolojilere ve politikalara uyacak mecalde değil!  
Dünyanın derdi artık istikrar değil, büyüme dememizin nedeni bu...