Dün gündüz, CHP’nin ev sahipliğini yaptığı Sosyalist Enternasyonel Konsey Toplantısı’nı izledik. Toplantının öğleden önceki kısmında yapılan konuşmalar sırasında aldığımız notlar, CHP’de umutla beklenen değişimin nüveleri olarak dikkate değerdi.
Paylaşacağız, lâkin öncesinde biraz geçmişe dönmemiz gerekiyor.
AKP, askeri vesayet rejimiyle mücadele ederken olası risklere karşı kendini, ABD dış politikasına ve Batı değerlerine bağlı kalmayı taahhüt ederek “hedge” etmişti.
Avrupa Birliği’ne üyelik süreciyle bağlantılı demokrasi adımları bu riskleri iyi yönetmenin, Medeniyetler İttifakı Projesi eşbaşkanlığı ise bu taahhüdün sonucuydu.
Para ve likidite bolluğu; özelleştirme ve borca dayalı göreli refah artışı; 28 şubat müdahalesi ve bu müdahalenin gölgesinde biçimlenen, evrensel ilkelerinden kopmuş “sosyal demokrasi” anlayışı, AKP’nin işini kolaylaştıran en önemli gelişmelerdi...
Bir zamanlar Sosyalist Enternasyonal’den ihracı istenen CHP’de değişimin ayak izleri
Zaman içinde AKP hanesine yazılan her olumlu kanaat, çift kayıt sistemi mantığıyla AKP muhalefetine referansla tanımlanan CHP hanesine olumsuz kanaat olarak yansıdı. Çünkü demokrasi konusunda AKP’yi uluslararası kamuoyu nezdinde muteber kılan saygın isimler, CHP’yi eleştirirken adeta AKP’ye ışık tutuyor ve atılan demokratik adımları, kazanım olarak değerlendiriyordu.
Ne demek mi istiyoruz ?
Misal 1): 19 temmuz 2007’de, yani seçimlerden üç gün önce aralarında Murathan Mungan, Şanar Yurdatapan ve Abdurrahman Dilipak’ın da bulunduğu çok sayıda kişinin imzaladığı bir metin Sosyalist Enternasyonal’e yollandı. Bu metinde,‘izlediği milliyetçi ve saldırgan politikalarla, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve sivilleşmesine engel olan CHP’nin Sosyalist Enternasyonal üyesi olmasının, Sosyalist Enternasyonal’in özgür bir dünya yaratma çabasına aykırılık teşkil ettiği’ iddia edilmişti.
Misal 2): 2007’de 29 haziranda Cenevre’de yapılan Sosyalist Enternasyonal Genel Kurulu’nda İsveçli Milletvekili ve İnsan Hakları İzleme Komitesi Başkanı Anne Ludvigsson “CHP faşisttir” diyerek ihraç istemişti.
Misal 3): 2008 yılında Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin Türkiye ile Dostluk Grubu heyetinden milletvekili Uta Zapf Türkiye’ye gelmiş bir dizi görüşme yapmış, ama CHP’den randevu dahi istememişti. Dahası “CHP’yi artık sosyal demokrat bir parti olarak görmüyoruz” demişti.
Misal 4):Bu yılın mayıs ayında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda arasında ciddi bir sorun yaşanmıştı. Esed ile Erdoğan arasında baskıcılık bakımından sadece ton farkı olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu ile bu benzetmeye karşı çıkan Swoboda arasında yaşanan gerginlik, tatsız atışmalara yol açmış, hatta ikilinin görüşmesi iptal olmuştu. Hatırlayın olay, Erdoğan’ın uluslararası itibarının zirvede göründüğü ABD ziyaretiyle aynı dönemde meydana gelmiş ve olaydan CHP imajı ziyadesiyle olumsuz etkilenmişti.
Örnekleri uzatmak mümkün.
Asıl cevabı hatırlanması gereken soru şu: Peki neden?
Bariz nedeni CHP’nin sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinden kopmuş olmasıydı. Dahası, askeri vesayet rejiminin siyasi temsilcisi olarak, halkın dilinden ve ihtiyaçlarından anlamayan, halkın değil bürokratik elitin çıkar ve görüşlerini temsil eden, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan, demokratik hak ve özgürlükleri ülkeyi parçalanmaya götürecek işler olarak gören, Kürt sorunu, Ermeni meselesi, Kıbrıs gibi konularda statükonun kırmızı çizgileri içine hapsolan, eğitim için türbanlı olmamayı şart koşan ve başörtüsü takan herkesi irtica tehlikesi olarak gören, toplumdaki farklılıklardan rahatsız olan ve insanları tek tipleştirmeye çalışan, halkın değil bir misyonun partisi olarak görülüyordu...
Ta ki 1) Başbakan ABD’ye rağmen dünyaya nizam vermeye, taahhütlerinden uzaklaşıp yaşam biçimi dikte etmeye, Batı değerlerine olan muhalefetini açıkça dillendirmeye başlayana, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün tabiriyle treni başka istikamete çevirmeye başlayana ve 2) CHP’nin değişmesi gerektiği söylemi hayat bulup, yeni ekip hayatın nasıl akması gerektiği konusunda tabanı ikna edinceye kadar.
Hem CHP, hem de AKP açısından süreci bu noktaya getiren ve uluslararası kamuoyu nezdinde Başbakanın demokrasi konusundaki inandırıcılığını onarılmaz bir biçimde tahrip eden üç gelişmeyi hatırlatarak konumuza dönelim: Suriye, Gezi Parkı Direnişi ve Mısır.
Uluslararası kamuoyunun hem AKP’ye, hem de CHP’ye bakışını doğru yansıtması bakımından, yukarıda sözünü ettiğimiz üç gelişmenin de sonrasında yaşandığı Esed benzetmesi gerginliği sonrasında Swoboda’nın sözlerini hatırlatarak devam edelim:
"Şimdi bakın. CHP’nin Türkiye’yi ileriye götürmesi, modern Türkiye için çalışması lazım. Gerilerde kalmaması lazım. Türkiye’yi daha demokratik, Kürt sorunun çözüldüğü bir noktaya çekmek lazım. Kürt sorununun barışçı yollardan çözülmesi lazım. İç savaşa dahil olucu bir görüntü vermek iyi bir yöntem değil. CHP Türkiye'nin sorunlarının çözümü noktasına daha aktif olmalı engelleyici bir görünüm vermemeli. Kılıçdaroğlu yeni CHP için aslında çok çalışıyor. Bunu denedi. CHP’deki sorunları çözmeye çalışıyor. CHP’nin iktidara gelmesi lazım. Bunun için ileriye bakan,Türk halkını yanına çeken bir parti olmalı. Sonuçta şu soruyu sormak lazım. Eskisi gibi kalıp yola mı devam edeceksiniz. Yoksa ileriye bakan bir parti olarak mı yolunuza devam edeceksiniz.”
Evet dün ev sahipliğini CHP’nin yaptığı Sosyalist Enternasyonel toplantısında karşımıza, solun en büyük uluslararası ötgütünün başkan yardımcısı olarak 90. yılını kutlayan ve ileriye bakan bir CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve Etik Kurulu Üyeliğine seçilen CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran vardı.
Meclise türbanla gelen kadın milletvekillerine karşı gösterilen doğru tavır sonrasında ayak bağlarından kurtulmuş ve rahatlamış, yeni bir CHP...
Kılıçdaroğlu’nun sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine bağlılık konuşması
Kılıçdaroğlu, klasik CHP söyleminden uzak, ama sosyal demokrasinin evrensel ilkelerine sonuna kadar bağlı olan konuşmasında CHP’yi Türkiye’deki emeğin sözcüsü parti olarak niteledi. Kadın haklarından söz etti, daha iyi bir dünyanın inşası için beş kıtadan gelen insanlarla bir arada olmaktan, onlara ev sahipliği yapmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. İnsanlara “yoldaşlar” diye hitap etti. Özgürlük ve eşitlik düşüncesiyle, sosyal demokrasinin evrensel ilkelerini içselleştirmekten söz etti. CHP’nin sadece Türkiye’de değil, bölgesinde ve dünyada da haksızlıklar, baskılar ve eşitsizlikler karşısında adaleti, demokrasiyi, özgürlüğü, eşitliği ve çoğulculuğu savunduğunu vurguladı. Bölgemizde demokrasinin gelişmesi için halkların eşitlik ve özgürlük çığlığını bastırmaya çalışan aşırı uçların; etnik, dinsel ve mezhepsel fay hatlarının yarattığı istikrarsızlıkların ve dışarıdan askeri müdahale olasılığının yarattığı tehlikelere işaret etti. Baskıcı güçlere ve şiddet yanlısı politikalara karşı barışçıl çözümün önemine vurgu yaptı.
Piyasa tökezlemesinden, düzenleyici denetleyici politikaların oluşturulmasının öneminden, istihdam ve üretimi artırmayı amaçlayan politikalardan, sürdürülebilir, çevreyle dost bir kalkınma anlayışından, üretilenin hakça bölüşümünden, güçlü ve örgütlü bir toplumdan, hesap verebilir bir devletten, CHP’nin de içselleştirdiği evrensel parametreler olarak söz etti.
Kılıçdaroğlu’nun en ilginç bulduğumuz tespiti şuydu: “İnanıyorum ki, yüzyılımızda sosyal demokrasi ve sosyalizm, insanları krizlerin kurbanı yapmayacak, doğayı talan etmeyecek, etnik ve mezhepsel çatışmaların önüne geçecek bir reçeteyi dayanışma içinde yazacaktır! Toplumsal yaşamda yüzyılımızın en büyük keşfi de bu olacaktır!”
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Sosyalist Enternasyonal Etik Kurulu Üyeliğine seçilen Umut Oran’ın konuşması da ilginçti. Umut Oran konuşması sırasında 7 insanımızın öldürüldüğü, 11 insanımızın gözlerini kaybettiği, 8 bin insanımızın yaralandığı ve 130 binden fazla biber gazının sıkıldığı Gezi Parkı’yla ilgili “Her şey bir ağaçla başladı” adlı bir slaytlı video izletti. Müziğini değerli sanatçımız Fazıl Say’ın yaptığı video gayet iyiydi.
CHP’nin umut olabileceğine yol açan şu sözler, videodaki İngilizce slaytlardan çeviridir:
“İnsanları elimizden geldiğinde, gelecek seçimlerde AKP dışı bir seçeneğe ikna etmek için uzun bir maratona hazırız. Geçmiş hatalarımızdan üzüntü duymaya ve özeleştiri yapmaya devam edeceğiz; çözümün değerlerimizde ve eylemlerimizde olduğunu ve her şeyin bir ağaçla başladığını hatırlayarak...”
Aşağıdaki cümleler ise konuşmasından aynen alıntıdır:
“Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’de üç devrim yaptı. Cumhuriyeti Mustafa Kemal Atatürk ile biz kurduk. İsmet İnönü ile çok partili demokrasiye geçtik. Bülent Ecevit ile sosyal demokrasi devrimini hayata geçirdik. Şimdi de sayın genel başkanımız ile önümüzdeki seçimlerde bu cumhuriyeti, özgürlük ve demokrasi ile taçlandıracağız. Bir devrim daha yapacağız.”
Umut Oran’dan sonra Gezi Parkı Direnişi hakkında konuşma yapmak üzere Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Direktörü Murat Çekiç sahneye geldi ve şunları söyledi:“Önce 1 mayısta yapılan, daha sonra Emek Sineması’nın yıkılmasını protesto edenlere yapılan polis şiddeti soruşturulmadı. Bu, Gezi sırasında ve sonrasında olacakların da aslında habercisiydi. Gezi sırasında polis işkencesi sokağa taşındı, ama buna rağmen hiçbir polis yargılanmadı. 59 gazeteci işinden oldu, 38 kişi Tweetter kullanımı, en az 50 kişi de Facebook kullanımı nedeniyle gözaltına alındı. Polis şiddetine uluslararası toplum geç tepki verdi. Bu anlamda Gezi Direnişi sırasındaki polis şiddetinde uluslararası toplumun da sorumluluğu vardır.”
Daha sonra DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu konuştu: Gezi Parkı Direnişi sırasında hayatını kaybeden ve cezaevinde olan insanları, insanların özgürlük mücadelesinin ilham kaynakları olarak saygıyla anan ve selamlayan Çerkezoğlu, uluslararası toplumun Gezi Parkı Direnişi sırasındaki polis şiddetine tepki vermekte geç kalma nedenini şöyle gerekçelendirdi: “Dünya halkları Türkiye’de AKP iktidarıyla demokrasinin geliştiğini sanıyordu. O nedenle şaşırdılar." Çerkezoğlu ayrıca Gezi ile Türkiye halkının hayal kurmayı ve hayallerini nasıl hayata geçireceğini öğrendiğini söyledi.
Oyuncu Levent Üzümcü de yaptığı gayet ajitatif konuşmasında Gezi Parkı Direnişini vicdan sahibi insaların isyanı olarak nitelendirdi ve Başbakanı tüm yurttaşların yaşam koçluğuna soyunmakla itham etti.
İhsan Eliaçık ise kısa ve gayet net konuşmasında, Gezi’de insanların bir rüya gördüklerini, birşeyi hayal ettiklerini söyledi ve bunun sadece Türkiye için değil, tüm dünya için görülmüş bir rüya olduğunu belirterek,“Ortak bir rüyaydı. Gün gelir, dünya o ortak rüya etrafında kurulur. Gerçek anlamda devrimciler o rüyayı görenler ve rüyayı gerçekleştirenlerdir.” dedi.
Toplantıya biraz geç gelen Yorgo Papandreu’nun konuşmasında da ilginç noktalar vardı: Sosyalist Enternasyonel’i “küresel ortak değerler ailesi” olarak tanımladı, yurtseverliğin küresel ortak değerlere hizmet etmesi gerektiğini belirtti ve sosyalist olmanın şartı olarak sahip çıkılması gereken şu ortak değerlere vurgu yaptı: 1) Demokrasi ve insan hakları. 2) Sosyal adalet. 3) Çevre. 4) Sorunları barışçıl yöntemlerle çözmek (savaş karşıtılığı).
“Sosyalistler bu değerlere sahip insanlardır.” diyen Papandreu, küreselleşmeyi demokratikleştirmek ve insanileştirmek için sosyalizmin halen geçerli, hatta elzem olduğunu vurguladı.
Toplantı sırasında ve öğle yemeğinde sohbet ettiğimiz ünlü şairimiz Ataol Behramoğlu’dan da toplantıyla ilgili izlenimlerini paylaşmasını istedik. Hem ses tonunda, hem de davranışlarında hümanizmin her haliyle varlığına şahit olduğumuz değerli şairimizden duyduklarımız özetle şöyleydi: “Olumlu yanı Gezi Parkı Direnişinin bu açıklıkla anlatılması, uluslararası toplumdaki AKP’yle ilgili yanlış yargının düzeltilmesi bakımından önemliydi. Gezi Parkı Direnişiyle ilgili sivil toplum kuruluşlarından seçilen isimler, Levent Üzümcü ve İhsan Eliaçık doğru isimlerdi ve güzel noktalara temas ettiler. Yalnız Suriye’yle ilgili tek taraflı bir söylem vardı. Suriye’de kimyasal silah kullanıldı, bunu herkes kabul etti, ama bu silahları kimin kullandığı halen belli değil! Halbuki sadece Esad’ı odağına alan eleştiriler yapıldı. Suriye muhalefetinden söz edildi, ama kimdir Suriye muhalefeti? Bu da belli değil... Demokrasi olmadan özgürlük ve sosyal adalet olmaz. Piyasa ekonomisi, özel teşebbüs olmadan olmaz. Piyasa her şeyi kendiliğinden başaramıyor. Devlet piyasa gözetici ve denetleyici olmalı. Hayat bize doğru bir seçenek olarak sosyal piyasa ekonomisini gösteriyor..”
Madem büyük şairimiz böyle diyor, madem CHP geçmişte yaptığı hatalardan dolayı üzüntü duyuyor, özeleştiri yapıyor ve değişiyor, hatta özgürlük ve demokrasi devrimi sözü veriyor; duruma uygun düşeceğini düşündüğümüz bir Ataol Behramoğlu şiiriyle bitirelim:
TÜRKİYE, ÜZGÜN YURDUM, GÜZEL YURDUM
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ay çiçeği
Şiirin ve aşkın geleceği.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dağ rüzgârı, portakal balı
Alçakgönüllü, hünerli, sevdalı.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bunalan.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş, bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nâzım.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlak, ağıt, halay ve zeybek
Dumanı üstünde ekmek.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kırış kırış anam
Ağlayan narım, gülen ayvam.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmaların üstünde gün ışığı
En güzel geleceğin yakışığı.
Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan.
Mayıs 1980, Ataol Behramoğlu
vozdan@hotmail.com