Vedat Özdan

10 Ağustos 2012

Olimpiyat ruhu ve olimpiyat oyunlardaki halimiz!

Olimpiyat Oyunları, Yunanistan’da (Mora Yarımadası) MÖ. 776’da tanrı Zeus’un onuruna bir tür “dinsel şenlik” olarak başladı

Olimpiyat Oyunları, Yunanistan’da (Mora Yarımadası) MÖ. 776’da tanrı Zeus’un onuruna bir tür “dinsel şenlik” olarak başladı. Dört yılda bir düzenlenen bu şenliklerde sadece spor müsabakaları yapılmaz; şairler, ressamlar ve heykeltraşlar da bir araya gelir; eserlerini sergiler ve sanatlarını icra ederlerdi. Yani spor ve sanat iç içeydi. Eski Yunan düşüncesinde insanın aklı gibi, bedeninin de sağlıklı ve zinde olması gerektiğine; bilim ve sanatın aklı, sporunsa bedeni zinde tuttuğuna inanılırdı.

Başlangıçta olimpiyat şenlikleri, yaz ortasında Ahmed Haşim’in (bana göre) en sevdiği dolunay zamanı düzenlenirdi. İlk gün törenler yapılır, kurbanlar kesilir, yeminler edilirdi. Olimpiyatlarda yapılanlar bir tür ibadet, tanrıya karşı bir tür bedenen ve ruhen sağlıklı olma taahhüdüydü. Tıpkı oruç gibi, sporcular yarışı, sanatçılarsa eserlerini tanrının takdirini almak için yaparlardı.

Mora'da yarışmalar ikinci gün başlardı. Yarışmalara kadınlar katılamazdı. Sadece köle olmayan (o zaman özgür olmak için köle olmamak yeterliydi) erkekler katılabilirdi. Son gün düzenlenen ödül töreninde yarışmaları kazananlara değerli armağanlar verilirdi. Daha sonra ödül olarak zeytin dalı verilmeye başlandı. Yarışmacılar kutsal gördükleri bu ödülü “değerli” armağanlara (bizdeki 100 altın gibi) tercih etti. Çünkü yarışmaları kazananlara ulusal kahraman muamelesi yapılmaya başlandı. Onlar, insan türünü aklen ve bedenen zinde tuttukları için tanrının gözünde de muteber insanlardı.

Yunanistan’ın Roma egemenliğine girmesinden sonra olimpiyat şenlikleri imparator Theodosius tarafından 393 yılında yasaklandı. Gerekçe, şenlik sırasında yapılan törenlerin “pagan” ritüellerine benzemesiydi.  Bu yasak nedeniyle olimpiyatlar yaklaşık 1500 yıl süreyle unutuldu. 19. yüzyıl sonunda Fransız Pierre Coubertin’in çabalarıyla yeniden canlandırıldı. Ve nihayet 1896 yılında Atina’da yeniden başladı.

 

Türkiye Kış Olimpiyatları'nda hiç madalya kazanmadı

 

Olimpiyat Oyunları 1896 yılından bu yana (savaş ve boykotlar hariç) her dört yılda bir, farklı bir kentte, Yaz ve Kış Oyunları olarak yapılıyor. 

Olimpiyat Oyunları’na resmi olarak ilk kez Osmanlı döneminde 1912 yılında katıldık. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra 1924 Paris Olimpiyat Oyunları’na ve 1928 Amsterdam Olimpiyat Oyunları’na geniş bir kadroyla katıldık. 1932 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’na uzaklık nedeniyle hiç sporcu gönderemedik. 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nda Yaşar Erkan grekoromende altın ve Ahmet Kireççi serbest güreşte bronz madalya aldılar. Bunlar ilk madalyalarımızdır.

1936 yılında Kış Olimpiyat Oyunları’na da katılmaya başladık. Üzülerek belirtiyorum ki Kış Olimpiyatları’nda bu güne kadar hiç madalya kazanamadık!

 

100 yılda toplam 83 madalya

 

Yaz Olimpiyat Oyunları’nda 2012 olimpiyatları dahil 8 Ağustos gününe kadar sadece 83 madalya aldık. Bu sayıya Naim Süleymanoğlu (3), Halil Mutlu (3) ve Elvan Abeylegese (2) gibi Tükiye’de yetişmemiş sporcularımızın aldığı madalyalar dahildir. Madalyalarımızın 37’si altın, 23’ü gümüş ve 23’ü de bronzdur. Bronz madalya sayısına, Londra Olimpiyatları’nda düne kadar aldığımız tek madalya olan bronz da dahildir.

Altın madalyalarımızın 8’i halter dalında, 1 tanesi judoda, kalan 28 altın güreş dalındadır. Altın madalya alan sadece 1 kadın sporcumuz var. O da halterde Nurcan Taylan. Gümüş madalyalarımızın 2’si boksta, 2’si tekvandoda, 2’si atletizmde, 1’i de halterde. Gümüş madalyada 3 kadın sporcumuz var. Onlar da Elvan AbeylegeseAzize Tanrıkulu ve Sibel Özkan’dır. Bronzlarımız da güreş ağırlıklı. Judo, boks, tekvando, halter ve atletizm branşlarında da bronz madalyalarımız var.

Etrafı denizlerle çevrili ülkemizde bir tane dahi madalyalı yüzcümüz yok!

 

Türkiye 136 ülke arasında 36'ncı

 

8 Ağustos tarihi itibariyle tüm zamanlarda yapılan olimpiyatlarda alınan toplam madalya sayısı bakımından Türkiye 136 ülke arasında 83 madalyayla 36. sırada; 37 altınla da 29. sıradadır.  Nüfusumuz 74,7 milyon. Nüfusun alınan madalya sayısına bölümü itibariyle (yani kaç kişi başına 1 madalya almışız)  74. sıradayız. 900 bin 972 kişi başına 1 madalya almışız.

Hiçbir spor dalında olimpiyat rekorumuz yok!

Birkaç başka çarpıcı istatistik vereyim: Danimarka’nın 5,5 milyon nüfusu var ve bugüne kadar toplam 179 madalya almış. Yani bizim 13’te 1 düzeyindeki nüfusuyla madalya sayımızın 2 katından daha fazla madalya kazanmış. Yeni Zelanda’nın 4,4 milyon nüfusu var, ama 96 madalya kazanmış. 11,2 milyon nüfuslu Küba’nın 201 madalyası var. 10,7 milyon nüfuslu Yunanistan’ın 110 madalyası var. 9,9 milyon nüfuslu Macaristan’ın 469 madalyası var...

ABD tüm zamanların en fazla madalya kazanan ülkesi. Onu eski Sovyetler Birliği izliyor. Rusya’nın aldığı madalyaların büyük bir kısmını da buna katarsak ilk 10’da, Kanada hariç G8 ülkeleri ve İsveç, Avusturalya ve Macaristan var. Altın madalyada da ilk iki sırada ABD ve (eski) Sovyetler Birliği var.

Londra Olimpiyatları sona erdiğinde 39 branşta ve 302 disiplinde toplam 959 madalya dağıtılmış olacak. Şu anda Londra’da en fazla altın madalya kazanan ülke Çin (36), en fazla madalya kazanan ülkeyse ABD (81).

Voleybol ve basketbol dışında 14 dalda 100’ün üzerinde sporcuyla katıldığımız Londra Olimpiyatları'nda halen sadece 1 bronz madalyamız var. O madalyayı da Ramazan Kayaalp güreşte aldı.

Halen Londra Olimpiyat Oyunları’nda madalya sayısı bakımından son sıralardayız. Muhtemelen siz bu yazıyı okurken ABD bizim tüm olimpiyatlarda aldığımız madalyadan daha fazla madalyayı sadece Londra’da kazanmış olacak.

Peki neden halimiz bu kadar vahim?

Bu işin sanata verilen değerle ilgili boyutu elbette ilk sırada. (Aklınıza Fazıl Say gelebilir, “ucube” gelebilir, “böyle sanatın içine tüküreyim” gelebilir...) Kadınların spor dahil hayatın her alanında erkeklere göre daha az olmasının da önemi fazla. Ama bunlar belirleyici değil. Çünkü sadece son 10 yılı konuşmuyoruz. Olimpiyatlarda özgür üniversitenin önemini, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu'nu, hatta bir bütün olarak 12 Eylül’ü hatırlayınca, son 10 yılın önemi azalır. 

Şurası gerçek: Medeniyetle örtüşen vasıfsız kalabalık bir nüfus değil; kalitesi, yaşama standardı ve insanlığın birikimli kültürel mirasına yaptığı katkının evrensel ölçülerde takdir gördüğü, tahammüllü ve demokrat bir nüfustur. O nedenle dikkat çekmek istediğim konu başka.

 

PISA sonuçları ve olimpiyatlar

 

Daha önce PISA’dan ve PISA’daki halimizden söz etmiştim. PISA, OECD ülkelerindeki 15 yaş grubu öğrencilerin zorunlu eğitim sonunda katılacakları günümüz bilgi toplumunda karşılaşabilecekleri durumlar karşısında ne ölçüde hazırlıklı yetiştirildiklerini belirlemek amacıyla geliştirilmiş bir sınavdır. Ölçülmeye çalışılan nitelik, öğrencilerin okulda müfredat kapsamında ele alına konuları ne dereceye kadar öğrendikleri değil, gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumlarda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yeteneği, öğrencilerin düşüncelerini analiz edebilme, akıl yürütme ve okulda öğrendikleri fen ve matematik kavramlarını kullanarak etkin bir iletişim kurma becerisine sahip olup olmadıklarıdır.

OECD tarafından okuma, matematik ve fen olmak üzere 3 ana başlıkta, her 3 yılda bir yapılan PISA sınavlarında 2003 yılında fen bilimlerinde ve okumada birinci, toplamda ikinci; 2006 yılında toplamda birinci; 2009 yılında yapılan sınavlardaysa toplamda üçüncü olan ülkenin Finlandiya olduğundan söz etmiştim.

Evet, nüfusu bakımından olimpiyatlarda tüm zamanların en fazla madalya alan ülkesi de Finlandiya, nüfusuna göre en fazla altın madalya alan ülkesi de Finlandiya.

8 Ağustos tarihi itibariyle toplamda 300 madalya alan Finlandiyanın nüfusu 5,4 milyon. Finlandiya’da her 18 bin kişiye 1 madalya düşerken bizde 900 binden fazla kişiye 1 madalya düşüyor. İstanbul’un nüfusunun 13,6 milyon olduğunu ve hesabın sadece imkânları daha iyi olan bu şanslı ilimizle yapılması halinde de sonucun değişmediğini belitelim.

Şaşırtıcı mı?

Bence değil!

Çünkü medeniyet milli gelirle ya da kişi başına düşen gelirle hesaplanmaz. Öyle olsaydı AB’ye üye olmaya çalışmaz, Katar gibi olmaya çalışırdık. Etkin iletişim becerisine sahip olmayan hiç kimse, ne kadar yetenekli olursa olsun evrensel sporcu olamaz. Medeniyet, zenginliğin doğal bir sonucu değildir. Medeniyet, demokrasiyle, insan haklarına saygıyla, hukukun üstünlüğüyle, bilim, sanat ve spordaki başarıyla ölçülür. Bilimin de, sanatın da, sporun da ölçüleri evrenseldir. Üçünde de başarı, yetenek, başta hoca olmak üzere yakın çevreyle başarılı bir iletişim becerisi, disiplin, uzunca bir süre sıkı bir çalışma dönemi, adanmışlık ve yüksek ahlak gerektirir. Bu özelliklere sahip olmayan hiç kimse atanarak, kanun marifetiyle, torpille, hileyle; bilimde, sanatta ve sporda evrensel başarı elde edemez.

Yalan, medeniyetin en büyük düşmanıdır.

2023 hayali hedeflerinden önce, gerçekleri ve somut olarak 2020 Olimpiyat Oyunları hedeflerimizi, bu hedeflere kimle ve nasıl ulaşacağımızı konuşmalıyız.

2 trilyon dolar milli gelirle 2023 yılında ilk 10 ülke arasında olmak için 11 yılda dolar cinsinden ortalama en az yüzde 8 büyümek imkansız, ama 8 yıl içinde madalya sayımızı takdir edilecek bir hızda artırmak mümkün. Yok mudur bu ülkede “ben 8 yıl sonra 39 branşın 302 disiplininin birinde dünyanın en iyisi olacağım” diyen yetenekli ve denemeye istekli 100 insan? Yok mudur bu 100 kişiyi, işi bu dertli ve gariban devlete bırakmadan seçecek, evrensel standartlarda yetiştirecek ve sonrasında da hayatını kurtaracak bir organizasyonu iş edinecek gönüllü bir iş adamı grubu? 

Bence var...

Not: Yazıdaki istatistikleri medalspercapita.com adlı siteden aldım