Rasyolarımız da böylece AB üyeliğiyle bağdaşır diyerek;
İşgücümüzün önemli bir kısmı tarımda diye kendimizi önce köylü bir toplum olarak damgaladık...
Universite mezunlarının sayısını artıracağız diye açık öğretimi icat ettik, her yere üniversite açtık...
AB önündeki en büyük engel olarak gördüğümüz köylülükten hemen kurtulmak istedik; hem "terör" sorununu çözeriz, hem de köylülüğü görünmez yaparız diyerek şehre göçü teşvik ettik...
30 yıldır ülkenin doğusunda tarım ve hayvancılığın öldüğünü, hiçbir sanayi yatırımının yapılmadığını görmezden geldik...
İstikrar ve yapısal uyum politkaları gereği kamu yatırımlarını unuttuk...
Her türlü riski alarak yatırım yapan, istihdam yaratan ve ihracat yapan sanayici işadamlarımızı yalnız bıraktık, takdir etmek yerine horladık.
Şehirlerimizin ortasında kaldığı ve sorun olmaya başladığı için, taşınmalarını kolaylaştırır diye birkaç teşvik unsuruyla desteklediğimiz; birbirine hiçbir dışsallık sağlamayan, birbirlerinden mal ve hizmet almayan, birleşerek daha büyük ölçek getirisinden yararlanmaları mümkün olmayan, "mikro", küçük ve orta ölçekli "sanayici"leri, “Organize Sanayi Bölgesi” gibi fiyakalı bir isim koyduğumuz yeni şehir dışı mekanlara süpürmeyi sanayileşme faaliyeti sandık...
Batı ülkelerindeki hizmet sektörünün büyüme hızına bakarak, “gelişme böyle oluyor herhalde diyerek”, sanayiyi ihmal edip, hizmet sektörünü destekledik...
İlhan Tekeli hocamızın dediği gibi, esnek üretime geçilmesiyle birlikte kentlerde sanayisizleşme yaşanırken, gözümün önünde giderek azmanlaşan bir sanayi kenti haline gelen İstanbul’u seyretmekle yetindik...
Şimdi ne tarımda, ne de sanayide iddialıyız.
Şöyle bir saysak, kaç tane “küresel” şirketimiz çıkar diye deneyin isterseniz!
Olimpiyatlar, dünya finans merkezi, kültür başkenti vs. neye aday olsak, kendisinden başka bir isim çıkaramadığımız İstanbul dışında, "pazarlayabileceğimiz" hiçbir şehrimiz de yok ortada!
Ama lider ülke olmak istiyoruz!
Tuhaf değil mi?
Oysa dünya liderliği, sınırına epeyce bir yaklaşmış bir gösterişçi konut ekonomisinden değil, imalat sanayinden, küresel şirketlerin sayısından, dünya şehirlerinin sayısı ve gözalıcılığından geçiyor.
Sanayimizin geleceği, küresel rekabetin yeni aşamasında başarı sağlayacak stratejiler geliştirmemize; çok daha zorlaşacak olan küresel rekabette başarı sağlayacak beşeri sermaye kapasitemizi artırmamıza bağlı...
Yükselen piyasa ekonomilerinin (BRICS dahil) orta sınıfının zenginleşmesiyle ortaya çıkacak talep artışı, yeni tekonolojiler ve inovasyonlar, şirketlerimize yeni fırsatlar sunacak...
Peki biz neredeyiz ve nerede fırsat arıyoruz?
Rusya tamam, ama son yıllarda hiç Çin’li ya da Hintli bir sanayiciyle bu ülkelerde mal satmak üzere dikkate değer bir yatırım tutarıyla işbirliği yapan bir sanayi şirketi duydunuz mu?
Bu fırsatlardan yararlanmak, sektör liderlerine ve bu liderlerle ortak amaca kilitlenmiş olan stratejik ve politik inisiyatiflere bağlı.
İmalat sanayimizdeki şirketlerimizin yeni düşünme biçimlerine, yeni stratejilere ve yeni “kas”lara ihtiyacı var. Konjonktürel – politik desteklere güvenmek “yağ” yapar. Yağlı organizasyonlarla Türk sanayisi uluslararası arenada rekabet edemez.
Bu ülke, çok “bebek endüstri" ölümlerine ve çok “yağlı şirket" iflaslarına şahit oldu.
Kıt kaynaklarımızı israf etmeyelim ve önümüze bakalım.
Uzun dönemde önümüzde zorlu, ama fırsatlar sunan bir süreç var. Bunun için stratejik sorulara yeni cevaplar bulmak zorundayız.
İmalat sanayi şirketlerimiz bakımından şu soruların hayati derecede önem kazanacağı bir süreçteyiz:
· Dizaynı, imalatı ve müşteri hizmetini nasıl farklı yapabilirim?
· Piyasa neyi gerektiriyor?
· Müşteri neyin peşinde?
· En uygun mal özellik kümesi ne?
· Strateji ne olmalı?
· Trend değişikliklerini, iş işten geçmeden nasıl görebililrim?
· En iyi ortak kimdir?
· Bunlarla nasıl bir işbirliği yapmalıyım?
· En rekabetçi networku nasıl oluşturabilirim?
· Müşteri, rakip ve teknolojiyle ilgili kaliteli istihbarata zamanında nasıl ulaşabilirim ?
· Bu istihbaratı, karar süreçlerimde ve operasyonlarımda nasıl kullanabilirim?
· Nasıl daha iyi yetenek geliştirebilirim?
· Avrupa’da bu kadar genç işsiz varken; Çin’de ve Hindistan’da o kadar dil bilen, iyi eğitimli, zeki ve kanaatkar insan varken, yabancı yetenekleri rakiplerime kaptırmamak ve şirketime çekebilmek için ne yapmalıyım?
·Toplum, hükümet ve devlet bana bu konuda nasıl daha iyi yardımcı olabilir?
Evet önümüzdeki dönemde dünya, ya “Rusya ve Çin’e dış ticarette kapıları mütekabiliyet esaslarına göre gerekirse giderek kapatan, ama kendi içinde serbest ticaretten yana bir Atlantik – Pasifik bloku olarak ayrışacak”, ya da “Rusya, Çin ve benzer ülkelerin de mutabık olduğu, yeni bir küresel yönetişim anlayışı ve yeni işlevlere sahip yeni uluslararası kurumlarla, daha serbest ticarete dayalı küresel bir entegrasyona doğru" ilerleyecek.
O nedenle imalat sanayimizde katma değeri artırmaya yönelik bir operasyon stratejisi üzerine yeniden düşünmenin zamanı geldi de, geçiyor. Piyasayı yakından takip etmek, her zamankinden çok daha önemli olacak. Yeni akla ve doğru yeteneklere sahip çalışanlara ihtiyaç var. Esneklik ve hız çok daha önem kazanacak. Organizasyonel bariyerlerin çabuk kaldırılabilen ve yeni yönetim kapasiteleri oluşturabilenler kazanacak, gerisi nal toplamaya devam edecek.
Çin’e bakarak yanılmayalım; ücrete değil, faktör verimliliğine konsantre olunması gereken bir süreçteyiz.
O nedenle, “okul-iş-politika”üçlüsündeki boşlukları çabuk doldurmak ve farklı hedeflere yönelmiş okları aynı hedefe yönlendirmek gerekiyor.
Özetle; toplumumuzun özgürlükçü demokrasiye, sanayi şirketlerimizin yeni bilgiye, katma değeri artıracak etkin stratejilere ve bu stratejileri dizayn edecek ve uygulayacak yetenek kapasitesi birikimine, devletin de bunu destekleyecek politikalara ihtiyacı var.
Hem de acilen.
@vedatozdan