AB Para Bölgesi’nde sorunlar bitmiyor.
İrlandalı bankaların ve özel sektörün borcu dudak uçuklatıyor.
Alacaklılar da yine bildik: İngiltere, Almanya, ABD, Fransa..
Esasen sorun yapısal, ama çözümü için zaman uygun değil diye semptomları örtbas edilmeye çalışılıyor.
İrlanda’nın borçlarının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı yüzde 1200’ün üzerinde.
Adam “batmış” ama halen muteber muamelesi görüyor. Çok “muhterem” Sarkozy’nin hatırlattığı meşhur Fransız atasözüyle, “esasen İrlanda mort olmuş, ama mort olmuş kediye mort olmuş kedi denmiyor.”
Tıpkı Yunanistan gibi.
İrlanda’da 5 tane bankayı kurtaracağım diye bütçeden 45 milyar Euro destek verildi.
İrlanda’nın toplam borcu 500 milyar Euro’yu aşıyor. Alacaklıların başında İngiliz bankaları geliyor. Onları, Alman bankaları izliyor. İrlandalı bankalarının Avrupa Merkez Bankası’na ödenmemiş kredi borcu toplamı 130 milyar Euro’yu aşıyor.
İrlanda’da gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 32’si kadar bütçe açığı var. Ülkenin vergi gelirlerinin yüzde 60’ı kamu çalışanlarının maaşları ve sosyal güvenlik ödemelerine gidiyor. Bu ödemelerden istifade edenler nüfusun sadece yüzde 20’si.
İngiltere ne yaptı, İrlanda’ya ne öneriyor?
Geçen hafta Seul’de B20 toplantısının kapanış konuşmasını David Cameron yaptı. Son zamanlarda Avrupa’da lider problemi var. Ufuksuz, sığ ve karizmatik olmayan liderler çoğalmaya başladı.
Tabirimi mazur görün, ama A. Merkel yine pazardan yeni dönmüş ve koşar adım okul aile birliği toplantısına gidip konuşma yapmaya zorlanmış bir babaanne gibiydi. Sarkozy ile ilgili ne düşündüğümü bu köşeyi takip edenler iyi bilir.
D. Cameron çok etkileyici bir lider. Konuşması da güzeldi. En azından bir iddiası var. Dedi ki, “Ben büyümek için vergileri artırma fikrine karşıyım. Harcamaları kısmak lazım. Biz yabancı sermayeyi çekmek için vergi oranlarını indirdik. Yabancı sermaye gelsin ki ülke büyüsün, istihdam artsın, daha fazla vergi toplayalım...”
Bu çok ilginç ve yeni bir fikir değil elbet, ama böyle bir ortamda bunu savunabilmek ve yapabilmek için liderlik, etkileyici bir vizyon ve karizma gerekiyor. (Yeni fikir değil dememizin nedeni “arz – yanlı” iktisat teorisinde sıkça kullanılan ve Laffer eğrisiyle gösterilen bir argüman olmasıdan.)
İrlanda sonunda pes dedi ve yardıma ihtiyacı olduğunu kabul etti. Şimdi İrlanda’dan yüzde 12.5 olan kurumlar vergisi oranını yükseltmesi ve bu yolla bütçesinde tasarruf sağlaması isteniyor. Bunu kim istiyor? Alacaklı ülkeler. Bunların başında da, büyümek için vergi oranlarını azaltan İngiltere var!..
Sorun Almanya’nın cari fazla, çevre ülkelerinse cari açık vermesi
Almanya’da büyüme oranını ihracat belirliyor.
Sattığı vaat değil, somut şeyler...
OECD öngörüsüne göre 2011 yılında gayrisafi yurtiçi hasılasının yüzde 6’sı kadar cari fazla verecek. 2012’de bu oran yüzde 7 olacak.
Avrupa Para Bölgesi’nin temel çıkmazı şu: Krizden çıkmak için büyümek lazım. Ama nasıl?
Özellikle güney ülkeleri için dile getiriliyor ama, PIGS ülkeleri için de geçerli: Çevre ülkelerde yapısal problem var. Rekabet edemiyorlar ve bu nedenle de sürekli cari açık veriyorlar. İçeride de yeterli talep yok. Yani hep başkalarının tasarruflarını harcamak zorundalar. Peki nasıl büyüyecek bu ülkeler?
Bizde olsa kolay. Diyeceğim ki, devalüasyon olur; faiz oranları artar, tekrar yüksek faizli devlet kâğıdını satarak nakit dengeni sağlarsın. Bu engebeli yoldan millet olarak çok geçtiğimiz için biliriz: “Hop çukura, hop Tunc’un kucağına” yani. Ama adamlarda devalüasyon olamıyor. O nedenle yeni duruma uyum sağlamanın maliyeti hep (büyüyerek) erteleniyor.
Malum cari denge (açık ya da fazla), özel sektör ve kamu sektörü net tasarruflarına eşit. Şayet içeride net tasarruf negatifse, o ülkede aynı tutarda cari açık var demektir. Bu durumda içerideki net tasarrufu pozitife döndürmek için kamunun ve/veya özel sektörün tasarruf yapması lazım. Kamu nasıl tasarruf yapar? Daha önce de yazdık, örneğin İngiltere savunma harcamalarını kıstı ve vergi oranlarını azaltarak vergi gelirlerini artırmayı hedefliyor. İrlanda’ya hem harcamalarını kıs, hem de vergi oranlarını artırarak vergi gelirlerini artır, deniyor. Peki özel sektör nasıl tasarruf yapar? Küçülerek, daha etkin olarak, ama asıl önemlisi daha az yatırım harcaması yaparak! Aynı soruya döndük: O zaman bu ülkeler nasıl büyüyecek? Büyüme olmazsa borcu hangi parayla kim ödeyecek?
O nedenle deniyor ki “yardım etmek sorunu çözmez, sadece uyum sağlama maliyetini erteler.”
Kediye kedi diyeceksek eğer, maalesef yol asfalt değil: O nedenle “ya çukura ya da Tunc’un kucağına...”
Başka yolu yok.