Vedat Özdan

01 Ekim 2012

Her zaman 'faiz sebep, enflasyon netice' midir?

Faiz – kur – enflasyon sarmalını ve bunun sonuçlarını çabuk unutmuşa benziyoruz.

Faiz – kur – enflasyon sarmalını ve bunun sonuçlarını çabuk unutmuşa benziyoruz.

Ekonomide 2023 hedeflerine ulaşılmak isteniyorsa öncülüyle başlayan fren – gaz tartışmasına Sayın Başbakan da taraf oldu. “Faiz sebep, enflasyon neticedir” dedi.

Bilahare Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Merkez Bankası eski Başkanı Durmuş Yılmaz tartışmaya katıldı ve Başbakanın söylediğinin tam tersini savundu.  Yani“enflasyon sebep, faiz neticedir” dedi.

Önce bir tespit yapalım: Merkez Bankası 2002 yılından 2005 yılına kadar örtük, 2006 yılından bu yana da resmi enflasyon hedeflemesi yapıyor. Enflasyon hedeflemesinde merkez bankaları  herhangi bir parasal büyüklüğü, kur düzeyini, münhasıran büyümeyi, işsizliği vesaireyi değil, bizzat enflasyon oranını hedef alıyor.

Bizim Merkez Bankası da enflasyon hedeflemesi rejimi çerçevesinde bir hedef tahmini yapıyor ve bu orana ulaşmak için araç olarak faiz oranını kullanıyor. Merkez Bankası, bant hedefi değil, 3 yıllık nokta TÜFE hedefi yapıyor. Yani Orta Vadeli Program’ın her yıl için bir TÜFE hedefi koyuyor.

Duruma ve küresel gelişmelere bakarak cari enflasyon oranı, hedeflenen TÜFE rakamının üzerine çıkacak gibiyse “Para Politikası Kurulu” piyasa faiz oranlarını artıraracak kararlar alıyor; altında kalacak gibiyse piyasa faiz oranlarını düşürecek kararlar alıyor. Kurul, her seferinde politika faiziyle oynamıyor.

Özetle, geleneksel enflasyon hedeflemesinde Başbakanın dediği gibi faiz sebep (açıklayıcı değişken), enflasyon ise (açıklanan değişken) neticedir. Ancak bunu, başarılı bir Merkez Bankası Başkanlığı yapmış Durmuş Yılmaz’ın bilmemesi mümkün değil.

Malum, 2001 yılında Merkez Bankası Kanunu’nda değişiklik yapılmış ve finansal istikrar, Merkez Bankası’nın görevleri arasına girmişti. 2008 krizi sonrasında büyük merkez bankaları tarafından uygulanmaya başlanan genişlemeci para politikaları nedeniyle bizim Merkez Banka’sı, 2010 yılında finansal istikrarı da dikkate alan, tek hedef (yani fiyat istikrarı) tek araç (kısa vedeli faiz oranı) yerine, iki amaçlı (fiyat istikrarı ve finansal istikrar) ve iki araçlı (faiz koridoru ve zorunlu karşılıklar) yeni bir çerçeve çizdi.  Bu rejimde ara değişken olarak “krediler” ve “döviz kuru”nu dikkate alacağım dedi.

Yeni politika çerçevesinde Merkez Bankası bu tarihten sonra, bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı (buna politika faizi deniyor), gecelik borç alma ve borç verme faiz oranları arasında oluşan faiz koridoru ve zorunlu karşılıkların bir arada kullanıldığı bir politika bileşimini politika aracı olarak kullanmaya başladı.

Böylece bize özgü (Nobel adayı), cari açık, kredi genişlemesi ve sermaye akımlarına odaklı, aracı değişkenli ve iki hedefli, yeni bir enflasyon hedeflemesi çerçevemiz oldu.

İşte Durmuş Yılmaz, tam da bu noktada Sayın Başbakan’ın tezine karşı çıkıyor. Demek istiyor ki, piyasa faiz oranını düşürmek üzere politika faiz oranını düşürürsek sermaye akışı kesilir, sermaye akışında kesilme ihtimali varsa, faizi düşürmek süreci daha da hızlandırır ve dolar değer kazanır (TL değer kaybeder).  Biz ihalata bağımlı bir ülkeyiz ve hızlı büyümek istiyoruz. Sermaye akışı kesilirse, cari açığın finansmanı sorunu bizi, dolar cinsinden aynı tutarda ithalat için daha fazla TL ödemek zorunda bırakır. Bu da maliyetleri artırır ve uluslararası rekabet gücümüzü azaltır. Enflasyon artınca piyasa faiz oranı artar, böylece faiz – kur – enflasyon sarmalına tekrar gireriz ve daha önce netice olan enflasyon, bu kez faizin yüklesmesine sebep olur. Faizi düşürmek istiyorsak yapısal reformlara devam etmeliyiz ve demokrasimizi güçlendirmeliyiz.

Sayın Durmuş Yılmaz haklı.

Bakın geçen sene Nisan ayının sonlarında “Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği”nin 4. Olağan Genel Kurul Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Sayın Başbakan ne demişti:

“Enflasyon, faizin neticesidir. Hedef nedir? Hedef inşallah faizle enflasyonu aynı seviyeye getirmektir. Faizi sıfırlamak için bunu yapmaya mecburuz. Bu adımları atacağız. Türkiye ona doğru gidiyor.''

Aşağıdaki grafik Başbakanın bu konuşmasından itibaren yıl sonuna kadarki Dolar/TL kurunun seyrini gösteriyor:

TL bu tarih aralığında ABD dolarına karşı yüzde 24,32 değer kaybetmişti!

Şimdi vaziyet daha da riskli!

Çünkü bu kez zengine ek vergiye geçilebileceği (varlık vergisi) de konuşuldu!

Umarız benzer bir sürecin arifesinde değilizdir.

Not: Sayın Başbakan genel kurul konuşmasında somut olarak 2 trilyon dolar GSYİH ve 25.000 dolar kişi başına düşen geliri, 2023 hedefi olarak telaffuz etmedi. Konuşması bir “Başkan adayı” ya da güçlü bir “Cumhurbaşkanı adayı” konuşması gibiydi. Keşke “2023 yılına kadar Türkiye’yi MSCI endeksinde ‘gelişmiş ülke’ kategorisine sokmak için ne gerekiyorsa onu yapacağız” türü somut bir şey de söylemiş olsaydı. Bir sonraki yazımızda bu meseleyi ele alacağız.