Vedat Özdan

06 Temmuz 2015

Biz de seni seviyoruz kardaş

Yunanlar kadim bir millettir. Onları ne ekonomik kriz yıkar, ne de gelecekleri bu referanduma bağlıdır

Yunan halkını severim.

Mutfağını ve müziğini de.

Bağlama ve buziki kardeştir.

İster uzo içiyor olun, isterseniz rakı; Zorba’nın müziğini dinlerken kim sirtaki yapmak istemez ki?

Rebetika Küçük Asya müziğidir; bizdendir.

Kemençe, klarnet, ud ve kanunu dostlarımız da çok sever.

Bizde Mustafa Kandıralı neyse onlarda da Vassilis Saleas odur.

Açıkhava’da bir Vassilis konseri geldi aklıma. Büyük üstad Kandıralı da vardı. Onu yakından görebilecek bir yerdeydim. Roller coaster’dan kayarcasına beklenmedik yönlere hızla akan müziği büyük bir dikkatle dinliyor ve kimi zaman sanki kendisi çalıyormuşçasına gayri ihtiyari beden hareketleriyle Vassilis’e eşlik ediyordu. Bir ara klarnet kısa aralıklarla keskin virajlar alınca Vassilis durdu, gülümseyerek “İşte burayı Kandıralı gibi çaldım”, dedi. Herkes çok sevindi ve alkışladı. Sonra Kandıralı’yı (85) sahneye davet etti. O da çaldı. Bazen insanın içi birden bire umut dolar, dünyada herşeyin daha iyi olacağına inanır ya, öyle bir andı yaşadığımız.

Bizde Minik Serçe neyse onlar da da Harris Aleksiou odur. İkisini de sevmeyen yoktur. Aleksiou’nun “Mia pista apo fosforo” adlı şarkısını Sezen “Beni yak, kendini yak, herşeyi yak” diye söyler. Hangisinden dinlerseniz dinleyin, vicdanınıza teslim olursunuz ve aynı duygu kimyası dolar içinize.

Yeni yetme yıllarımda Demis Roussos vardı. “ Goodbye, my love, goodbye (Adiós Amor Adiós)” ve “Forever and ever”, ne kadar güzel şarkılardı. Halen dinlerken orta okul yıllarım gelir aklıma…

Bizde Zülfü Livaneli neyse onlarda da Maria Farantouri ve Mikis Thedorakis odur. Halen ikisini de zevkle dinlerim ve Mülkiye yıllarım gelir aklıma.

Son yıllarda hayatıma Harris Aleksiou ve Yorgos Dalaras girdi. İkisini de zevkle dinilyorum ve dinledikçe geçen yılların hüznü çöküyor üstüme.

Büyük şehirlerini ve turistik birkaç adasını gördüm Yunanistan’ın.

Deniz ürünleri, salataları, uzosu, buzikisi, sirtakisi…

Yunanistan güzel bir ülkedir.

İki ülke halkını birbirine bağlayan acılı bir geçmiş, derin bir bağ vardır; kiminde ezber bir nefrete, kimindeyese hızla kurulan yakın bir dostluğa vesile olan.

Rebetiko’dur belki herşeyin başı.

Ya da sonu…

Malum hep taksim’le başlar.

Taksim, eğlencenin de hüznün de bir adabı olduğunu hatırlatır.

Birazdan olacaklarla “yolunuzu şaşırmayın” dercesine.

Yıllar önce Ankara’da bürokraside AB işlerini yürütürken iki ülke arasında bir AB Alt Komitesi kurulmuştu. Yunanistan Dışişleri Bakanı o zaman George Papandreu, bizimki de rahmetli İsmail Cem’di.

Bu komite çalışmaları sırasında hep içtenlikle çalıştığımı hatırlıyorum.

Atina’daki ilk toplantımızı unutamam. Bizi çok güzel ağırlamışlardı. Papandreu bizi ofisine davet etmiş ve hepimizle tek tek konuşmuştu. Papandreu’yu daha sonra Barselona’da AB zirvesinde gördüm. “Sizi hatırlıyorum” dedi el sıkışırken. Pek beklemiyordum, ama çok hoşuma gitmişti. Sonra, geçen sene İstanbul’da yapılan Sosyalist Enternasyonel toplantısında gördüm kendisini. Ağaran saçlarına rağmen yüzündeki iyimser ve güvenilir tebessüm değişmemişti.

Atina’daki komite toplantısından sonra onlar geldi İstanbul’a, Antalya’ya…

Bir geceyi hiç unutmam.

Yunan tarafından çok iyi anlaştığım bir arkadaşım vardı. Hani insanın kimyası çabucak uyuşur ya, malum o bağ nedeniyle. Heyete, Antalya Kaleiçi'nde bir yemek vermiştik. Yemek sonrasında baktım, arkadaşımın otele gitmeye pek niyeti yok. Kaleiçinde bir bara gittik. Çok güzel bir sohbet oldu. Orada bana, “Ege’nin bir barış gölü olmasını hayal ediyorum” demişti. Çok hoşuma gitmişti bu hayal ve ilk kez orada duymuştum. Sonra “Ege’nin bir barış gölü olması” hedefini birçok yerde duyar oldum. En son Başbakan Davutoğlu aynı şeyi söyledi.

Heyette yaşça benden epey büyük bir başka arkadaşım daha vardı. Şans işte, Estonya’da (Tallin) bir toplantıda yine karşılaştık. Akşam yemeğinde yan yanaydık. Sohbet sırasında bana söyledikleri halen aklımdadır. “Vedat, bırak semineri, koferansı. Onlar kolay iş. Sen bana iki tane adamını yolla. Bir hafta misafirim olsunlar. Ben onlara AB fonlarından yaralanmanın yollarını anlatayım. Fonlardan yararlanma prosedürü çok zor. AB bütçesinden kullanılmayan fonlar tekrar ülkelere iade ediliyor. O nedenle manuel yayınlamıyorlar. Formlarda en ufak bir eksik ya da yanlışın olursa hemen reddediyorlar. Bende hepsinin fotokopi var. Gönder adamlarını, o formları vereyim, bir hafta da onlara formları nasıl dolduracaklarını anlatayım” dedi.  Çok sevindim. Bu güzel fikir sonra hayata geçti, güzel oldu.

Ertesi gün bize Tallin’i gezdireceklerdi. Otobüste, belki yine ilginç fikirler, projeler çıkar diye yanına oturdum. Bana gecemin nasıl geçtiğini sordu. Eğlendiğimi söyledim. Sonra gençlik ve bekârlık yıllarından söz etti ve laf bir şekilde bir Yunanistan gazetesinde çıkan ve bir pskologla yapılan bir söyleşiye geldi. Söyleşide psikolog bir erkek için ideal olan hayatı anlatmıştı. Şöyleydi: “20’li yaşlarda evleneceksin. 2-3 çocuk yapacaksın. 40’lı yaşlarında boşanacaksın ve hayatının kalan kısmının tadını çıkaracaksın, ta ki 60’lı yaşlarına kadar. Sonra da aynı kadınla tekrar evleneceksin.” Çok gülmüştüm.

Evet, referandum yapıldı ve bu yazı yazılırken halen sonuçlar kesinleşmemişti.

Ama sonuç, Syriza’nın istediği gibi açık ara “hayır” yönündeydi.

Yunanlar kadim bir millettir.

Onları ne ekonomik kriz yıkar, ne de gelecekleri bu referanduma bağlıdır.

Umarım, bize de umut veren Tsipras başbakan olarak devam eder. Müzakereler en kısa sürede Yunan halkının huzur ve refaha kavuşacağı bir şekilde sonuçlanır.

Umarım, Türkiye ile Yunanistan arasında İsmail Cem ve George Papandreu döneminde başlayan dostluk yeniden canlanır, Kıbrıs Sorunu’nda iki tarafın da “evet” diyeceği bir çözüm bulunur ve Antalya Kaleiçi’nde Cece Bar’da ilk kez duyduğum “Ege’nin bir barşı gölüne dönüşmesi hayali” gerçek olur.

Nazım’la veda edelim:

Yaşım altmış 
on dokuzumdan beri bir düş görürüm 
yağmur çamur yaz kış 
uykuda uyanık 
takılmış düşümün peşine yürürüm. 
Neleri alıp götürmedi benden ayrılık; 
kilometrelerle umut, tonlarla keder, 
taradığım saçlar, sıktığım eller. 
Bir düşümle ayrılmadık. 
Avrupa'yı, Asya'yı, Afrika'yı düşümle dolaştım 
bir Amerikanlar vize vermediler 
denizlerden dağlardan çöllerden çok adamları sevdim 
                                                             adamlara şaştım. 
Mapusanelerde ışığıydı hürriyetimin 
ekmeğimin katığıydı sürgünde 
her biten akşamdaydı, her başlayan günde : 
ulu kurtuluş düşü memleketimin.