Vedat Özdan

06 Ağustos 2010

AB yolunda çıkmaz sokakta mıyız?

Bu vizyon yalnızca Türkiye’nin bir bölgesel güç olması, etkisini artırması çerçevesine sıkıştırılmazdı.

2010 yılının Ocak ayında TÜSİAD’da yönetim değişikliği oldu ve yeni bir kadın başkan seçildi. Sürecin kısmen Doğan ailesiyle bağlantılı olması nedeniyle yeni başkan dönemini ayrı değerlendirmek lazım.
21 Ocak 2010 tarihli 40. Genel Kurul toplantısı konuşmasında Arzuhan Doğan Yalçındağ şunları söyleyerek başkanlık koltuğunu Ümite Boyner’e bırakmıştı: 
“Türkiye açısından bir referans noktası olan AB üyelik süreci son üç yılda neredeyse donma noktasına geldi. Avrupa’nın yaşadığı kimlik krizi, kurumsal kilitlenme son iki yıldaki ekonomik krizle birleşince AB’nin yol gösterici işlevi geriledi...
TÜSİAD, bir değerler bütünü olarak inandığı AB hedefinin önemini vurgulamayı sürdürdü. Hem Avrupa Birliği’ni veya üyelerini çeşitli konularda tutumlarını düzeltmeleri için uyardı, hem de Türkiye’de heyecanın diri tutulmasına çalıştı.”

Ümit Boyner’in aynı toplantıdaki konuşmasından: 

“AB’ye üye olma sürecinde çok anlamlı bir ekonomik engel görünmüyor önümüzde. 2007 yılında hükümet bizim de TÜSİAD olarak benimsediğimiz 2014 tam üyelik hedefini dillendirdi. Bugün bu tarihten pek bahseden kalmadı, AB üyelik hedefi ile ilgili olarak çıkan sesler çok cılız.”
24 Haziran 2010'da yapılan  TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi'nde, Konsey Başkanı Mustafa V. Koç'un açılış konuşmasından:

'Türkiye AB’ye tam üyelikten başka hiçbir seçeneği gündemine alamaz.' 
Biraz önce açıkladığım gibi, doğu ile batı arasında köprü olma fonksiyonumuz, artık bir retorik unsuru olmaktan çıkıp gerçeklik kazanmıştır. Batı ayağımızın en az doğu kadar güçlü olması halinde bu fonksiyon sürdürülebilir olacaktır...
Türkiye, uluslararası ilişkilerde kendine yeni roller biçerken, bunun gerektirdiği güçlü zemini
kendi içinde oluşturmaktan uzak bir seyir izliyor...
Türkiye’nin mevcut fırsatları kendi lehinde kullanması, küreselleşmeden yana bir tutum benimsemesinden, doğu ve batı coğrafyalarının her ikisinde de güçlü bir konum elde etmesinden geçmektedir.
Bu amaçla, Avrupa’nın ilişkileri gözden geçirdiği bu dönemde, tam üyelik perspektifini güçlendirecek adımlar atılmalı, ekonomik avantajlarımız güçlü bir demokrasiyle desteklenmeli, ülke içinde kutuplaşma ve çatışmadan uzaklaşan, huzur ve güvenliği gündemin en üst sırasına taşıyan ve acilen çözümleyip gündemden düşüren bir tutum benimsenmelidir.”

24 Haziran 2010 - TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner'in Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı Açılış Konuşmasından:

“Terör konusuna tekrar döneceğim. Ama önce daha farklı bir noktaya, gelecek vizyonumuzu yitirmemizin yarattığı boşluğa değinmek istiyorum. Çok değil bundan dört yıl hatta üç yıl önce, gerek bu toplantılarda gerek başka platformlarda Türkiye gelecek vizyonunu tartışırdı.
Bu vizyon yalnızca Türkiye’nin bir bölgesel güç olması, etkisini artırması çerçevesine sıkıştırılmazdı. İçeride nasıl bir düzen kurmak istediğimiz sorgulanırdı. Asıl soru AB üyeliği bağlamında daha iyi bir gelecek inşa etmek için neler yapılması gerektiğiyle ilgiliydi. Refah açısından Avrupa standartlarına ulaşmak, hukukun üstünlüğünün getirdiği bireysel hak ve özgürlüklerden yararlanmak, bu özgürlüğün getireceği ferahlıkla yaratıcılığımızı şaha kaldırmaktan bahsediyorduk. Toplumsal barışı ve huzuru sağlayarak tüm bunları gerçekleştirmenin heyecanı ülkemize hakimdi.
Ne oldu da bu vizyonu, heyecanı, daha iyi bir gelecek kurmak için gerekli disiplini tükettik? Burada AB’yi bir eşik, bir hedef, bir standartlar kümesi olarak değerlendiriyorum. Hangi yönetim zaafı, hatta körlüğü bizi kazandıklarımızın gerisine düşürdü bunu sorgulamamız gerektiğine inanıyorum. Sorgulayalım ki önümüzdeki fırsatları doğru değerlendirip kaçırmayalım.”
(...)
Bu arada AKP’nin Hamas ve İran konusunda Obama’nın tabiriyle “kas gösterisi” yaptığını, İsrail’e meydan okuduğunu ve çok sert bir üslup kullandığını; Avrupa basınınında da Türkiye’nin ekseninin doğuya kaydığını ima eden haber ve yorumlar yazıldığını not edelim. 

Çıkmaz sokakta mıyız?
Konuşmalardan çıkan sonuca göre akıllardaki ortak soru şu: AB yolunda atılan adımlardan geri dönmeden, AKP döneminde edinilen demokratik kazanımları kaybetmeyip, toplumsal çatışmalardan uzak durup, makro ekonomik istikrarı devam ettirerek, eksen kayması şüphesi yaratmayan ve toplumsal huzuru sağlayan daha demokratik ve laik bir rotada, AB tarafından gelen tüm engellemelerle mücadele ederek, AB’ye tam üyeliğe doğru daha ileri adımlar atmak üzere ülkeyi üyelik sürecinde nasıl daha zinde tutabiliriz?
Size de çıkmaz sokak hissi geldiyse yazıyı burada noktalayalım.
Pazartesi: AB üyelik sürecimiz, değerlendirme ve sonuç