Vedat Özdan

08 Temmuz 2010

AB “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” uyguluyor

Haziran ayında aynı şeyi AB için AB Merkez Bankası Başkanı Tirchet önerdi...

2001 yılının Şubat ayında patlak veren ekonomik kriz sonrasında kredibilitemizi yeniden tesis edebilmek ve piyasalara güven verebilmek için rahmetli Bülent Ecevit’in başbakanlığını yaptığı 57. cumhuriyet hükümeti, Dünya Bankası’ndan Sayın Kemal Derviş’e ekonomiden sorumlu devlet bakanlığı görevini vermişti.
Sayın Derviş (2 Mart 2001-10 Ağustos 2002) çözüm olarak, “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” çerçevesinde uyguladığı “istikrar ve yapısal uyum” politkalarıyla hem maliye, hem de para politikasında daraltıcı ve kural koyucu önlemler almış; siyasetin nüfuz ve etkisinden olabildiğince uzaklaştırılmış, “bağımsız” piyasa düzenleyici otoritelerin kurulmasına öncülük etmişti. Kamu İhale Kurumu, BDDK, Gelir İdaresi Başkanlığı, Tütün Piyasası, Enerji Piyasası Üst Kurulları, Rekabet Kurumu, vesaire hep bu sürecin eseridir.
Dünya ekonomisinde her iktidara nasip olmayacak kadar likidite bolluğuna ve tek parti iktidarına denk gelen program, AKP döneminde de destekleyici değişikliklerle devam etmiş ve sonuçta başarılı olmuştur.

“Türkiye’nin başarıları örnek alınmalı” diye yırtınmaya gerek var mı?

Son zamanlarda “Türkiye’nin başarıları ve tecrübesi AB’ye anlatılmalı”, “AB bizi örnek almalı” türünden açıklamalara şahit oluyoruz.
Vakur T24 okuru aşağıdaki değerlendirmelerimizi okusun ve “ekseni” muassır medeniyet ailesinin onurlu bir ferdi olmakken, akıbetini hemen her konuda Avrupa ailesi ve füruğunun koşulsuz şehadet ve takdirine bırakmış olan Türk milletinin “şaşkın” efradından ayrışsın istedik.

AB, parite yükselince korktu, çok düşünce de!
AB, euro/dolar paritesinin aşırı yükselmesinden önce çok korktu. Çünkü işsizlik rakamları artıyor, ihracat yapamıyor, büyüyemiyor ve dış ticaret dengesi giderek bozluyordu. Buna neden olan paritenin yükselmesine dur diyebilmek için başta Trichet olmak üzere Merkel ve Sarkozy’nin bir tek “yağmur” duasına çıkmadıkları kaldı. Daha sonra ABD düzelme sinyalleri vermeye başladı ve parite hızla düştü. Mayıs sonunda 1.33 iken, bir ara 1.18’i gördü ve Haziran sonunda 1.23’e indi. Bu gelişme de AB’yi çok ürküttü. Neden ?
Çünkü Yunanistan dışında İspanya, Portekiz, İrlanda, hatta İtalya’da da problemler vardı. ABD’de başlayan “finansal kriz”, bir süre sonra reel sektöre yansımış ve “küresel ekonomik krize” dönüşmüş; oradan da “Avrupa borç krizi” adını almıştı. Bu ürkütücü gelişme AB’nin temel direklerinin sarsılmasına ve Avrupa Para Birliği’nin dağılması tartışmalarına yol açmıştı.
Paritenin geldiği seviye ihracat ve büyüme için avantajlı olmuş; bütçe açıkları, borç düzeyi ve borsaların geldiği seviye ise euroya olan güveni tepetaklak etmişti. O nedenle paritedeki inişin durması gerekiyordu.
Gerekrise büyümeden fedakarlık yapılacaktı ve euro bölgesinin dağılmasının önüne geçilecekti. Çünkü, tıpkı bizim 19 Şubat 2001 tarihi sonrasında (frizbi krizi sonrası) TL’nin aşırı değer kaybetmesine benzer bir şekilde piyasalarda aşırı tedirginlik vardı ve ne açıklamalar, ne de paketler inandırıcı olabiliyordu. Avrupa borsaları tıpkı bizim İMKB gibi çökmüştü. Çünkü AB Merkez Bankası olmasa devasa Avrupa bankaları temerrüde düşmek ve batmak üzereydi.

Trichet AB’nin Kemal Derviş’i mi?
Benzer bir kriz sonrasında bizde Sayın Kemal Derviş öncelikle uyum maliyetini ve bunun nasıl telafi edileceğini piyasalara net bir şekilde anlattı. Hazırladığı programla ilgili taahhütlere uyacağına dair söz verdi. O kadar baskı ve küfre rağmen bir nevi ekonomik (kurumsal) yönetişim yaptı, başarılı oldu ve epey bir güven kazandı. Sonraki süreç malum.
Haziran ayında aynı şeyi AB için AB Merkez Bankası Başkanı Tirchet önerdi. “Parasal birlik yetmez. Ülkelerin bütçe disiplinine uymaları lazım. Sıkı maliye politikası olmadan olmaz” diye yakındı. G20’de Almanya ve Fransa daha sıkı finansal regülasyon önerdi. Daha sonra “AB Büyüme ve İstikrar Paktı” ve kurallarını canlandırmak için çalışma gurubu kuruldu ve en sonunda “ekonomik yönetişimi” gündeme geldi. Yani, başta finansal piyasalar olmak üzere piyasaların gözetim ve denetimini yapacak, bizdeki “bağımsız” gözetim ve denetim kurumlarına benzer yapılar gerekiyor, dendi.  Nihayetinde bankalar, sigorta şirketleri ve piyasaların gözetim ve denetimini yapacak otoriteler olmalı tartışmasında kavşağa gelindi.

AB, piyasa düzenleyici bağımsız kurullarla yoluna devam etmek istiyor!
Bizdeki bağımsız kurullara benzer bir şekilde çalışması planlanan bu otoritelerden amaç; benzer krizlerin çıkmasını önlemek üzere bankalar, sigorta şirketleri ve piyasaların gözetimini yapmak. Bu amaçla öncelikle “Sistemik Risk Kurulu” oluşturulacak. Büyük ihtimalle AB Merkez Bankasına bağlı olarak çalışacak bu kurul, tüm AB ülkelerinde bankaların riskli işlemlerini belirleyecek, bunlarla ilgili bilgi toplayacak, analiz edecek ve erken uyarı yapacak.
Yeni kurullar Avrupa Birliği nezdinde standartları tayin edecek, kural koyacak, bu kurallara uyumu gözetecek ve yaptırım uygulayacak. Dahası ulusal otoritelere ne yapmaları gerektiğini söyleyecek, vesaire.

Peki finans merkezi Londra varken İngiltere bunu kabul eder mi?
Maalesef en önemli soru işareti bu! Düşünün, kendi ulusal parasını kullanan, bu nedenle para politikasıyla ilgili ulusal yetkilerini devretmemiş olan İngiltere Merkez Bankası’na, euroyu korumakla görevli Avrupa Merkez Bankası ne yapacağını ve/veya ne yapmayacağını söyleyecek!... Ve muhafazakâr bir iktidarla yönetilen İngiltere de bunu kabul edecek!
Şayet aklınıza Bülent Ortaçgil’in “Bu iş zor yonca” adlı şarkısı geldiyse beraberiz demektir.

Peki bu hantal yapısıyla AB bu işi becerebilir mi?
O da zor! Çünkü Komisyon ile Parlamento arasında güç eşitliği var. Eskiden Komisyon ne derse o oluyordu ve Avrupa Parlamentosu bir sivil toplum kuruluşundan farksızdı. Ama 1 Aralık 2009 yılında yürülüğe giren Lizbon antlaşmasıyla parlamentoya İngilizce “equal footing” diye tabir edilen, nihai karara etkisi bakımından eşit söz hakkı verildi. Şunu söylemek istiyoruz: Yeni otorite kurmak için muktesebatta değişiklik gerekiyor. Değişikliğin de parlamentodan onaylanması gerekecek. Yani, Komisyon önerisini Parlamento onaylayabilir, değişiklik isteyebilir, hatta reddedebilir. Bu önemli bir belirsizlik  nedeni.
Füruğ Ferruhzad’dan bir dizeyle bitirelim:
"kimse götürmeyecek beni kırlangıçların şölenine
uçmayı hayal eden kuş
ölmek üzere."