Vedat Özdan

26 Haziran 2012

28 Haziran’da başlayacak AB zirvesinden ne çıkacak?

Avrupa Birliği, koalisyon hükümetleri döneminde yaşadığımız bu dönemlere benzer süreçlerden geçiyor gibi...

IMF ve Dünya Bankası anlaşmaları nedeniyle bir zamanlar ülkemizde,hazine müsteşarlarının ve Merkez Bankası başkanlarının bakanlardan daha popüler oldukları ve sözlerini daha faza dinlettikleri dönemler yaşamıştık.Avrupa Birliği, koalisyon hükümetleri döneminde yaşadığımız bu dönemlere benzer süreçlerden geçiyor gibi.

Şöyle ki: Mayıs ve haziran aylarında yaşanan gelişmeler avro bölgesini tehdit ederken, daha fazla ekonomik ve parasal birlik gerektiğine dair, AB bürokrasisinden peş peşe demeçler duyuyorduk. Çünkü Merkel ve Hollande, sorunun çözümüyle ilgili farklı yol haritaları çiziyor ve sorunun hemen çözülebileceğine dair iyimser beklentilerini kaybeden piyasalar, sorunlu ülkelerin borçlarını çevirmelerini iyice zora sokuyordu.  Öte yandan piyasa analistleri,“Yunanistan ve peşi sıra İspanya ve İtalya’nın avrodan çıkması halinde yaşanacaklara” dikkat çekiyor;bürokratlarsa, “AB’nin ve avronun geleceğiyle ilgili orta vadeli sağlam bir perspektifin ortamı yumuşatacağını ve sorunların çözümü için zaman kazandıracağını”iddia ediyorlardı.

28–29Haziran zirvesiyle ilgili hazırlıklar bu çerçevede büyük ülkelerden ziyade AB bürokratlarının inisiyatifiyle şekilleniyor gibi.

AB zirvesi için hazırlanan ve dün yazılı yabancı basına düşen taslak metin; hemen çözüm yerine,zirvede böyle bir orta vadeli perspektifin hedef alındığını gösteriyor.

10–15 sayfa olduğu söylenen metne göre zirvede konuşulacak konular dört başlıktan oluşuyor. Bunlar: “Mali Birlik, “Bankacılık Birliği”, “Ekonomik Birlik” ve “Siyasi Birlik”.

Hatırlarsanız, “Merkel’den Sarkozy ve Hollande’a cevap: 'İstikrar Paktı' yeniden müzakere edilmeyecek” başlıklı yazımızda şunları söylemiştik:

1 Ocak 2013 tarihinde yürürlüğe girecek ve bu tarihe kadar imzacı ülkelerin parlamentolarının onaylaması gereken İstikrar Paktı Anlaşması’na göre imzacı ülkelerde Bütçe Açığı/GSYİH oranı %3’ü geçmeyecek, Borç/GSYİH oranı %60’ı aşmayacak,anlaşmayı imzalamayan ülkeler EMS’den yardım alamayacak…”

İstikrar Paktı Anlaşması 29 Haziran günü (AB zirvesinin ikinci günü)Alman parlamentosunda oylanacak. Geçen hafta, Almanya’da Sosyal Demokratların ve YeşillerinMerkel’in “büyüme için mali disiplin ısrarını gevşetmesinden yana”olduğuna dair, yorumlar okumuştuk. Hatta İstikrar Paktı Anlaşması’nın parlamentodan geçmesini isteyen Merkel’e bu koşulla destek vereceklerini açıkladıklarını da…

Geçen hafta Cuma günü yapılan Almanya, Fransa ve İtalya devlet ve hükümet başkanlarının toplantısından 130 milyar avroluk bir büyüme paketi çıkmış ve bu karar, 4-2’lik mağlubiyet sonrasında Yunanistan medyasına,“Asıl Gol” başlığıyla manşetlere çıkmıştı.

Oysa açıktı ki bu kararı, Merkel’in “İstikrar Paktı Anlaşması’nın onaylanması sırasında destek vermeleri için muhalefeti ikna ve AB zirvesinde büyümeyle ilgili beklentileri frenleme manevrası” olarak değerlendirmek gerekiyor. Merkel’in Cuma günkü toplantıda,“önce mali disiplin” ısrarını devam ettirdiğini,1 Temmuz’da yürürlüğe girecek olan“ESM’in zordaki bankaları doğrudan kurtarmasına karşı olduğunu”, “ortak tahvil ihracını düşünmek için avro kullanan ülkelerin ulusal bütçe ve ekonomi politikalarıyla ilgili egemenlik haklarını, Brüksel’e daha fazla transfer etmek zorunda olduklarını” söylediğini vurgulayalım. Dikkat “düşünmek” için.

Hollande’ın da cevaben: “Ulusal egemenlik hakkının AB kurumlarına daha fazla transfer edilebilmesi için önce üye ülkeler arasında daha fazla dayanışma olmalı. Ortak tahvil ihracı 10 yıl sürmemeli.” dediğini de.

Özetle, krizin çözümüyle ilgili liderler arasında bir öncelik ve zamanlama sorunu var ve bu sorunhalen devam ediyor. İtalya’nın teknokrat başbakanı Monti’nin bu çerçevede söyledikleri de esasen durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor: “Büyüme, mali disiplin varsa sağlam temellere dayanır; ancak mali disiplin, sadece büyüme ve iş yaratma varsa sürdürülebilir.”

Görünen o ki, 28 Haziran’da başlayacak zirvede Merkel, büyümeyi desteklemek üzere elini daha fazla cebine atmasına neden olacak bir geri adım atmayacak. Ancak büyümeyle ilgili tartışma konuları arasında olan “Avrupa Yatırım Bankası’nın sermayesinin artırılması, harcanmamış AB fonlarının yatırımlara kanalize edilmesi, proje tahviliyle ilgili pilot çalışmaya başlanması, büyük kamu yatırım projelerinin özel sektörle birlikte finanse edilmesini teşvik edici çalımalar yapılması,  AB içinde işgücü piyasalarına yönelik yapısal tedbirler alınması, AB rekabetçiliğinin artırılması, ortak kurumlar vergisine geçiş ve finansal işlemler vergisi”  türü adımlara da itiraz etmeyecek.

Zirve gündeminin sıcak konu başlıklarından bir diğeri de bankacılık sektörünün entegrasyonu meselesi. Buradaki amaç, sermaye yeterliliği zayıf bankalar ile borçlu ülkeler arasındaki bağı koparmanın bir yolunu bulmak olacak. Çünkü ortada şöyle bir kısır döngü var: Avro bölgesinde borçlu ülkeler kötü bankalarını destekliyor; kötü bankalar da, ihraç ettikleri tahvilleri satın alarakborçlu ülkelerini destekliyor. Borcun sürdürülebilirliğiyle ilgili kaygılar artıkça, ülke notları ve banka notları düşüyor. Not düşüşü, zordaki bankaların risklerini artırıyor ve bunun için sahip olmaları gereken sermaye miktarını artırıyor. Doğal olarak da bu döngü,kendi ülke devletlerininihraç ettiği tahvilleri daha az satın almaları sonucunu doğuruyor. Merkel de esasen bu kısır döngüye işaret ederek,“borçlu ülkeler İstikrar Paktı kurallarına uyarsa daha az bütçe açığı verirler ve daha az borçlanırlar; bu yolla zordaki bankalar da bu ülkelerin tahvillerini daha çok ellerinde tutmak zorunda kalmaz” diyor. Çünkü biliyor ki Merkel, mali disiplin olmazsa sorunlu ülkelerin tahvillerini ECB almak zorunda kalacak ve işte tam da o zaman avro ve AB projesi tehlikeye düşecek.

“Bankacılık kesiminin gözetim ve denetiminden sorumlu etkin bir otoritenin kurulması”önerisi, bu başlık altındaki tartışmaların ilk sırasında yer alıyor. Önerinin İstikrar Paktı Anlaşmasıyla bağlantılı yönleri de var. Şöyle ki, anlaşma borçlu ülkelere çeki düzen vermeyi;bankacılık kesimi için kurulacak etkin bir gözetim ve denetim otoritesiyse, bankacılık sektörüne çek düzen vermeyi öngörüyor.

Bu çerçevede dile getirilen önerilerden bir diğeriyse“ortak bir mevduata garanti mekanizması geliştirmek”. Çünkü paranın ve uzun vadeli portföy yatırımlarının avro bölgesinden kaçışı, halen likit olmayan tahvil piyasalarını daha da sığlaştırıyor ve yukarıda açıklanan kısır döngüyü artırarak ülkelerin borçlanma maliyetlerini yukarıya çekiyor. 

Üçüncü öneri, “zora düşen bankaları kurtarmak için ortak bir fon kurmak”. Taslak metne göre bu fonun bankacılık işlemlerinden alınacak vergilerle finanse edilmesi öngörülüyor.

Son öneriyse “ESM’in zor durumdaki bankları kurtarmak için doğrudan müdahale etmesi”. Yani, ülkelere borç vermek yerine, Hollande’ın önerdiği gibi, sermaye yetersizliği nedeniyle zor durumdaki bankalara doğrudan para vermesi.

Merkel, bu önerilerin ilkini ve üçüncüsünü destekliyor.

Hollanda (Hollande diye okumayın),  geçen hafta bu önerilere karşı olduğunu açıklamıştı. Küçük ülkelerin sesleri pek haber değeri taşımıyor, fakat oy birliği gerektiren bir karar mekanizması var ortada.

Özetle sorun büyük ve tek taraflı fedakârlık gerektiren çözümle ilgili öncelik sıralamasında anlaşmazlığın giderilmesi, daha çok tartışma ve zirve götürecek türden.

O nedenle zirveden sürpriz beklenmemeli. Çok muhtemeldir ki, gelecek hafta sonuG-20 toplantısından ve AB zirvesinden aradığını bulamayan piyasalar 4 Temmuz Pazartesi günü yapılacak olan ECB toplantısından çıkacak karara bakıyor olacak ve denilecek ki, ECB şunları yapabilir: 1) Faiz indirir, 2) Teminat koşullarını gevşetir,3) LTRO yapar, 4) Doğrudan tahvil alımı yapar. 

“Daha fazla entegrasyonun zaman alacağını; bunun için ulusal parlamentolardandemokratik meşruiyet aranması gerektiğini; liderlerin ama özellikle de Merkel’in, piyasaları dikkate alarak kısa vadeli çözümlere AB bürokratları kadar itibar edemeyecek durumda olduğunu; zirveden karar yerine,uzun vadeli AB perspektifine yönelik güçlü bir siyasi bağlılık mesajı çıkacağını;zirve sonuç metninde, tartışma konuları ve önerilerle ilgili daha ayrıntılı çalışmalar yapmak üzere Komisyon’un ve ECB’nin görevlendirildiğini, bir sonraki zirvenin de muhtemelen Eylül ayında yapılacağını duyacağımızı,ama kazanın kaynamaya devam edeceğini” belirterek bitirelim.