Vecdi Sayar

11 Şubat 2020

Oscar 2020: Sınır tanımayan yaratıcılık

'Joker'in, tıpkı 'Parazit' gibi sistem karşıtı bir mesajı olduğu açık ama bu mesajı gölgeleyen unsurlar da yok değil. Toplumdaki eşitsizliği, ayrımcılığı sergilerken bireysel motifler öne çıkıyor. Joker'in gülme hastalığından muzdarip olması sınıfsal konumunun önüne geçiyor

Nihayet, bir Oscar töreni sonrası sonuçları gönül rahatlığıyla alkışlayabiliyoruz; bir istisna dışında… İstisnayı sonraya bırakıp, Uzak Doğu'ya uzanalım öncelikle. Güney Kore'li Bong Joon-ho'nun başyapıtı 'Parazit'i 2019 Cannes Festivali'nde izlemiş, Altın Palmiye verilmesini haklı bulmuş, yarışma seçkisindeki en sıra dışı, en yaratıcı film olduğunu düşünmüştüm. Sınıf çatışmasına kara mizahla yaklaşan, günümüzün evrensel sorunları işsizlik ve yoksulluk üstüne çarpıcı bir film 'Parazit'.

Ancak Chaplin, Ford, Kubrick, Hitchcock gibi büyük ustaların başardığı bir işin üstesinden geliyor Bong Joon-ho. Bir yandan eleştirmenlerin beğenisini kazanırken, öte yandan her türden izleyicinin kalbini kazanmayı beceriyor. Komediden trajediye geniş bir spektrumda at oynatan anlatısını belirli bir türün kalıpları içine hapsetmiyor ve üslup tutarlılığını kaybetmeden bu zor işin altından ustalıkla kalkıyor. Parlak bir fikirle yola çıkıp, bu fikri dört dörtlük bir senaryoya dönüştürüyor, ardından çok iyi bir teknik ekip (prodüksiyon tasarımından görüntü yönetimine mükemmel bir işçilik) ve güçlü oyuncuların el birliği ile kusursuz denilebilecek bir yapıt ortaya çıkarıyor. Sanırım, Oscar'larda sonuçların bu denli sahiplenildiği az yıl vardır.

'Parazit'in, En İyi Uluslararası Film seçileceğine kesin gözüyle bakılıyordu; En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo ödülleri için de çokça adı anılıyordu ama En İyi Film Oscar'ını da alabileceğine inananların sayısı pek fazla değildi. Oscar'ın 92 yıllık tarihinde, ABD ya da Birleşik Krallık yapımı olmayan bir filmin En İyi Film ödülünü alması vaki değildi. Örneğin; geçen yıl, hemen herkesin beğenisini kazanan Arjantin filmi 'Roma', En İyi Film adayları arasında yer almasına karşın ödülü alamamıştı. Üstelik, Oscar'ların öncüsü kabul edilen diğer ödüllerde, 'Parazit'e şans tanıyanların sayısı fazla değildi. Yalnızca, Los Angeles Sinema Yazarları ve Oyuncular Loncası (Screen Actors Guild) 'En İyi Film' olarak 'Parazit'i seçmişlerdi.

Neden 'Parazit'?

Bu yılın Oscar sonuçlarının, Amerikan basınında sürpriz olarak nitelendirilmesi; (elbette, TIME gibi, ödülü 'Parazit'in kazanması gerektiğini söyleyen yayın organları da vardı) Avrupa ve Uzak Doğu basınının zafer çığlıkları atması doğal da yaklaşık 8,500 akademi üyesinin (Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri  Akademisi) oy kullandığı seçimin sonucunda 'Parazit'in kazanmasını nasıl açıklamalı? Oy kullananların arasında oyuncuların sayıca fazla olmasıyla mı yoksa Güney Kore'nin dünya pazarlarında giderek daha etkin bir rol oynamaya başlamasıyla mı?

Amerika'da Trump yönetiminin yarattığı umutsuzluk ve isyan dalgasının bunda bir rolü olabilir elbet ama asıl nedenin Amerikalı da olsa, Hollywood'da da yaşasa sanatçıların yaratıcılığa şapka çıkartma isteği olduğunu düşünüyorum. Belki de bu yıl gerçek bir dönüşümün habercisi olur ve Oscar'lar, Amerikan film endüstrisinin reklam aracı olmaktan bir ölçüde de olsa kurtulup dünya sinematografilerine eşit şans tanımaya başlar.

Oscar'lardan en fazla sayıda ödülle (dört ödül) ayrılan 'Parazit'in 'En İyi Özgün Senaryo' olarak seçilmesi sürpriz olmadı. Oscar'ın öncüsü ödüllerden, Amerikan Yazarlar Birliği'nin En İyi Özgün Senaryo ödülünü alan senaryosu ile Oscar'da '1917', 'Evlilik Hikayesi', 'Bıçaklar Çekildi' ve 'Bir Zamanlar… Hollywood'da'nın önüne geçerek ödülü aldı. Gerçekten de özgünlük açısından hiçbiri 'Parazit'le yarışacak çılgınlıkta değildi. En İyi Yönetmen olarak seçilmesi de doğaldı bana göre ama pek çok kişi ve kurum bu daldaki adaylar arasında Sam Mendes'e şans tanıyordu (Altın Küre, Amerikan Yapımcılar Birliği, Amerikan Yönetmenler Birliği, Hollywood Eleştirmenleri Ödülleri).

'Parazit'in, 'Uluslararası Film' kategorindeki Oscar'ı (eski adıyla En İyi Yabancı Film) kazanacağına kesin gözüyle bakılıyordu; karşısında güçlü rakipler olmasına karşın. Makedon belgeseli 'Bal Ülkesi', Afrika kökenli genç Fransız yönetmen Ladj Li'nin ilk filmi 'Sefiller', İspanyol usta Pedro Almodovar'ın 'Acı ve Zafer'i ve Polonyalı yönetmen Jan Komasa'nın 'Corpus Christi'si, hepsi de iyi filmler; karşılarında 'Parazit' gibi çarpıcı bir film olmasa, şansları olabilirdi.

'İrlandalı'nın suçu ne?

Bu yılın Oscar'larında En İyi Film dalında yarışan dokuz film arasında yalnızca bir tanesi, törenden ödülsüz ayrıldı: New York'lu  Sinema Yazarlarının En İyi Film olarak seçtiği, Amerikan sinemasının ustalarından Martin Scorsese'nin 'İrlandalı'sı… Yönetmenin filmografisindeki birçok filmden esintiler taşıyan ama hepsinden daha politik bir film, 'İrlandalı'. Bir yanıyla bir gangster hikayesi, ama öbür yanıyla Amerikan politikasının entrikalarına, mafya-siyaset ilişkilerine, Amerikan tarihinin 50'lerden 2000'lere uzanan bir kesitine göndermeler içeren bir film. Anlatım ise, ustaya yakışır olgunlukta. Görüntü yönetiminden prodüksiyon tasarımına ve kostüm tasarımına tüm teknik ögeler dört dörtlük. Charles Brandt'ın biyografik romanı 'I Heard You Paint Houses'dan (‘Duyduğuma Göre Evleri Boyuyormuşsun', mafya dilinde başarılı bir kiralık katili övmek için kullanılan sözcükler-miş) Steven Zallian tarafından uyarlanan senaryosu mükemmel. Oyunculuğa gelince, aday gösterilmemiş olmasına karşın Robert de Niro, yardımcı rolde aday gösterilen Joe Pesci ve Al Pacino hepsi de çok başarılı. Peki, eksik olan ne? Sanırım, iki faktör yatıyor filmin sıfır çekmesinin ardında. Biri, karşısında 'Parazit' gibi güçlü bir rakip olması, diğeri ise bir Netflix yapımı olması… Anlaşılan, Amerikan sinemasının çalışanları "Film Sinemada Seyredilir" sloganını henüz terk etmemiş!  

'1917'nin düş kırıklığı

92. Oscar ödüllerinde En İyi Film ve En İyi Yönetmen dallarının en az birinde ödülü kazanacağından pek çok kişi emin görünüyordu. Bahislerde önde giden film, yapımcıların ve yönetmenlerin birlikleri (Guild olduğu için lonca demek daha doğru olabilir), drama dalındaki Altın Küre ve son olarak En İyi Film dalında BAFTA (Britanya Sinema ve Televizyon Sanatları Akademisi) Ödülü '1917'nin olmuştu. Üstelik, on dalda Oscar'lara aday gösterilmişti.

I. Dünya Savaşı'nda Fransa'ya çıkartma yapan ve işgalci Alman askerlerinin kuşatması altında kalan Britanyalı bir birlikten iki acemi askerin kendilerine verilen zorlu görevi tamamlamak için ateş altında yaptıkları zorlu yolcuğa tanıklık eden film, iki gencin kahramanlığına övgü düzerken, bir yandan da savaşın acımasızlığını gözler önüne seriyor. 'Amerikan Güzeli' ile En İyi film ve En İyi yönetmen ödüllerini kazanan Sam Mendes'in yönettiği bu İngiliz-Amerikan ortak yapımı, törenden üç teknik ödülle ayrıldı: En İyi Görüntü Yönetmeni (Roger Deakins), En İyi Görsel Efekt ve En İyi Ses Miksajı. Hak ettiği ödüller de bu kadardı bana kalırsa. Deakins'in, tüm film tek bir planda çekilmiş hissini veren uzun plan-sekanslarla iki gencin serüvenini nefes nefese izlettiren görüntülerinin, Rodrigo Prieto'nun 'İrlandalı'da, Jarin Blasche'nin 'Deniz Feneri', Lawrence Sher'in 'Joker'deki başarılı çalışmalarının önüne geçmesi sürpriz değildi.

Bir Zamanlar…

92. Oscar töreninden düş kırıklığı ile ayrılan bir başka yönetmen de Quentin Tarantino oldu. Altın Küre'lere En İyi Komedi/Müzikal dalında En İyi Film ve En İyi Senaryo ödüllerini, Critics' Choice (Eleştirmenlerin Seçimi)'nde En İyi Film, Özgün Senaryo ve Yardımcı Oyuncu ödüllerini kazanan ve Oscar'larda on dalda aday gösterilen 'Bir Zamanlar…Hollywood'da' ancak iki Oscar alabildi: En İyi Prodüksiyon Tasarımı ve Brad Pitt'e verilen En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu. Brad Pitt'in ödülü beklenen bir ödüldü; Oscar öncesi ödüllerin tümünü – Altın Küre dahil – kazanan Pitt'in kariyerindeki ilk oyunculuk ödülüydü bu; daha önce '12 Yıllık Esaret'in yapımcısı olarak bir Oscar kazanmıştı.

Yardımcı Oyuncu dalında Joe Pesci ve Al Pacino (İrlandalı), Anthony Hopkins (İki Papa) ve Tom Hanks (A Beautiful Day in the Neighbourhood), 'Prodüksiyon tasarımı' dalında 'İrlandalı', 'Parazit', 'Tavşan Jojo', '1917' gibi güçlü rakiplerini geride bırakarak Oscar kazanan film, geçen yıl Cannes Festivali'nden eli boş dönmüştü. Tarantino, Hollywood'a bir saygı sunuşu olarak tasarladığı filminin Los Angeles'de daha iyi bir sonuç alacağını ummuş olmalı… Bir filmde, komediden gerilime tüm türleri harmanlamayı deneyen yönetmenin bütünlüğü tutturamadığını düşünüyorum.

Anti-kahramanlar üstüne

Sonuçlar, Todd Phillips'in yönettiği 'Joker'in hayranlarını da üzmüş olmalı. Oscar aday listeleri açıklandığında en fazla sayıda, tam 11 kategoride adaylık alan film, ödül töreninden iki Oscar'la ayrıldı. Joaquin Phoenix, En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alırken, dört ustayı geride bırakıyordu: 'Acı ve Zafer'le Antonio Banderas, 'İki Papa' ile Jonathan Pryce, 'Evlilik Hikayesi' ile Adam Driver ve 'Bir Zamanlar… Hollywood'da' ile Leonardo di Caprio. Pryce da, Driver da, Banderas da ödülü hak eden performanslar sergiliyordu. Ne var ki, Oscar'ların paylaştırılmamak gibi bir huyu var! Filmin kazandığı diğer Oscar ise, En İyi Film Müziği dalında Hildur Gudnadottir'e verilen Oscar.

'Joker'in, tıpkı 'Parazit' gibi sistem karşıtı bir mesajı olduğu açık ama bu mesajı gölgeleyen unsurlar da yok değil. Toplumdaki eşitsizliği, ayrımcılığı sergilerken bireysel motifler öne çıkıyor. Joker'in gülme hastalığından muzdarip olması sınıfsal konumunun önüne geçiyor. Oysa, 'Parazit' ezilenlerin başkaldırısını bir parabol ile anlatırken, kapitalist sistem eleştirisi hep ön planda… Joker'in isyanının kitlelere mal olmasını anlatırken, bu isyanı anarşi ile özdeş kılan Phillips, sisteme radikal bir eleştiri getirmiyor bana kalırsa. Tabii ki, iyi bir seyirlik olduğuna diyecek yok.

Uyarlamalar

Bu yılın dokuz filmlik aday listesindeki yapımlardan üçü birer Oscar'la ödül listesine girebildi.   Bunlardan ikisi, çizgi romandan özgür bir uyarlama olan 'Joker'le birlikte, Uyarlama Senaryo kategorisinin güçlü adayları arasındaydı: 'Tavşan JoJo' ve 'Küçük Kadınlar'. Christine Leunens'in, Nazi Almanyası'nda büyüyen bir çocuğun gözünden Nazilerin yükselişini ve çöküşünü anlatan 'Gökyüzü Hapsi' adlı romanından, Yeni Zelandalı yönetmen Taika Waititi'nin uyarlayıp, yönettiği 'Tavşan JoJo', trajediyi kara mizahla anlatmak gibi zorlu bir işe soyunmuş. Faşizmin kitle ruhunu deşifre etmeye çalışırken, Hitler'i gülünç bir hayali arkadaş olarak göstererek, mayınlı bir sahaya adım atmış. Romana sadık kalmasa da, başarılı bir uyarlama olan film, Amerikan Yazarlar Birliği ödüllerinde de En İyi Uyarlama Senaryo olarak seçilmişti.

Daha önce birçok kez beyazperdeye aktarılan, Louisa May Alcott'un 'Küçük Kadınlar' romanını bu kez Greta Gerwig senaryolaştırmış ve yönetmiş. Klasik yapıyı korurken, kadın bakışının belirgin biçimde altının çizildiği, Soarse Ronan'a kadın oyuncu, Florence Pugh'a yardımcı oyuncu dalında adaylık kazandıran film, En İyi Kostüm Tasarımı kategorisinde bir Oscar'la yetinmek durumunda kaldı.

En İyi Film, Kadın Oyuncu (Scarlett Johannsson), Erkek Oyuncu (Adam Driver), Özgün Senaryo, Özgün Müzik dallarında aday olan Noah Baunbach'ın melodram kalıplarına sığınmayan gerçekçi 'Evlilik Hikayesi', Laura Dern'e En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar'ı ile ayrıldı yarıştan. Gerçek yarışçıların hikayesi, James Mangold'un yönettiği 'Asfaltın Kralları' (Ford vs Ferrari) ise, gerçek bir öyküden kaynaklanmış. Teknik dallarda dört adaylık alan film, En İyi Kurgu ve En İyi Ses Kurgusu ödüllerinin sahibi oldu.

'Yıldız'lar ve yapımcılar

En İyi Film dalındaki adaylar arasına giremeyen filmlerden, çocuk yaşta setlere adım attıktan sonra hızla basamakları tırmanan ve Hollywood'un ünlü yıldızlarından biri olan Judy Garland'ın yaşam öyküsünden acılı bir kesit sunan Rupert Goold'un 'Judy'si, beklendiği üzere filmin başrolünde mükemmel bir yorum sunan Renée Zellweger'e En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazandırırken, bir gazete haberinden kaynaklanan ve medya dünyasındaki cinsel taciz olaylarını konu alan, Jay Roach'un 'Skandal' (Bombshell) adlı filmi, En İyi Makyaj ve Ses Tasarımı ödülünün sahibi oldu. En İyi Özgün Film Şarkısı Oscar'ı ise, Dexter Fletcher'in ünlü yorumcu Elton John'un yaşam öyküsünü anlattığı 'Rocketman'in 'Love Me' şarkısının söz yazarı ve bestecisi Bernie Taupin ve Elton John'un oldu.  'Asfaltın Kralları' gibi ana akım sinema örnekleri arasında yer alan bu filmlerin gerçek yaşam öykülerinden kaynaklanması, seyirciyi masallarla uyutmanın eskisi kadar kazandırmadığını gören Hollywood yapımcılarının gerçeklere yönelmesiyle açıklanabilir belki.

Gerçeğe dönüş, bu yılın seçkisinde önemli bir ağırlık taşıyordu. 'İrlandalı'dan 'İki Papa'ya uzanan bir liste… En İyi Belgesel dalındaki ödülü kazanan, Ohio'da terk edilmiş bir General Motors fabrikasını satın alarak, iki bin Amerikalı işçi çalıştıran bir Çinli milyarderi konu alan Julia Reichert - Steven Bognar'ın 'American Factory' (Amerikan Fabrikası)'nı izleyemediğim için bir yorum yapamayacağım, ama bu kategorideki beş adaydan biri, aynı zamanda En İyi Uluslararası Film adaylarından biri olan 'Bal Ülkesi' sinemalarımızda (‘Başka Sinema' sayesinde) gösterimde. Kaçırmamanızı öneririm. 'For Sama' (Sema İçin) belgeselini Cannes'da izlemiştim. Genç bir kadının amatör kamerasıyla saptadığı görüntülerle Suriye'deki iç savaşın dehşetini yansıtan etkileyici bir filmdi. Kısa filmleri izlemedim; ödülleri anımsatmakla yetineyim: En İyi Kısa (Lİve Action) Film: 'The Neighbour's Window' (Komşunun Penceresi), En İyi Kısa Belgesel: 'Learning to Skateboard in a War Zone If You are a Girl' (Savaş Bölgesinde Bir Kız Olarak Kaykay Yapmayı Öğrenmek), En İyi Kısa Animasyon: 'Hair Love' (Saç Aşkı).  Dilerseniz, hayal dünyasına bir geçiş yapalım ve En İyi Canlandırma Filmi (Animasyon) ile bitirelim. Düne kadar, yani 'Toy Story 4'ü izleyene kadar, bu kategorideki favorim 'Bedenimi Kaybettim' adlı Fransız fantastik canlandırma filmi idi. Ama, çocuklara dostluğun önemini anlatan, Disney-Pixar yapımı, Josh Cooley'in yönettiği son derece sevimli 'Toy Story 4'ün Oscar'ı bileğinin hakkı ile kazandığını söyleyebilirim… Verimli bir yılın, olabildiğince adil biçimde değerlendirildiği 92. Oscar'lara ilişkin izlenimlerimi burada sonlandırabilirim; sinemamızın da yarışa katılabileceği yılların  özlemiyle…