Vecdi Sayar

30 Eylül 2019

26. Adana Uluslararası Altın Koza Film Festivali: “Nuh Tepesi”nden ülkeye bakış

Uluslararası Kısa Film Yarışması, bizden bir yönetmenin zaferi ile sonuçlandı; “Ayakkabı” adlı filmi ile ödülü kazanan Nehir Tuna, konuşmasında Kültür Bakanlığı’ndan destek alamadığını vurguladı

Adana Büyükşehir Belediyesi’nin MHP’den CHP’ye geçmesinin ardından Film Festivali’nde yaşanan değişim meyvelerini vermeye başladı. Festival, adından çıkartılan ‘Altın Koza’ya yeniden kavuşurken, Festival Yürütme Kurulu’na Menderes Samancılar, Nebil Özgentürk, Timur Savcı gibi Adanalı sanatçı ve yapımcılar, Festival Direktörlüğüne ise Kadir Beycioğlu getirilmişti. Dün akşam Çukurova Üniversitesi Kongre Merkezi’nde gerçekleşen ödül töreninde, iki değerli sanatçı Zülfü Livaneli ve Zuhal Olcay’a Onur Ödülleri verilirken, çeşitli dallardaki yarışmaların sonuçları da açıklandı.    

Ödül töreninin, yaşanan değişimi vurgulayan açılışı heyecan vericiydi. Adana’nın ünlü sanatçılarının, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Muzaffer İzgü, Abidin Dino’nun perdeye yansıyan fotoğrafları ve sözleri, salonun iki yanından sahneye çıkan genç öğrencilerin canlı müzik eşliğinde, Beethoven’in 9. Senfonisi’nde yer alan Schiller’in “Neşeye Övgü” şiirini seslendirmeleri ve yıl içinde yitirdiğimiz değerli sanatçılara saygı sunuşu... Ardından Zülfü Livaneli ve Zuhal Olcay’a takdim edilen Yaşam Boyu Onur Ödülleri... Zuhal Olcay’ın ödül aldıktan sonra yaptığı konuşmada “İnsan hangi işi yaparsa yapsın, kendi karanlık tarafına yeniliyorsa, başkalarının onurunu çiğniyorsa başaramamış demektir. Çünkü onur, insan yaşamından uzundur“ demesi alkışlarla karşılandı. Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, konuşmasında “Adana’da sanatın çeşitli dallarında pek çok sanatçının yetişmiş olması tesadüf değildir. Adana insanının ruhunda sanat vardır. Kültür-sanat olmadan ne barış olur, ne demokrasi, ne de kardeşlik” demesi güzeldi de, “Altın Koza’nın Cannes’ın ardından dünyanın ikinci festivali” olduğunu açıklaması pek inandırıcı olmadı. Keşke, danışmanları sayın başkanı dünyadaki film festivalleri konusunda bilgilendirebilselerdi...

Açılış müziğinin ve tüm anons müziklerinin sahnede yer alan orkestra tarafından seslendirilmesi bir ilkti ve törenin en olumlu yanıydı. Olumsuz yanı ise, kapanışta bir dinleti sunmak üzere sahneye çıkan Dilek Türkan’a saygıda kusur edilmesi, protokolla birlikte seyircinin önemli bir bölümünün salonu terk etmesiydi. Ödül törenlerinin sonunda konser yapmanın sakıncalarının hala görülememiş olması şaşırtıcıydı. Adana ve Antalya festivallerinin pek çoğunda, ödül töreni sona erince salon boşalır ve konser vermek üzere sahneye çıkan sanatçıya saygısızlık yapılırdı. Ama, bu kez daha da beteri oldu, sanatçı şarkı söylerken önünde fotoğraf çekimi bile yapıldı. Bu törenleri düzenleyenlerin İstanbul ve Ankara Festivallerinde bu iş nasıl yapılıyor, bir bakmalarında fayda var. Ödül aralarında bir-iki şarkı dışında (o da şart değil ya), konserin yeri yoktur film festivallerinde...

Festivalin Yürütme Kurulu’nda yer alan isimlerin kendi filmlerini programa koymalarının da pek adetten olmadığını ekledikten sonra, gelelim esas meseleye, yani yarışmalara. Oyuncu-yönetmen dostumuz Serra Yılmaz’ın başkanlığında, film müziği bestecisi Aytekin Ataş, görüntü yönetmeni Soykut Turan, yapımcı Emine Yıldırım, yönetmen İlksen Başarır ve Öykü Karayel ile sinema yazarı Uğur Vardan’dan oluşan Jürinin kararları genel hatları ile olumlu karşılandı. Jüride çoğunluğu kadınların oluşturması ise olumlu, devrimci bir yaklaşımdı. Bu tercihin sonuçlara yansıması kaçınılmazdı. Nitekim, sonuç tablosunda bunun izleri görülüyordu.

Kaplanoğlu’nun bağlılığı

Festivalin en iddialı yapımlarından, geçtiğimiz günlerde sektör temsilcilerinden oluşan bir jüri tarafından Oscar ödülleri-Yabancı Dilde En İyi Film dalında ülkemizi temsil etmek üzere seçilen “Bağlılık-Aslı” filminin sıfır çekmesi farklı yorumlara neden oldu. Eleştirmenlerin bir bölümü bu kararı yerinde bulurken, sinemacılar arasında Semih Kaplanoğlu’na haksızlık yapıldığını düşünenler de vardı.  Kanımca, teknik açıdan başarılı, ideolojik açıdan sorunlu bir filmdi “Bağlılık-Aslı”. Üst orta sınıftan bir aileyi ve çocuklarına bakan genç bir emekçi kadını odak noktasına koyan yönetmen, kadının toplumdaki rolüne ilişkin muhafazakar bir bakış açısını savunuyordu. Filmin kahramanı Aslı’nın babasının artık kimselerin okumadığı bir gazeteyi inatla basmakta direnen Kemalist bir aydın, annesinin çocuğunu terk edip Almanya’ya giden sorumsuz bir kadın olarak betimlenmesi, filmin en zayıf, en klişe yanlarını oluşturuyordu. Bu yaklaşım, Kaplanoğlu’nun siyasal iktidarla flörtü ile birlikte düşünüldüğünde filme gösterilen aşırı tepkinin nedenlerini anlamamak ve hak vermemek elde değil.


Bağlılık-Aslı

Gene de, bu hikaye böyle bir bagaja sahip olmayan bir yönetmen tarafından anlatılsa aynı tepkiyi görür müydü, kuşkuluyum. Filmin mesajının, ‘kadının yeri evidir; kadının görevi çocuğuna bakmaktır” gibi sığ bir propaganda ile sınırlı olmadığını düşünüyorum. ‘Sol’ dünya görüşüne sahip yönetmenlerimizin benzer hikayeler anlattığı, ama bu türden tepkilerle karşılaşmadığı filmler aklıma geliyor... Yoz kentli ahlakına karşı kırsal kesimin geleneksel değerlerinin savunulduğu filmler.... Bence de, festivalin en iyi filmi değildi “Bağlılık-Aslı”; ama Andreas Sinanos’un görüntüleri, Kübra Kip’in oyunculuğu gibi olumlu unsurlar içeriyordu. Kaplanoğlu önümüzdeki günlerde yapılacak Boğaziçi Film Festivali’ne katılırsa, Büyük ödülü kimselere kaptırmaz diye düşünüyorum. Bu da, ideolojik kamplaşmamızın yeni bir göstergesi olur...


Aden

Modern toplumun değerleri ile geleneksel değerlerin çatışmasını konu alan bir başka yapım da, Nihat Durak’ın klasik bir anlatıma sahip “Kapı”sıydı. Yirmi yıl önce memleketlerini -Mardin'i- terk edip, yurt dışına göçen, göç etmek zorunda kalan Süryani bir ailenin öyküsü olan “Kapı”, Adana İzleyici ödülünün ve Bahçeşehir Koleji Özel Ödülü’nün sahibi oldu. 

İçinden geçtiğimiz günlere değin birşeyler söylemek isteyen yönetmenlerimizin metaforik anlatımlara ya da mizaha yöneldiğini görüyoruz. Barış Atay’ın “Aden”i, göçmenler ve ‘öteki’ sorunsalı üstüne bir film. İzleyicisini kahramanları ile birlikte bir yolculuğa çıkaran ve onların kafalarındaki soruların cevaplarını düşünmeye davet eden bir yapım. “Aden”in başrollerinden birini üstlenen Funda Eryiğit’in En İyi Kadın Oyuncu seçildiği filme verilen bir diğer ödül de Sanat Yönetimi dalında. Devrim Ömer Ünal’ın tasarımı gerçekten de ödülü hak ediyor.


Nuh Tepesi

Aile sorunları

Metaforik bir anlatımla ülkemizin içinde bulunduğu durumu anlatmaya soyunan bir başka yapım da, Cenk Ertürk’ün yazıp, yönettiği ilk filmi “Nuh Tepesi”. Bir baba-oğul hikayesi bu. Biri, ölümün eşiğinde geçmişini arayan bir adam, diğeri ise çocukken kendisini bırakıp, Fransa’ya giden babasının bağlı olduğu değerlerin uzağında, dayılarının yanında büyümüş bir genç adam. Bu genç adamın kendisi ile ve babasıyla yüzleşmesini izliyoruz, babanın doğup büyüdüğü topraklara yaptıkları yolculukta. Baba, çocukken diktiğine inandığı bir ağacın altına gömülmek istemektedir. Oysa, bu ağaç dini ticarete alet eden çıkarcı bir muhtar tarafından ‘kutsal’ ilan edilmiş ve ona inanan köylülerce korunmaktadır... Cenk Ertürk’ün büyük ölçüde ailesinin katkılarıyla yaptığı film, gerek içerik, gerekse biçim açısından festivalin en başarılı yapımlarından biriydi. Ali Atay ve Haluk Bilginer’in usta oyunculukları da filmin bir başka artısıydı. Jüri, “Nuh Tepesi”ne En İyi Film, En İyi Yönetmen ödüllerinin yanısıra, En İyi Görüntü Yönetimi ödülünü (Federico Casca) verdi. Film-Yön Jürisi de En İyi Yönetmen ödülünü bu filme verdi. Yönetmen, ödül töreninde yaptığı konuşmada, “Zor zamanlarda güçlü kalmayı annemden, kırılganlığımı saklamamayı babamdan öğrendim” dedi.


Küçük Şeyler

Festivalin en başarılı yapımlarından bir diğeri de, Kıvanç Sezer’in “Küçük Şeyler”i idi. Sağlam bir senaryo, gerçekçi diyaloglar, fantastiğe göz kırpan mizahi ögeler ve dört dörtlük bir oyuncu kadrosu içeren filminde, günümüzde sayıları giderek artan ‘Yeni Orta Sınıf’ insanlarının boğucu dünyasını anlatıyor Sezer. Bir ailenin ‘mikrokozmos’unda, doğadan kopmuş, teknolojiye tutsak bir dünyanın yitirdiği değerleri anımsatıyor. Şu ana dek sözünü ettiğim filmlerin tümünde, aile içi ilişkiler odak noktasını oluşturuyor. Edilgen bir erkek figürün karşısına, içinde yaşadığı ortamı sorgulayan ve başkaldıran bir kadını koyarak, izleyiciye kendi yaşadıklarını sorgulama imkanı tanıyor. Pek çok filmde olduğu gibi, bu filmde de oyunculuklar çok iyi. Alican Yücesoy’a En İyi Erkek Oyuncu, Başak Özcan’a Umut Veren Kadın Oyuncu ödüllerini kazandıran filmi ile En İyi Senaryo ödülünün sahibi oldu Kıvanç Sezer. İlk filminde işçi sınıfından bir inşaat işçisinin trajik öyküsünü anlatan yönetmen, bir üçlemenin ikinci filmi olarak sunduğu filminde, ilk filmde inşa dilen binaya yerleşen bir aileyi konu alıyor. Üçlemenin son filmi ise, inşaatı yapan mütahitin öyküsünü anlatacakmış. Heyecanla bekliyoruz.


Küçük Şeyler film ekibi

Tiyatro değiştirir

On iki yıl önce “Oyun” adlı belgeseli ile tanıyıp, sevdiğimiz Pelin Esmer, yıllar sonra yeniden Arslanköy’ün tiyatrocu kadınları ile buluşuyor. Yaşama sevinçlerini tiyatroda bulan köylü kadınların “Kraliçe Lear” oyunuyla yakın köylere yaptıkları bir turneyi anlatıyor bu kez yönetmen.  Beş kadın, bir erkekten oluşan topluluğun neşeli serüvenlerini konu alan “Kraliçe Lear”in, Jürinin en beğendiği yapımlardan biri oldu. Festivalin ikincilik ödülü sayılabilecek ‘Yılmaz Güney Ödülü’nün yanısıra En İyi Müzik Ödülünü, bestecisi Barış Diri’ye kazandırdı. SİYAD Jürisi de oyunu bu filme verdi. Ödül törenine katılan tiyatrocu köylü kadınlara “Tiyatro yaşamınızda ne değiştirdi?” sorusu yöneltildiğinde, -yanılmıyorsam- Fatma Fatih’in verdiği yanıt çarpıcıydı: “Herifleri evde bırakıp, buraya gelmemiz neyin değiştiğini göstermiyor mu?”...


Kraliçe Lear

Yarışmadaki on iki filmden dördü (Bağlılık-Aslı, Aidiyet, Şehitler, Kovan) Adana’dan ödülsüz dönerken, iki film birer ödülle yetindi. Cihan Sağlam’ın “Uzun Zaman Önce”si Serdar Orçin’e Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu, Ali Aydın’ın “Kronoloji”si Beran Soysal’a Umut Veren Erkek Oyuncu ödüllerini kazandırdı.  “Aidiyet”in deneyselliği, “Şehitler”in cesareti, “Kovan”ın naif, çevreci yaklaşımı anlatım yetersizlikleri ile zedelenmişti, ama yarışma seçkisinde yer almaları doğaldı. Sonuç olarak, bir başyapıt çıkarmasa da fena bir hasat sayılmazdı.

Bizden ve dünyadan

Uluslararası Kısa Film Yarışması, bizden bir yönetmenin zaferi ile sonuçlandı. “Ayakkabı” adlı filmi ile ödülü kazanan Nehir Tuna, konuşmasında Kültür Bakanlığı’ndan destek alamadığını vurguladı. Ulusal Öğrenci Filmleri Yarışması’nda, Belgesel dalda Batman Üniversitesi’nden Soner Akalın’ın “Hatırımda”, Deneysel film dallında Çukurova Üniversitesi’nden Mehmet Özbek‘in “Farklı Ağıllar”, Kurmaca dalında İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Ramazan Kılıç‘ın “Servis” adlı filmleri ödüllendirildi. Adana’da Kısa Film Yarışması’nda ise, ödül mevsimlik tarım işçisi bir çocuğu konu alan, Yusuf Yılmaz‘ın “Küfe” adlı filminin oldu. Marmaris Kısa Film Festivali’nin ve SİYAD’ın Kısa Film seçkileri, geçen yıldan bu yana yitirdiğimiz usta yönetmen ve oyuncuların (Yavuz Özkan, Aytaç Arman, Cengiz Sezici) anısına düzenlenen özel gösterimler, Orhan Kemal Emek Ödülü’nün sahibi usta görüntü yönetmeni Erdoğan Engin onuruna gösterilen “Canım Kardeşim”, Ramin Matin filmlerine ayrılan bölüm programın değerli ögeleri arasındaydı.

Festivalin, Alin Taşçıyan ve Esin Küçüktepepınar tarafından hazırlanan ‘Dünya Sineması’ bölümü doyurucuydu. Özellikle, geçen yılların, önemli bölümünü Cannes Festivali Ana Yarışmasında yarışan hatta ödül kazanan filmlerin oluşturduğu Uluslararası Yarışma seçkileri ile karşılaştırıldığında değeri daha da anlaşılıyordu. Festivalin Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nün sahibi, Çin sinemasının ustalarından Xie Fei’nin filmleri, Rusya, Polonya, Latin Amerika, Makedonya, Laos, İsveç, İsviçre, Lübnan gibi farklı kıtalardan seçilmiş ve Türkiye prömiyerleri yapılan filmlerden oluşan seçki ile “Kadın Gözüyle Afganistan”,  “İnsana Rağmen” bölümleri Adana izleyicisine dünya sinemasının kapısını aralıyordu.  Bir Altın Koza’yı daha geride bırakıyoruz, ama festival serüvenimiz Ayvalık ve Antalya’da sürecek...